insanın doğumu nasıl sürprizse ölümüde öyledir. biz ne kadar doğal bir şey desekte değildir işte. doğum zor, ölümde öyle. ancak öldükten sonra daha da zor olan vefat edenin arkasında bıraktığı eşyalardır. kişi ölür, hastaneye gider ve ya hastanede ölmüştür, morga kaldırılır, bir yakınını çağırıp özel eşyalarını elinize verirler. işte o an ölümün ne kadar gerçek olduğu suratınıza sizi uzun bir süre ağlatacak ağır bir tokat gibi vurur. elinizde bir kutu, içinde eşyalar, onlar size bakar siz onlara bakamazsınız çünkü ağlıyorsunuzdur.
cenaze kalkar, taziyeleri kabul edersiniz ancak eşyaların siz atmadıkça hiçbir yere gittiği yoktur. daha acısı her eşya bir anı taşır ve bakar bakar yine ağlarsınız. oysa eşya cansızdır, anlamsızdır ve sadece kullanırsınız. yani tek taraflı bir çıkar ilişkisi içindesinizdir. ancak işte o anda eşyalar sizden intikam alırcasına hayatınızı karartır. düşünen, her şeye bir anlam verme telaşında olan insan, bunun acısını, zararını belkide en çok böyle durumlarda görür.
şu anda televizyonda suna pekyuysal'ı bekleyen bir çift beyaz terliği görünce aklıma babamın eşyalarının bir kutuyla elime verildiği gün aklıma geldi. tek bir cep telefonuna bakıp dakikalarca ağladığımı hatırlarım. işte o an asla unutulmayan anlar arasına ilk 10'dan girer.
bazı yerlerde geleneklere göre bu eşyalar, kapının önüne bırakılır ve ihtiyacı olanlar buradan alır. bunun özellikle ayakkabılar için yapıldığına şahit oldum.
ölen kişinin arkasında bıraktığı bir eşyayı görünce insan, "işte!" der. "işte, dün üzerinde bu vardı." "bak işte cüzdanı. cüzdanına özenle koyduğu, çıkardığı yeni kredi kartı." "şapkası!" "nasıl da boynu bükük kaldı..."
acı verir, üzerine kokusu siner ölenin.
az biraz maddi değeri olan eşyalarsa, mirasçılarını birbirine düşürücek olan varlıklardır. hiç kalmaması ölmeden önce elden çıkarılması daha iyidir. bir ağaç için bir ömür boyu konuşulmayan kardeşler vardır.
kendi ailemden şahidim ne yazık ki...