"ölü bir kente sürülmüş, tutuk
sinsi bir sokakta tek başına
sorumsuz bir denizde gülümser
bencil renklerden uzak, benekli
külü eşildi mi ışıl ışıl
her türlü sevgide yaprak veren
dağıtmadan, bölüşmeden yana
özgürlükten, yoksullardan yana
başka biri durmadan ve kendi"
ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
boğazımda düğümleniyorsa lokma,
buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
denize bile iştahsız bakıyorsam,
hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
bu darağacı suratlı toplum.
Eski bir aynada çoğalıyordum. Birden
On, onken yirmi; büyüyor kalabalığım.
Fırıncı, demirci, sabuncu, meyhaneci;
Deniz ben, sokak ben, ağaç ben, yalnızlık ben.
Kendimi içiyordum bardaktan, kendimi
Dişliyordum elmada.Yat kalk, uyu uyan
Çevreye serptiğim benler içinde ben
Sonra gün battı, morardı dağların ardı.
Bir kuş öttü ovada, başka bir hamurda,
Aynamızda ay ışığı gibi yansıyan.
Madem ki maksat barış
Yurtta barış
Cihanda barış
Salla gitsin atom bombasını
Mister Fışfış
insan dediğin nedir
Abur cubur
Olsa da olur
Olmasa da olur
Maksat barış
Yurtta barış cihanda barış
Kendi savaş
Adı barış
Ama yanarmış yıkılırmış
Boş veeer
Maksat barış.
Kireç badanalı duvara
kömürle adını yazdım
bir gemi resmi çizdim üstüne
balıklarını dizdim
gemi aldı götürdü seni
tükürdüm mavisine
sildim denizlerini bozdum.
Hangi saatlerde ve nasıl ben de bilmem!
Budarım umutlara sarkan kollarımı.
Ay kızarır ve batar. Yontma taşlarımı
Kaldırıp şileplere, rüzgarlı kıyıda,
Bir mamut iskeleti hızıyla macuna,
Dağ gibi bulutların öfkesi altında.
Hangi saatlerde ve nasıl, ben de bilmem!
Birden, çözülüverir şifresi kilidin
Ve yüzün oturur gözlerimin yivine,
Öpüşür dalgın, tıpatıp erkekle dişi.
Kavaklar sallanır yol boyunda, ay doğar,
Savrulur kanatlı tohumlarım havada,
Yıldızı tüylenir gecemin, sonra kişner,
Büyük dört ayakta beyazlık ve akıtma.
Alsam gitsem seni yataklara! Hey benim
Balta girmemiş ormanlarım, mor dağlarım!
Hangi saatlerde ve nasıl ben de bilmem!
Budarım umutlara sarkan kollarımı.
Ay kızarır ve batar. Yontma taşlarımı
Kaldırıp şileplere, rüzgârlı kıyıda,
Bir mamut iskeleti hızıyla maçuna,
Dağ gibi bulutların öfkesi altında.
siz bir başlangıç bile değilken
sizi yazdım kotardım
bir başucu kitabı olmanızı istedim
tek tek iri o yabanıl kelimeler
onlar işte renkli zarlarının içinde
olukların çinkosunda yuvarlanan
siz daha bir başlangıç bile değilken
yağmur başlamıştı
ama ne ben ne bahçe ne yaz
hiçbirimiz.
"ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
boğazımda düğümleniyorsa lokma,
buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
denize bile iştahsız bakıyorsam,
hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
bu darağacı suratlı toplum."
Eciş bücüş maydanoz bahçeleri
Düğümlü balıkları bekleyişin
Uzun etme iki gözüm biraz da bize uğra
Bu lambanın karpuzu benim işte
Benim işte bu testi
Benim işte bu soysuz sevdaların musluğu.
akşamın hüznüne ortak olan şair ama insan... Zaman bazen geçmiyor işte;
Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
Denize bile iştahsız bakıyorsam,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum!...
"bir sen yürürsün sokakta, yürürken
oturursun koltuğa, oturunca
su, bir senin bardağında en çok su
bir senin kolların bileziklidir
bir senin ağzın dudaklı ve sıcak
bir sen memelisin, ince bellisin
başkaları gitmiş olur, gidince
bir sen yakınsın, uzakta kalınca"
Buluruz, kaybederiz, yeniden yaşarız.
Uyuruz çok kollu, çıplak tanrılar gibi.
Yanaşır borda bordaya gemilerimiz,
Sıçrarız. Biz miyiz, yoksa başka biri mi!
Böyledir o, soy kısrak, silkinir ve koşar
Güneşe, bilenmiş bıçaklarıyla diri.
"kapışıyorlardı yaz gök
güneş ne varsa içimize
sıcakla gireni durgun
mavi giyerek saçları rüzgarda
koşarak çığlıklarla deniz aşırı
avuçluyorlardı ot
ağaç ne varsa altlarına alarak
üstte duranı ve büyüyeni kendi kendine"