Hatırlayın...
Rus kızı, ahtapot gibi uzanan ellerden kurtulmak için Taksim'de otobüs durağının üstüne tırmanmıştı, ayakkabısı çıkmıştı, çorabını çekiştiriyorlardı aşağıdan, külotunu cep telefonuna kaydediyorlardı. Alman kız taksicilere, Litvanyalı kız eczaneye, Hırvat kız benim kameramana sığınmıştı, kazağı duruyordu ama, sutyeni yırtılmıştı, sutyeni... Bacaklarını açıp göstermek istedi, rtük var dedik, kollarını sıyırıp gösterdi, mosmordu. Salyalarını akıta akıta sırıtanlar, 50'şer lira filan ödeyip, çıktılar.
*
Aramıza döndüler.
Otobüse, vapura, tenhaya.
*
Tecavüz ederken suçüstü yakalanan adam, henüz tecavüz gerçekleşmediği için ''yarım kaldı'' indirimi aldı bu memlekette... Tecavüzünü kameraya kaydeden sapık ''eski sevgilisiymiş'' indirimi aldı. ''Tecavüzde bağırmıyorsa, rıza göstermiş sayılır'' indiriminden faydalanan var. Üvey kızına tecavüz edip, ''kızın ruh sağlığı bozulmadı'' raporuyla indirim alan var. Ormanda saldıran, döve döve çırılçıplak soyan, ancak, astım krizi geçirerek bayılıp yakalanınca, ''orası ıssız bi yer, isteseydim yapabilirdim'' indirimi alan var. Tecavüz edip, hamile bırakan, sonra da ''zaten bakire değildi'' indirimi alan var. Tanımadığı birine saati soran eşini delik deşik ederek öldürüp ''cilve yaptı'' indirimi alan var. Eşini katledip, ''kot giyiyordu, piercing takıyordu, çantasında doğum kontrol hapı buldum'' indirimi alan var. Kadın programında, ''babam bana tecavüz etti'' diyen kızını öldürüp, ''babasını kamuoyunda mahcup etti'' indirimi alan var. Mahkemeye takım elbiseyle geldi diye ''iyi hal'' indirimi alan seri tecavüzcü var.
*
Bakın, daha bu hafta...
Denetimli serbestlik yasası çıkarıp, bismillah, ilk kimleri bıraktılar?
Kadın dövenleri.
*
Hırt cumhuriyetidir.
*
Amerikalı kadının öldürülmesinden daha vahimi... Kadının öldürülmesine hiç kimsenin şaşmamasıdır!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hazretlerine, ikide bir demir ağlarla kim örmüş, hep biz ördük deyip duruyorsunuz, Atatürk zamanında
yapılanları sıfıra indiriyorsunuz. Eğer biraz tarih bilseniz bunu söylemeye utanırdınız,
yüzünüz kızarırdı. O günkü örülen demir ağlar yalnız tren yolları değildi: güçlü eğitim, güçlü ekonomi, güçlü
demokrasi, güçlü laiklik temelleri atılmasaydı, ne siz bugün o mevkie gelebilirdiniz, ne de
gösteriş olarak başlarını örttürdüğünüz, yüzleri gözleri boyalı eşlerinizi gavur ülkelerine
götürüp, gavurların ellerini sıktırabilirdiniz. Özendiğiniz müslüman ülkeleri arasında hangisi bizim ülke gibi?
Kendi kıyafetinizi bile o demir ağlara borçlusunuz. Hazinesinde borçtan başka bir şey olmayan Osmanlı devleti yıkıntısı üzerine kurulan Türkiye
Cumhuriyeti, toprağından bir damlasını satmadan, kimselerden borç almadan, bir taraftan
Osmanlının, diğer tarafta yenilmediğimiz halde yenilmiş sayıldığımız Birinci Cihan Harbi
borçlarını öderken, yapılan işler yanında sizinkiler çocuk oyuncağı kalır. Okuma yazma, hatta sabun kullanma bilmeyen, verem, sıtma, zührevi hastalıklar, trahom gibi
bulaşıcı hastalıklardan kahrolan zavallı fakir bir halk. Devletin geliri bu halkın verdiği
vergilerdi. işte o vergilerle o alay ettiğiniz demir ağlar yapıldı. Kısa zamanda elin parmakları sayımında doktorların özverileriyle hastalıkların önü alınmaya
çalışılırken neler yapıldı neler! Koskoca ülkede bir çimento fabrikası yoktu. O yüzden evler kerpiç denilen çamurla
yapılıyordu. Şeker fabrikamız yoktu. Rusya'dan gelen şekerleri bugün gibi hatırlıyorum. Evet
şeker fabrikaları, çimento fabrikalar, kâğıt, silah, uçak fabrikası, kumaş fabrikaları kuruldu.
Hem de ülkenin batısından doğusuna kadar dağıtıldı bu fabrikalar. Avrupa'dan bize, yenilemekte olduklarıfabrikaların eskilerin ucuz fiatla satmak istediler.
Eskiyi almak yine geri kalmışlıktır, diye alınmadı. Batıda Atatürk Fabrikaları diye adlandırılan
o fabrikalar tiyatro, spor müzik, salonları ile bir kültür merkezi, çalışanlara her türlü rahatı
sağlayan bir sosyal kurumdu. Ama bu fabrikalarda çalışacak biraz olsun işten anlayan
işçimiz, teknisyenimiz, mühendisimiz yok gibiydi. Bunlardan bir kısmı burada bizim
insanımızı eğitmek için dışarıdan getirtildi bir kısmı da Rusya'ya eğitilmek üzere gönderildi. insanımız o kadar yetenekli idi ki, kısa zamanda gerekli olanları öğrendi ve işleri ele aldı. O yüzden Atatürk, ''Türk çalışkandır, zekidir'' demiştir. Siz ise başa geçer geçmez alın teri ve
büyük bir özveri ile yapılmış o güzel tesisleri satıp satıp yediniz, yedirdiniz. Ülkenin doğusu ve batısı düşman eliyle yanmış yıkılmıştı. Bir taraftan onlar onarılıyor,
hastaneler okullar yapılıyor, diğer taraftan Ankara bir başkent olacak şekilde
yapılandırılıyordu. Hemen hemen hiç kara yolu yoktu. Onun için Atatürk, Osmanlı devleti zamanında ne olurdu
her vilayet senede bir kilometre yol yapsaydı, 500 yılda beşer yüz kilometre ile şehirler
birbirine bağlanacaktı, demişti. Olan demir yolları da yabancıların elinde idi. Yalnız o mu daha bir çok kurum yabancılara aitti. Bütün onlar ellerinden alınarak ülkenin
malı yapıldı. Onların üzerine 3.000 kilometrelik tren yolu yapıldı ki, o zaman şimdiki gibi
dağları bir anda oyacak makineler yoktu. Tüneller kazma ile kazıldı. Elde onları planlayacak
hesaplayacak mühendisler yoktu. Hatta trenlerde çalışan makinist gibi memurlar bile hep
Rum, Ermeni olduğundan bu konuda çalışacak insanımız da yoktu. Onun için böyle kimseleri yetiştirmek üzere okul açıldı. Tren rayları yapmak için fabrika
kuruldu. Şimdi ki gibi ne gerekse dünyanın her yerinden getirilmedi Kilometrelerce kara yolu
köprüler yapıldı. Demir ağın bir ayağı olan çağdaş eğitim ne kadar önemliydi. Batı araştırmalarda icatlarda
almış yürümüştü. Ama biz de ne doğru dürüst ilk okul, lise ve ne de araştırmalar yapacak
üniversite vardı. O yüzden Osmanlı devleti geri kalmış ve yıkılmıştı. Okullar açılsa eğitecek
kimse yoktu. O yoklukta bir çok alanda eğitim almak üzere Batıya başarılı pek çok gencimiz
gönderildi. Onlar daha yetişmeden Hitler'in Yahudi oldukları için işlerinden attığı çok değerli bilim
insanlarının bize sığınmak istemeleriyle onlara açılan kapılarımız sonucu büyük bir eğitim
atılımı başladı. istanbul'da Darülfünun denilen okul tam bir üniversite oldu. Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi fakültelerle Ankara Üniversitesi'nin temeli atıldı. Gelenlere
istedikleri kitaplıklar, laboratuarlar sağlandı. Onların derslerini Türkçe'ye çevirecek
çevirmenler bulundu. Bunların hepsi para ile oluyordu. O paralar, o fakir halkın vergileriyle sağlanıyor, kimseye para yedirilmiyor, rahmetli
Başbakan inönü kimseye bir kuruş yedirmem diye bar bar bağırıyor, yedirmiyordu. Böylece
güçlü bir eğitim temeli atıldı. O yüzden Başbakan hazretleri! istediğiniz dalda uzmanları
elinizin altında bulundurabiliyorsunuz. Bundan sonra imam Hatipler'de yetiştireceğiniz dindar ve kindar o zavallı gençleriniz, Allah'a
dua ederek, yalvararak size yardımcı olurlar. Böylece elinize aldığınız bu güzel ülkeyi
kendinizle toprağa gömerek tarihe kara harflerle geçersiniz.
Muazzez ilmiye ÇIĞ
25.08.2012
Bir ağacın gölgesinde adam, felsefe kitabı okuyordu. Sorular üstüne sorular adamın kafasını karıştırmıştı. Başını kaldırıp ağaca baktı.
“Keşke ağaç olsaydım, hiç düşünmeden yaşasaydım.” dedi.
Birden ağaç dile geldi: Ben düşünmüyorum belki ama düşünen insanlara o kadar çok ders verebilirim ki.
Adam heyecanla: Seni dinlemek isterim.
Ağaç konuşmaya başladı: At o felsefe kitabını elinden, şimdi bana bak ve beni dinle sana on tane hayat dersi vereceğim.
Adam heyecanlanarak: Tamam
Ağaç: Dinle o zaman, dedi ve hayat dersini sıralamaya başladı:
1- Ağaç yaş iken eğilir ya da doğrulur. Her şeyin bir zamanı vardır. Hayat öğrenme sürecidir ama zamanlaması çok önemlidir. Siz de bilirsiniz ki “yaşlı köpeğe yeni oyunlar öğretilmez.” “Yaşlı kurda yol öğretilmez.”
2- Düşen ağaca balta vuran çok olur. Onun için hayatta düşmemeye dikkat etmek gerek; güçlüyken gölgene sığınanlar düşerken baltayı alıp sana koşarlar.
3- Bizi yok etmeye çalışan baltanın sapı bizdendir. Her zaman dış düşmandan korkmayın. iç düşman daha tehlikelidir. Sizin gibi görünüp size hainlik edecek insanlara dikkat edin. Dişi kıran, pirince en çok benzeyen beyaz taştır.
4-‘Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir” (Cemil Meriç) insanı geliştiren mükemmelleştiren zorluklardır. Büyük adamlar büyük engellerle karşılaşıp onu aştıkları için büyük adam olurlar. Büyük devletler büyük badireleri atlatarak büyük devlet olurlar. Uçurtma rüzgara karşı durduğu için yükselir. Engelleri fırsat bilmelisiniz.
5- Bir ağacın kökü ne kadar derinse boyu o kadar yükseğe çıkar. Kökleri zayıf olan büyüklüğü taşıyamaz. Onun için kökünüze sahip çıkmalısınız. Kökünü unutan ya da yok sayan bir ağaç ayakta kalabilir mi? Bir ağaç gücünü gövdesinden değil kökünden alır. Sizin de tarihiniz olmazsa nasıl geleceğiniz olacak? Tarihinizi yok sayar ya da unutursanız nasıl geleceği inşa edebilirsiniz?
6- Ağaç yapraklarıyla gürler. Bir insan da ailesiyle, sosyal çevresiyle güzel olur; onlarla tamamlanır. Onlarla varlığını hissettirir. Onun için sosyal ilişkileriniz önemlidir.
7- Hiçbir ağaç acaba bahar gelecek mi, çiçek açacak mıyım diye düşünmez. Kök, gövde ve dallar görevini sessizce ve sabırlıca yaparlar. Siz de baharın gelmesini bekliyorsanız görevinizi şamata etmeden sessizce, hakkıyla ve sabırla yapmalısınız.
8- Meyveli ağacı taşlarlar. Bilgili, becerikli, başarılı insanlara haset eden çok olur. Bir işe yaramayan, niteliksiz, silik insanlar kimsenin umurunda olmazlar. Onun için başarılı insanlar atılacak taşlara mukavemet edemezlerse başarılarını sürdüremezler.
9- Her ağaç kendi toprağında büyür. Ağaç ancak uygun toprağı bulması halinde gelişmesini sürdürür. insan yetenekleri de öyledir; ağaç tohumu gibidir. Uygun zemin bulursa gelişir, yoksa çürür gider.
10- Beşikten mezara kadar ağaca muhtaçsınız. Çocukken beşikte, ölünce tabutta bizimle berabersiniz. Bize hep odun gözüyle bakmayın. Biraz da ibret gözüyle bakın. Sözü şöyle bitireyim, insanların kulağına küpe olsun. “Her şey bir ağacı sevmekle başlar.” Bundan sonra bir ağacın yanından geçerken durun ve şarkımızı dinleyin.
Adam ağaca tekrar baktı, “Aslında odun olan bu ağaç değil benmişim meğerse” diye geçirdi içinden.