Akıl her ne kadar "olmaz bu iş bak daha hayırlı şeyler çıkar üzme kendini." Dese de kalp bir türlü dinlemez. En sonunda öyle ya da böyle acı bir tecrübe ile olmayacağı anlaşılır birey kendisini artık kandırmayacağını inandırmaya çalışır başaramaz daha da dibe çöker sonra yavaş yavaş küllerinden tekrar doğar bugünleri unutur ve tekrar aynı hataya düşer.
bir şeymiş gibi seviyorsun sokakları, vapurları-kazancı yokuşundan inerken mutluysam ıslık çalarım, mutsuzsam koşarım, ben mutsuzken koşuyorum-bir de insanların seni anlamasını bekliyorsun. herkes her şeyi anlarmış gibi. bir bardak su, sırtına yastık, ayağına terlik ister gibi kolaycacık deyiveriyorsun. anlamıyorlar. şehirler gidersin sonra neyi, kimi görmeye. tezer gibi mi? belki de izinden. banliyölerde çıplak kiraz ağaçları ve at kestaneleri görmeye gidilmez.
sonra hem gitsen de ''sen'' bir şeymiş gibi davranırsın. ankesörlüden yakınlarına ulaşıp halini bildirirsin. iyiymiş gibi. çok göze alamazsın yaprak gibi yaşamayı. birkaç kuruş kazanıp içip, yazıp, içip, gidip, yazıp, içip, sızıp, gidip, yazıp, susarak ''tezer'in hayalet oğuz'una'' öykünmelerin bundan. göze alamazsın. soğuk sinemalarda kalitesiz filmler izleyip, organların birbirine çapıncaya değin koşmaları, üçüncü sınıf esnaf lokantalarını, tabureler üstünde uyuklamayı...
bir şeymiş gibi -bez çantalarda çiçek dürbünü-taşıyorsun, çatılara bakıp, kitaplar okumaya çalışıyorsun onunla. bak! diyorsun koş sen de bak. güzel çay demleyen insanlar hep arkadaşım olsa ya. hep çay demleseler. kırçıl kilimlere yan uzanıp sigara tüttürsem. öylesine yaşamak diyorlar buna.bir çeşit delilik.bedenini ve ruhunu amaçsız bir sömürüye kurban etmek istiyorsun da korkuyorsun. akıl, seni öldürüyor. mutsuz kılıyor. onlar mutlu. şarkı mırıldanacak, yemeklerinin fotoğraflarını çekebilecek kadar nasıl mutlular?
karoları sayarak, çizgilere basmayarak def ettiğin kötü talih, boğazladığın murphy, kötü ruh kovucuların, kelimelerin hep seninle.
fransızca bilmiyorsun ama bu konuşmana engel olmuyor. sokak adlarını fotoğraflaman niye. anlamayacaklar. deniyorsun. olmayacağını bildiğin halde deniyorsun.
tanrı ya da allah, artık hangisini kullanıyorsanız ona hatır koymaktır. böyle ezik tavırlar, melül bakışlar eşliğinde istenirse belki tutar hesabıdır. yaratıcıyı saf yerine koymaya çalışmaktır. dikkat edilirse saf yerine koymaktır değil koymaya çalışmaktır. çünkü o yemez böyle şeyleri.
şu güne kadar Allah'tan isteyipte elde etmediğim hiçbir şey yoktur. çevremdeki herkesin imkansız baktığı benim de zor umut edeceğim şeyleri bile.. olmaz diye bir şey yoktur!
her ne kadar olmayacağına kesin gözüyle de bakılsa içinden '' ya olursa '' diye bir ihtimal geçirip, bunun için mücadele etmektir.
belki çok sevdiğinden, belki senelerin verdiği gerginliğe bir son vermekten, belki de bir umuda tutunmanın verdiği hazdan faydalanarak
yapacağı işe anlamlar yükler. esasında yaptığı şeyin sonunda bir olumsuzlukla karşılaştığında '' ben uğraştım, mücadele ettim, kendimi
ifade etmeye çalıştım '' gibi cümlelerle kendini toparlamaya çalışır. mücadelecidir. herkes giderken o direnir..
imkansız değil belki; ama bize imkansız olanlardır...
ve olmayacağını bile bile istediğimiz şeyler her zaman vardır. bu isteklerimizden -zaman zaman- vazgeçtiğimizi düşünsek de, bırakmayız onları. çünkü o istek, olmama ihtimali ile, artık tutku olmuştur. ve tutku, çekicidir.