unutulmuş kent şiirindeki naifliği, tadı hiçbir zaman unutamadığım insan...
Vermeme olanak yok bana verdiklerini
Ama ayrılırken bir hesaplaşma da gerekli
Geçmiş bunca güzellikten bir anı olarak
Ben seni alayım istersen sen de beni
Unutulmuş kent ve peralı bir aşk için divan isimli iki şiir kitabının şairi, yazar. Yeter ki kararmasın isimli, mektuplardan oluşan eseri okunasıdırı. Üçüncü bir şiir kitabı varsa da bilmiyorumdur.
--spoiler--
Sordum kendi kendime ne yapılabilir çamurdan. Heykel.
Acılardan? Aşk. Yoksulluklardan
Bir devrim bile yapılabilir. Ama hiçbir şey
Hiçbir şey yapılamaz ayrılıklardan.
--spoiler--
yeraltinda bir bizans sarnici gibi loş
kuyularda körlerin duragan bakişlarini
tedirgin bir çocugun önsezileriyle
bozmadan geçerken hiç düşünmemiştim
yukarda bembeyaz bir güvercinin
mavi bir balkonun bulutlarindan
benim topragimi aradigini
karşida tepelerin hayal perdesini
bir sardunya agaci hişirdatiyor
koyunlar sessiz bir yilan bir güneş
bir kisragi her yil aşan kirlarin
azgin tanrisi Pandan dogma yabansi
ve inatçi bir keçi gibi Gavvino
bir zincirlemeyle geçiyor çocuklugumun
kisapantolonlu kara gözlü yoksulluguna
sanki Peranın bindokuzyüzden
art nouveau pencerelerden baktigi
tirşe haliç ve loş kumrular oteli
birbirinden habersiz iki odada
seni de saliyor düşlere ve beni
tanrim görmeden tedirgin ve kizgin
gümüş bir asansör çikarirken seni
kara bir agirlik gibi iniyorum boşluga
sakalinin koyu meşe dallariyla
kapatinca karanlik bulutlar
göklerdeki hâsin ve eski ahitten
bir mezmurla isyan eden babamiz
dilsiz ve korkulu ve yoksul
sıkı topragi delip güneşe dogru
alinyazisini yirtan ufacik tohum
benim geçmiş tarlalardan arkadaşim
kemik sapli kaçamak bir çakiyla
kurak hayalgücümü kanatiyor
sanki bir sayim günü ya da sıkıyönetim
ıssız sokaklarinda surdiplerinin
birbirine rastlamadan dolaşan
iki serüvenci gezgin gibiyiz
bomboş bir sinemanin koltuklarinda
kapkara bir perdeyle ayrilmiş gözlerimiz
bir kuzunun bogazina saplanan hançer
birden gürültülere boguyor kenti
kanli sokaklarinda gondollar yüzdüren
bir venedik dişarda bu bozgun bizans
çocukları hançerleyip öldürüyorlar
kırık bir akordeon gibi yüzleri
sanki erken rönesansin bir sarayinda
sesleri sarmaşiklar gibi bir madrigalin
iki sagir şarkici gibiyiz
şiirimiz sariliyor usanmaksizin
birbirine ve biz sarilamiyoruz
gölgeli kümeslerde yeniyetmeler
kucağında fisildaşan tavuklar
kara gözlü sipalar ve soluk soluga
evreni sevişmenin kuşlariyla dolduran
gelinler metresler orospular melekler
ağaçların ve rüzgarin ve tüm denizlerin
seslerine karişan su azgin hayat
sanki seni ve beni
boğazın çok derin akintilarinda
ters yöne habersiz yelken kaldiran
iki çagdişi ve şaşkin balik gibi
bir doyumsuz hasrete tutsak ediyor
perdede şimdi kocaman bir hayal
sadece senin yüzün
(bkz: hakkaride o mevsim)
doğrudan kendisini hedef alan değil ancak islami terörün bir ürünü olan bombalı saldırıda yaşamını yitiren edebiyat ve fikir insanı.
körler ülkesinin tam karşısında
çünkü gören olmadı seni benden başka
duran kent sevgilim nicedir
surların çevirdiği denize doğru
kurdum barbar çadırını bekliyorum
bekliyorum bembeyaz bir yapının
omuzlarına konacak kartal
kapına dikilmiş boynuzlarıyla
kara koç başı hırslı kalkan
ve hasret ve tutku ve bitip tükenmez
ayrılığa inatla kafa tutan
bakısların tozlarına bulanmış
ağaç heykeli olan gövdemle
içinden görmek istiyorum seni
dinlemek daha da bir güze doğru
çimenlerinden geçen serin esintiyi
yıkanmak derin saatlerinde denizinin
yarı aydınlık sokaklarından geçmek ve eski
bir balıkçının uslanmaz merakıyla
ağ atmak akşama karşı sularına
yanan alnımı su mermerinin
karnına koymak ve uyumak
yorgun savaşçının
tütün ve barut kokusuyla uyumak bir hayvanın
karlı sınırlarını aşmak bir yaza doğru
saklı kent bıktım seni kuşatan
kendi çadırlarından kör kılıcına
tuğlalarla örülmüş yanık surlardan
bıktım bana uzaklığı öğreten
di'li geçmisiyle zamanın
yazılmış kuşatma günlüklerinden
taş perdeleriyle bir gize doğru
yelken açan kent göremiyorum seni.