Bir insan kendi varoluşunun kendi aktif uğraşlarına yöneltmekte ne kadar başarılı olursa, sevme ve mantık yürütme güçlerini ne kadar geliştirirse, sosyal rolü aracılığıyla ona verilmiş değilde daha çok özbenliğinin özgünlüğünden kaynaklanan bir kimlik hissine ne kadar sahip olursa, kendi özgürlüğü ve bütünlüğünü kaybetmeden başkalarına karşı ne kadar verici olabilir ve diğerleri ile ne kadar ilişkili olursa ve kendi içindeki diğerlerinin içindeki insanı olan hiçbir şey ona yabancı olmayacak sekılde bilinçdışının ne kadar çok farkında olursa, güçsüzlük hissi ve dolayısıyla onu tamamlayacak arayışlarının gereksinimi de o oranda az olur. işte o vakit olgun insan olunmuştur.
Sorunlarla başederken sakinliğini muhafaza edebilen, herhangi bir konuda kendisiyle karşıt fikre sahip biriyle bile empati kurabilen, varlığıyla bulunduğu ortamı güzelleştiren insan.
Benim o insan yani nasıl desem 17 yaşımda olmama rağmen akranlarım ile karşılaştırıldığımda onlara oranla daha fazla olgunum. Bunun nedenleri ilk olarak abimin ailemizde engelli olarak dünyaya gelmesi neden oldu. Yani abimin engelli olması bana dünyada sadece benim olmadığımı ve dünyanın benim çevremde dönmediğini öğretti. Küçük yaştan itibaren ailem ile beraber abimin sorunları ile uğraştık ve bu sorunlar bana gerçek hayattada bişeyler için gerek abim gerekse ailem için savaşmam gerektiğini öğretti. Kendimi düşünmüyosam bile annemin bana dediği biz tek umudumuzu sana bağladık lafını duyduğumdan bu güne pes etmemem, edemeyeceğimi anladım. Abime yardımcı olmak bende yardımseverlik duygusunu geliştirdi. Gerek engelli bireylere gerekse yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu öğrendim. Diğer arkadaşlarım konusuna gelirsek. Benim yaşımdaki diğer kişilerin hayatında üzülmeye değmiyecek konuları anlatıp ağlamalarından nefret etmeye başladım. Yani sanki kendi üzerindenki dert dünyanın en kötü derdiymiş gibi davranıyolarlar ve sanki bu dünyada onlardan başka kimse üzülmüyor diye düşünüyorlar.