olaylara bakış açısının kime göre neye göre tadında da olsa olumlu yönde değişmesi, "gençlik hevesi"nin yavaş yavaş kaybolması, daha "mantıklı" yorumların yapılması.. zannımca yaşla pek de bi alakası olmayan olay.
not: kendimden örnek vermek gerekirse; 17 mart 2006 kayserispor beşiktaş maçı'nda johnson, gökhan güleç'in kafası tekme attı. bi arkadas "yavas lan yamyam" dedi. johnson da gerçekten tırnak içinde insan azmanına benzeyen bi zencidir bu arada. eskiden olsa gençlik ateşime yenik düşüp, asla yapmayacağım şey olan " ya zenci değil mi işte, insan değil ki" vs vs vs derdim, "sonradan" pişman olurdum ama şimdi öyle yapmadım, sadece yutkundum ve ".mına koyayım johnson" diyebildim.
Artık eskisi gibi her Hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım. ilişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak
edenlere saklıyorum enerjimi. istediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.
"Ben demiştim" ,"ben bilirim",
"ben zaten anlamıştım",
Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. ilişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
iyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen
kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor. Zamanın ne kadar kıymetli
olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de öğrendim gide gele. Boş geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde "HAYIR" demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.
Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar. Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Yasamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .
Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı. Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha şık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun. işte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor. Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk. Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek. inanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor. Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.
Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.
güzel bir can dündar yazısı olgulaşmak adına yazılabilecek en güzel şeyleri yazmış.
yüksek sesle değil, susarak bağırmanın daha anlamlı olduğunu anlamaktır. 'aptal kutusu' deyiminin bir espiri olmadığını fark etmek ve pc monitöründen yayılan ışığın gerçek ışık ile hiçbir alakasının olmadığını keşfetmektir. erdemin, yüksek bir değer, önemli bir dava uğruna ölmeyi istemek değil; o uğurda köhne ve düşmüş bir hayatı sürdürmeyi göze almak olduğunun bilincine varmaktır.
gidenin arkasından ağıt yakamayacak denli çok terkedilişi yaşamak ve 'ben' diye lafa başlarken, yıkılamayacak, tartışalamayacak, 'ben'in ne denli meşhur ve sevilir de olsa, renkler içerisinde sadece bir başka renk olduğunu bilmek ve bu hayatın bu dünyanın sen olmadan da idare edebileceğini, var olabileceğini bilmektir.
hayata daha sakin bakmaktır. gençliğin verdiği deli dolu hallerden sıyrılıp, daha olgun daha sakin durmaktır. daha az konuşup, daha çok dinlemeyi yeğlemektir. dünyanın kendi etrafında döndüğü hayalinden uyanıp sorumluluk almayı öğrenmektir. kısacası herşeye rağmen nefes almaya alışmaktır.
organizmanın türe özgü hazır oluş durumuna geldikten sonra çevre yaşantılardan bağımsız olarak belirli bir biyolojik düzeye ulaşmasıdır. zamanla oluşan anatomik ve fizyolojik bir gelişim sürecidir.yaş ve zekanın etkileşimi olgunlaşmayı sağlar. **
3 sene önceki haline gülerek bakmak ve ne salakmışım lan demek.
örneğin; 15 yaşındayken 12 yaşımda dinlediğimi müziklere iğrenç gözüyle bakıyordum. 18'ime geldiğimde 15 yaşındaki fotoğraflarımı yırttım. * 21'ime geldiğimde "lan liseden mezun olmuştuk ama bir bokun farkında değildik aq sınav sisteminin sonucu bunlar abcde ile nereye kadar aa di mi" derken 24'üme geldiğimde artık olgunlaştığımı bundan sonra bütün hayatımı bu minvalde ilerleteceğimi ve kendimden nefret etmeyip ilerde geriye dönüp baktığımda "ne salakmışım lan" demeyeceğimi hayal ediyordum ki aradan daha 3 sene bile geçmeden "allahım bu kadar salak olamam yahu" cümlesini kurmaya başladım.
işte hal böyleyken olgunlaşmak bir anda olan veya aniden farkedilen bir olgu değil. zamanla, süreç halinde gelen birşey. 3 sene önceki halini beğenmeme hali
26-30 yaş civarında yerini "lan ben niye hep salağım"a bırakıyor ki asıl olgunlaşma bundan sonra başlıyor sanırım.
4 sene sonra sözlük hala açık olur da buraya edit yaparsam söz, "salağım" demiyeceğim. **
insan belli bir zamandan sonra yarışmacı değil jüri olmalıdır, altın değil sarraf olmalıdır, değerlendirilen değil değerlendiren olmalıdır. olgunlaşmak budur.
zülfü livaneli - leylanın evi kitabından bir söz...
nedir büyümek? boyunun uzaması mı? bir ekmek markası mı? ben büyüdüm demek midir büyümek? ya da artık boya göre ölçülmeyen kavram mıdır? topuklu ayakkabı giymekm idir? ya da makyaj yapmak mı?
hiçbiri değil büyümek.
büyümek; bunları düşünürken geçen sürede ki değişimindir farkında olmadığın gelişmedir. olgunlaşmaktır büyümek. büyümek tecrübelerini boş levhaya kazımakla ölçülen kavramdır. küçücük boyunla, minik ellerin ve çıtı pıtı bedeninle, kocaman bir yüreğe ve akla sahipsen sen büyümüşsündür. olgunlaşmışsındır.
erkeklerin 3 5 senelik "aman sabahlar olmasın" modunu geçirmeden beceremeyeceği olaydır. kınamıyoruz. doğalarında vardır. artık o evreyi kaç yaşında yaşar orasını bilemeyiz ama 23 24 yaşlarında bitirmiş olmaları patolojik olmayan sonuçlar doğurur. ki sonrasında durulup normal bir hayat kurabilsinler.