herkesin içten içe istediği ama söyleyemediği şeylerden biri. herkes okunmak ister, yazdıkları beğenilsin, akıllarda yer etsin diye çaba sarf eder. peki nedir okunmak, neden bu kadar önemlidir insan hayatında, nasıl bir gizil güce sahiptir? bu soruların cevapları bile okunmayı tanımlamak için yetmeyebilir, belki de çok daha geniş bir yelpazeye sahiptir, neticede bu bir vitrin. vitrin diyorum çünkü okunmak isteyen kişi düşüncelerini ve duygularını okuyucu için sergiler, bazen tam tersi de olabilir. genel kanı okunmak için yazılır, kişi kendi okuduklarından sıkılır veya çok da tatmin olmayabilir. insanın doğasında vardır beğenilmek, bir çeşit estetik kaygıdır ki bu okunmak da bu tünelin içinde yolculuk yapan vagonlardan biridir. mesela burayı ele alalım, sözlükte sürekli okunan, oylanan yazarlar vardır; aksi yönde pek fazla okunmayan ve pek fazla oylanmayan yazarlar da mevcuttur. bu zıtlığın çarpışmasının bile nedeni okunma kaygısıdır. okunan yazarlar iştahlanır, olayı gereğinden fazla içselleştirir, bazen kendisi gibi yazmaktan ve kendisi gibi düşünmekten uzaklaşır ki bunu burada diğerlerini taklit eden yazarlar çok çıplak biçimde sergiliyorlar. neyse bu olayın spesifik bir yönü, biz genel hatlarından bahsedelim. düşünsenize özel hayatınızla ilgili yazdığınız yazıyı yüzlerce kişi okurken, bir başkasından bahsettiğiniz yazıyı pek fazla okuyan olmaz. bu hep dikkatimi çekmiştir ki yazıyı içselleştirdikçe kitleyi çekme oranınız artar, yani benleştiğiniz sürece okunmma olasılığınız ve bundan haberdar olma eşiğiniz giderek artar. hiç okunmayan insan olmadığına kimse inanmaz, herkesi birileri okuyordur ama önemli olan okunmaktan ziyade okunduğunun farkında olmadan yazabilemektir. yazarın kelime dünyasına sığdırabildiği ne kadar uydusu varsa o kadar tutulma yaşar.