adrenalin için yapılan en iyi ergen aktivitesi, tabiki bu herkes için geçerli olan bir atraksyon değil. kişinin fantezi dünyasının zenginliğiyle alakalı bir şey belki de. ilginçtir ki bunglee jumping bile bir okuldan kaçmak değildir benim için efendim. orgazm anının orgazm noktasıdır.
*
bir mayıs ayı. havalar ısınmaya başlamış çoktan. üç beş yıl öncesiydi yanılmıyorsam ya ikinci sınıfım ya da üç. bulunduğum şehir itibariyle isminden en çok söz ettiren, adıyla şanıyla bilinen bir kadının müdüre olduğu bir okul. hocalar da dahil olmak üzere bütün herkese kök söktüren bağırıp çağırmasıyla meşhur bir kişilik. örnek bir üvey ana tiplemesi. son derece dominatriks. içindeki liderlik arzusunu etrafındaki herkes üzerinde domine edebilmiş, istediği disiplin anlayışını tam olarak oturtmayı başarmış antipatik ender insanlardan bir tanesiydi. son derece korkunçtu gözümüzde o zamanlar. ve hava çok sıcaktı.
lise yılları üniversite gibi değil tabiki. havası başka. o vakitler dersler sorun değildi sınav geceleri çalışılıp bir şekilde hallediliyordu. ve hala uyum sağlayamadığım yeni sınıfımı düşünmek, saatlerce ders dinlemek zorunda olacağını bilmek işkencenin kendisiydi. hava çok güzel, etraf cıvıl cıvıl. çiçekler böcekler falan. havanın güzelliği insanların yüzüne vurmuş. böyle şeyler bende neden ters teper anlamam zaten. ilk defa bu kadar gariptim. onca tanıdık arasında bile bir bıkkınlık var içimde. gürültünün içinde masum bir sessizlik.
derken sınıfa çıkılır. hocaların sınıflara dağılma sürecinde eski sınıf arkadaşlarıyla koridor önünde boş muhabbetler edilir. her zamankinden daha bunaltıcı muhabbetlerdir bunlar. kafa bambaşka yerdedir. zihnindeki şeytan her geçen saniye beyin hücrelerini daha fazla sömürmektedir çünkü. zaman epey azalmıştır. stres gitgide doruklara uzanırken dayanamayıp eski yakın ahbaplardan bir tanesinin yanına gidilir. bu ahbap, içlerinden seçilmiş en kolpa en maceraperest adamdır. o an rastgele de olsa zekice bir seçim yapılmıştır. bugün bile hala yakın bir dosttur. her neyse sessizce yanına sokularak,
-hadi kaçalım.
+lan git manyak mısın.
-çıkalım gidelim şurdan sonra bütün gün bizim.
+oğlum saçmalama boku yeriz.
-yakalanırsak da yakalanırız ben gidiyorum (hehe)
+ya bırak oğlum nereye gidiyorsun
-hadi lan oğlum ya
derken bir sessizlik olur. gaza gelen arkadaş o an kaldığı ikilem ile savaşmaktadır. bir kaç saniye geçtikten sonra bu iyi gün dostu arkadaş hoca gelcek şimdi ben sınıfa geçiyorum diyerek poposunu döner ve sınıfına girer.
bu anlattığım içinde bulunduğum şehrin en çok disiplinize edilmiş, katı kuralları olan, içinde çalışkan öğrencilerin bolca bulunduğu okulda daha önce kaçma girişiminde olan bir kaç kişiyi ve başlarına neler geldiğini bilmekteydim. ama az önce zekice ama tesadüfen diye belirttiğim, daha önceden kaçma eylemini temiz bir şekilde yerine getirmiş bu x kişisi bilinç altına yerleşmişti ki tamamen içgüdüsel olarak ona yönlenmiştim. ve bu söylediklerimi o an da düşünerek ona hak vermiştim.
bozguna uğramış düşler, kırılmış kalpler, yıkılmış hayaller. aman da aman, paşa paşa sınıfa girilir ve sıraya doğru otururken kapıda bir şey dikkat çeker. az önceki bu arkadaş bir elinde defterleri diğer elinde polarıyla "gel gel" işareti yapmaktadır. yavşak gibi sırıtarak sınıftan apar topar çıkılır.
daha önceden tecrübesi olan bu arkadaş, koridorun arka taraftaki merdivenlere doğru koşmaktadır. ben ise ne yaptığımı bilmeden ona ayak uydurmaktayımdır. "patron sensin ahbap" diyerekten. koridorun sonunda merdivenlerden aşağıya üçer beşer atlanır. o esnada kapıların kapanma sesi ardı ardına gelmektedir. "güm","pat" "çat". evet hocalar sınıflara giriyor. ulan bu kapıların sesleri bana daha önce hiç bu kadar farklı gelmemişti. derken arkadaş ani bir fren yapar. koluyla yolumu keserek benim de durmamı sağlar. gözlerinin ucuyla duvar köşesinden koridoru kolaçan eder. ve hemen karşıdaki erkek tuvaletine sıçrayarak girilir.
içinden hayran hayran "vay amk" denir. hakikaten "vay amk" dir bu olay.
birimiz tuvaletlerden bir tarafa diğerimiz öteki taraftaki bölüme geçer ve sessiz bir bekleyiş başlar. on beş yirmi dakika süre beklenilmesi gerekmektedir. bu heyecan dolu anlarda heyecan dolu hayaller kurulur. "susuz çöller yeşerecek", "güneşi göreceğiz!" gibisinden ara ara kısa süreli hayal dolu, fısıldamalı sohbetler olur. ve derken vakit gelmiştir. etraftaki ayak sesleri durulmuştur. zemin kattaki kazan dairesinin olduğu koridora kadar inilir. koridorun sonunda bahçeye açılan giriş kapısının ve nöbetçi öğrencilerin olduğu kısım vardır. yolun sonuna gelindiğinde önce bir durulur ve arkadaş "gel" diye spor salonunu olduğu kısma hareketlenmek ister ki bu sefer hamle sırası bendedir. onun fikri spor salonunun kapısından arka bahçeye doğru dolanmaktır ki kolundan tutarak oradan birilerinin bizi görmeden geçebilme ihtimalinin çok zayıf olduğunu dile getirerek yukarıyı işaret ederim. kantin penceresinden arka bahçeye. iki farklı fikrin de ortak noktası. arka bahçe.
yine hızlı adımlarla kantine girilerek ve yanından geçtiğimiz kantinci teyzeye yapmacık bir şekilde hafif tebessümlü hafif de kafayı öne eğmeli trajikomik bir şekilde selam verildikten sonra. pencereye gelinir. buranın dezavantajı atlayacağımız yerin müdürün odasının hemen alt tarafı oluşuydu. yalnız tam bu esnada uzaklardan bir çığırtı kopmaktaydı. kadın çığırtısı. evet gulyabani! yine yukarıda birilerini azarlıyor. bağırıyor, çağırıyor. adrenalin artık dorukta. tüyler diken diken olmuş. hemen telaşla pencerenin eşiğine ayağımı attğım sırada arkamdan bir güç beni geriye doğru çeker ve yere savurur. evet arkadaşım x. lan bu adam bu kadar güçlü müydü diye içten geçirilirken sesin yaklaşmaya başladığı hissedilir. sövmeye bile vakit yoktur. sizden önce atlayan arkadaşın peşi sıra atlanır. "güm".
bizim için farklı olarak kaçmanın en büyük dezavantajı ise okul etrafında her yerin tarla bağ bahçe, inşaatlar ve dikenli teller oluşuydu. ok yaydan çıkmıştı artık. yarı hızlı koşar şekilde arka bahçeye doğru gidilir. hızlanırsın hızlanırsın. bir anda kendini tüm gücünle koşarken bulmuşsun. tellerin olduğu kısımda ise bir başka dert kameralar. polarlar kafalara geçirilir. en azından kameraların bakış açısı bizi yandan göreceğinden yüzümüzü saklamak için yeter de artar bile. önümdeki arkadaş bir sıçramayla tellere tutunur. ve bir rambo gibi tırmanmaktadır. yaptıklarının aynısını yapmaya devam edersin. kitaplarını tellerin ardındaki tarlaya fırlatır. onun kadar olmasa da sana sonradan gelen ilahi bir güçle zor da olsa telleri aşmışsındır.
ben yukarıya doğru adımımı atarken. bu arkadaş yukarının tehlikeli olduğunu, müdür yardımcısı odasından o kısmı karşıdan gördüğünü bildiği için ordan dolanmanın tehlikeli olduğunu söyler. ve bir komando gibi uzun otların içinden yarı sürünerek, yarı koşarak aşağı yola doğru hızlıca ilerlerken onu takip etmekten vazgeçersin. çünkü nefesin kesilmeye başlamıştır. ve eğilmeye kalkıştığın anda yere yuvarlanmaktasındır. kendi bildiğini yaparsın ve yukarıya doğru koşarsın. artık yollar ayrılmıştır. tek başınasın ahbap! ve gelmişsin bir bakmışsın ki çocuğun dediği gibi müdür yardımcısının tam karşısını gören noktaya gelmek üzeresin. geçmek mümkün değil. gözlerin hemen üst taraftaki yarı kulübe yarı terk edilmiş eski tek katlı ev görünümündeki yere kayar. düşünecek vakit yoktur. tek çare evin arkasından dolanmaktır. artık yaptığın hamleler, verdiğin kararlar bilinçsizdir. koşmaya devam edersin. kulübe görünümlü yerin bahçesindeki ahşap engellerden atladıktan hemen sonra bir titreme. yüzün buz kesmiş. kasların donmuş. karşında bir köpeğin havlama sesi kulaklarında patlamış. hayvanın dişlerinin birbiryle carpışma sesini duymuşsun. ağzının kokusunu hissetmişsin.
hatırladığım fotoğraf karesi havada asılı duran bir köpek. yüzüme isabet ettiremediği korkutucu dişler. bağlı olduğu telin uzunluğunun aradaki mesafe ile yüzünü parçalamaya yetmemesi. işte birilerinin seni kutsadığı an. tanrım bu yaşadıklarım da neydi böyle. duyduğum insan sesleri "korkma korkma bağlı", " bağlı korkma!" kimin söylediğini bilmiyorum ve görmüyorum. kaslarımın çözülmesini bekliyorum sadece artık bitsin istiyorum bu işkence. yol ayrımım da yoktu. koştum yeniden yukarıya koşuyorum hiçbir şey düşünmüyorum. sadece bir şey gördüm. okulun giriş kapısı. evet okulun etrafında bir yerlerdeydim hala. sanki kilometreler boyu koşmuşum ama hala buralarda bir yerlerdeyim yol bitmiyor, tükenmiyor. işin dua kısmı başlamıştır artık aklına dua atmekten başka bir şey gelmiyor. ama şimdi bir fark var okulun giriş kapısının bir sokak arkasındaki caddeyi görebiliyordum. evet hayal meyal hatırlıyorum. bir kaç araba geçiyor. yeşil vadi görülmüştü.
karşımda duran dikenli tellere bakıyordum. tek engelimdi. üstünden atlamak yerine altından sürünerek geçmeyi tercih ettim. ve gidemedim. takılmıştım. bit artık diyordum artık bit gideyim! ellerimle defalca dikene takılmış gömleğimi kurtarmayı denedim ama nafile. yapacak bir şey yoktu. gömleği yırtarak kurtulacaktım. birisi arkamdan bağrıyordu. "oğlumm oğlumm!" bu hangi müdür yardımcısının sesiydi? ulan hepsininkine benziyordu. seçemiyorum. artık mahvolmuştum. korkuyordum. devam ediyordu sesler "oğlumm" sonunda olan olmuştu artık düşünecek fırsat yoktu. gömleği yırtıyordum bir iki üç derken karşımda iki ayak gördüm. yandaki inşaat da çalışan bir işçiydi. yanıma geldi hiç ses etmeden sakince gömleğimi düğümden kurtardı. teşekkür bile etmedim. neden etmediğimi bilmiyorum. sadece içimden kaçıp gitmek geliyordu.
artık içimde tamamen tükenmiş olan enerjimle okuldan metrelerce uzaklaştığım halde gücüm yettiğince koşmaktaydım. tehlike artık bitmişti ama içimden öyle geliyordu. az önce duyduğum seslerinde hayali olduğunu farkettim. o sesler dışarıdan gelmiyordu. tamamen kendi içimden uydurup da farkedemediğim seslermiş oysaki. o değil de filmlerdeki kabus sahnelerinin o ekolu seslerinden oluyor ha işte tam ondan.
artık koşmuyorum, bitkin bir şekilde yürüyorum. otobüs durağı elli metre ötemde. oraya doğru gidiyorum. artık özgürsün. tarifi mümkün olmayan duygular. durağın karşısındaki marketten çıkan bir çocuk . evet x. elinde iki pet şişe su. kendimi otobüs durağının oturaklarına bırakırken bir yandan da kana kana su içiyoruz. kalan suyu üzerinden ter damlayan suratlarımıza boşaltıyoruz. konuşmuyoruz. oturuyoruz ve birden kafamızı çevirip aptal aptal birbirimize bakarken bir kahkaha kopuyor. işte orgazm kahkası!
bir önceki gece annemin mutfaktaki paketinden yürüttüğüm üç beş dal palmal marka sigarayı cebimden çıkartıyorum. hepsi kırılmış. geriye sağlam iki tane kalmış. işte orgazm sigaraları. belki de hayatımda içtiğim en keyifli sigara. derken otobüs gelir. lise yıllarının okuldan şehir merkezine olan en güzel yirmi neş dakikalık yolculuğu yapılır.
o gün diğer okullardan arkadaşlar çağrılır. kızlarla buluşulur okey batak vb. oynanır. nargile içilir, sahile gidilir vesayre. okul çıkış saatinde eve gidilir. günün nasıl geçti diye soran anneye "harikaydı" denir. işin öz noktası daha önceden yapılan buradaki çoğu aktivitenin daha önceden böylesine haz vermemiş olması idi. içimde yaşadığım bu heyecanın The shawshank redemption'u izlerken yaşadığım heyecanın aynısı olmasıydı.
*
ehe okuldan kaçmak her zaman kötü örnek olabilecek bir davranış değil aslında, eğer okuduysan. bazen andy'nin hapisteyken düşlediği ada gibi. tutkudur, umuttur. okuldan kaçmak güzeldir lan işte. hayat güzel. ipleri koparmak ,özgürlüğe koşmak güzel. yaşananlar güzel. işin kötü yanı yaşanmış bu hikayeyi, burda satırlarca yazarak bile tam olarak tarif edemediğim o eşsiz duyguları bir daha yaşanmayacak olcağının bilincinde olmak . o yüzden eğer ben senin abin isem, ve lisede ne yaptın diye sana sorduklarında. "okuldan kaçtım" demelisin. tıpkı benim gibi.
Bide kızlı erkekli kaçılıyorda dünyanın en zevkli olayıdır daha sonra bir kafeye gidilir oturulur çaylar kahveler içilir sohbet edilir o çay kahve ve sohbetler dünyanın en iyi şeyidir.
hiç yapmadım, ihtiyacım da olmadı zaten. bulunduğum şehirde okulu asınca gideceğim yerler yoktu, internet kafeyi veya playstation kafeleri de ben sevmezdim. lisede zaten sınıfın en arka sırasında oturuyordum, keyfime göre takılıyordum.