ölmüş bir dostun çocukluğuna gitmek. verilmiş bir sözü yıllar sonra yerine getirmek. bir zaman, nice badireleri birlikte atlattığınız, nice sıkıntılara birlikte göğüs gerdiğiniz,nice mutlulukları, nice kederleri paylaştığınız, siz uzak ve soğuk bir ülkede çalışırken, hiç hesapta olmayan bir biçimde hayatınızdan çıkıveren bir dostun çocukluğunu geçirdiği kasabaya günübirlik yaptığınız ziyaret.
bir yaz günü, boğucu bir sıcağın daha sabahın erken saatlerinde çöktüğü bir ege kasabası sokaklarında, dostunuzun çocukluğundan izler aramak, kana batmış diz yaralarını görmek, söğüt dalından yaptığı düdüğün sesini duymak, sokaklarda oynayan çocukların yüzlerinde onun mutluluğunu fark etmek, bütün ege kasabalarına benzeyen bu kasabayı neden çok sevdiğini anlamak.
sonra mezarlığın yerini öğrenip mezarı başında, zamanın dışına çıkmak, onunla konuşmak. evini, ailesini bulup, onlarla karşılıklı gözyaşlarınızı saklamak, dostunuzu ve onun çocukluğunu anlatmalarını istemek. kaldırımlara kurulmuş kahve masalarında, hiç tanımadığınız, bir daha hiç görmeyeceğiniz kasabanın ihtiyarlarından onu dinlemek, "çok yaramazdı!" sözünü duyup hüzünle gülümsemek, yaşıtlarının gözlerinde ona duydukları saygı pırıltılarını resimlemek.
günbatımı kasabadan ayrılırken, arabanızı durdurduğunuz yüksek bir tepeden, akşam alacasında, puslanmış kasaba ufuklarında dostunuzun gülümseyen siluetini görmek.