derin devletin yüzeysel yazarıdır. yıllardır bir tane yapıcı eleştirisini göremediğim adam. bir adam bu kadar boş olup nasıl başyazarlık yapar anlamış değilim.
dini siyasete alet etmek kozunu açan israil muhibbi. rast gele. Ektiğinizi biçersiniz derken de şöyle demektedir: "sayın ve pek değerli ordumuz! siz zamanında çok darbeler yaptınız, çok muhtiralar yayınladınız. sizin kahrınızdan geçmeyen iktidar kalmadı nerdeyse. şimdi bunlara izin veriyorsunuz. bunlar taliban gibi adamlar. türkiye'yi pakistan'a benzetiyorlar"
evinin en büyük ve en güzel odalarından birinin tamamına tabandan tavana kadar raf sistemleri yaptırıp, hayatımda gördüğüm en büyük kişisel kütaphaneye çevirmiş olan ve evine ne zaman giderseniz gidin kendisini kitap okurken veya yazı yazarken bulma ihtimaliniz kuvvetle muhtemel olan, kütüphanesine ve kitaplarına çocuğuymuş gibi dikkat ve özenle bakan, ne yazık ki türk halkının büyük bir bölümünün toplamından daha fazla kitap okumuş; gerçek bir gazeteci ve gerçek bir yazardır.
ayrıca kendisine kitap okuma tavsiyesinde bulunan arkadaşların biraz kitap okumaları ve uygun bir zamanda evine uğrayıp oktay eksi nin evindeki muazzam kütüphanesini görmeleri şiddetle tavsiye edilir.
osmanlı imparatorluğunun 36 padişah ve 1 mimardan ibaret olduğunu sanan cahil başyazardır. burada osmanlı padişahlarının icraatlarını tek tek saymaya gerek yok. şiir, müzik, marangozluk ve kuyumculuk gibi alanlarda dahi mahir olan bu devlet adamlarının hepsi dönemlerinde çok önemli kararlar aldıkları gibi elbette yanlış kararlar da almışlardır. lakin bu durum osmanlının değerine zerre halel getirmez. kendisi çok övülen kütüphanesindeki birkaç kitaba bakması halinde detaylı bilgiye ulaşacaktır. osmanlı mimarisini mimar sinanla sınırlı görmesi konusunda ise osmanlı evinin, köşklerinin, saraylarının ve hanlarının nasıl ve kim tarafından inşa edildiğini bir zahmet araştırırsa kendisi için iyi olur. zira kendisinden başka herkes biliyor o mimarinin ne denli ileride olduğunu. o öve öve bitirilemeyen kütüphanesinde bir turgut cansever, bir ilber ortaylı, bir mehmet genç, bir halil inalcık ve bir murat bardakçı kitabı olsaymış yetermiş.
GÖREViNi yapsa sorun, yapmasa sorun... Biz böyle bir ülkeyiz. Trafik polisi kuralları ihlal edene ceza yazar, suçlu o olur. Neden?
"Koskoca milletvekiline ceza yazılır mı?" denir.
Rahmetli Falih Rıfkı Atay buna "Şark kafası" derdi.
Şark kafası ilkesizdir. O nedenle çifte standartlı olmak bile ondan yukarıda bir durumdur. Utanmazdır. Riyakárdır. Müfteridir. Desisebazdır. Arkadan vurur. Kısaca aşağılıktır.
Şark kafasının liberal geçineni çok çok bizdeki kadar iyi olur. O da işine gelince liberal olur. işine gelmeyince en aşağılık faşistten bile seviyesizdir.
Son birkaç gündür gazeteleri izliyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında "laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği" iddiasıyla Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya dava açtı diye hakkında söylenmedik kötü söz bırakmadılar. Dua etsinler ki Türkiye'de Anglosakson hukukunun "yargıyı" güçlü bir şekilde koruyan "contempt of court" kavramı işlemiyor. Gerçi Ceza Yasası'nın biri 277, diğeri 288 olmak üzere iki maddesi var ama uygulayan yok.
işletilse bugün Yargıtay Başsavcısı'nın "Şu parti Anayasa'nın ve Siyasi Partiler Yasası'nın hükümlerini çiğnedi" diyerek dava açmasını "garez, kin ürünü" diye niteleyene, "iddianamesini kitaba uydurdu" diyene, sanki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin dokunulmazlığı veya kutsallığı söz konusuymuş gibi, "AK Parti kapatılamaz!" diye başlık atana, "Bu kapatma davası değil, olsa olsa yargı muhtırasıdır" diyene, yargının görev yapmasını "halk iradesine karşı bir sivil darbe" diye niteleyene, "bu talihsiz girişimin millet vicdanında hiçbir mecburiyeti yoktur" diyene, "Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya milyonlarca milyonlarca milyonlarca başıbozuğa parti kapatma davası açtı. Abdurrahman öyle uygun görüyorsa, kapan sen de Türkiye. Bırak kibri, kapan. Muhteşemsin Abdurrahman" diyerek dalgasını geçene hesap sorulur.
Abdurrahman Yalçınkaya bir savcı. Kamu hukukunu korumakla görevli biri. Onunla dalga geçip hakaret eden de, "ölüm" çağrışımlarıyla mesaj veren de onun görevini yapmasından memnunluk duyacakken, kendini güven içinde hissedecekken onu hedef alırsa, bunda bir yanlışlık olması gerekmez mi?
Yanlışlık var.
Yanlışlık Abdurrahman Yalçınkaya'nın dün kendisini ziyarete gelenlere söylediği, "Ben Cumhuriyet'in başsavcısıyım, rejimi korumak adına görevimi yaptım. Cumhuriyet, şeriat devleti tehdidi altında. iddianamede tüm deliller var. Yetkilerimi ve sınırlarımı aşmadım. Asla geri adım atmam" şeklindeki cümleyle açığa çıkıyor. Çünkü ona saldıranların yüzde en az 90'ı Yalçınkaya'nın savunduğu değerlerin karşısındalar. O "Cumhuriyet, şeriat devleti tehdidi altında" diye düşündüğü için dava açmış.
Ötekiler de biliyor bunu. Zaten sorun da oradan çıkıyor. Tepkilerin özünde "Bu gidişe neden engel oluyorsun?" kızgınlığı var.
Aksi söz konusu ise yani Yalçınkaya ipe sapa gelmez bir iddianame hazırladıysa, ortada Türkiye'yi şeriat devleti yapmaya uğraşan kimse yoksa bu telaş niye?
ismet Paşa bir tarihte Demokrat Partililer'e, "Tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum... Suçluların telaşı içindesiniz" demişti. Ona benzer bir durum olmasın?
nasıl bir cüretle birçok yök üyesine açıkça "hain" dediğini çözemediğim fake basın konseyi başkanı ve kartelin amirali hürriyet'in andıççı baş köşe kadısı.
kendisi ve temsil ettiği zihniyetin imam hatiplerden neden nefret ettiğini çok iyi biliyorum. "günün birinde imam hatipliler ülkeyi ele geçirecek" derken bu korkusunu dile getiriyor zaten. bu zavallılara verilecek cevap çok basit; imam hatipliler de bu ülkenin evladı, kolejlerde, düz liselerde, meslek liselerinde okuyanlar kadar bu ülkede bir yerlere gelmeye hakları var. temsil ettiğiniz bu ülkenin vatandaşlarından son derece alakasız kokuşmuş zihniyet uzun yıllardır muhalefetten öteye geçemediği için böylesi bir kuyruk acısı çekiyorsunuz.
imam hatipler imam yetiştirecekmiş de amacından sapmış, moruk sadece imam yetiştirme misyonu olsa kız öğrencilerin bu okullarda ne işi olurdu? bak sen islam'ı bilmezsin açıklayayım, bizim dinizimde din adamı da cami imamı da erkektir. ha bayanlar da hatip olur, vaaz verebilir hemcinslerine ama kastedilen bu değil zaten. güya bu okullar imam eksiğini kapatmak için olmalı da gerisi rerörö, hayır yanlış biliyorsun. bu okullar hangi misyonla açıldı bilemem, şuan kesin olan bir şey var, çocuğunu imam hatipe gönderen anne babanın isteği çocukları dinini diyanetini iyice öğrensin, avukat olacaksa da olsun doktor olacaksa da olsundur. imam hatiplileri ahc gibi akıl yoksunu bir fırıldaktan yola çıkarak değerlendirirseniz varacağınız sonuçlar da son derece boş olur. ayrıca dikkat et bu sahte hain listelerini daha önce de yayınladın akın birdal kurşunlandı, bu seferde bir yerlerde birileri vurulursa sorumlusu yine sensin.
kıbrıslılara verip veriştiren hürriyet gastesi baş köşeyazarı ya da onun gibi bişey.
aslında bir düşündüm de verip veriştiren değil de kıbrıslılar hakkında atıp tutan demek daha doğru olur. bir konuda bilen bilmeyen herkes konuşursa olacağı da budur.
"Barış Gazeteciliği" terimini ilk kullanan Profesör Johan Galtung "gazeteciliğin içine barış katmanın" yollarını ararken dört odaktan söz ediyor: "Barış odaklı, gerçek odaklı, halk odaklı, çözüm odaklı bir gazetecilik yapmak." Galtung, bir konuşmasında, "ulusal medya"yla, "ulus-devlet" arasındaki ideolojik bağa da dikkati çekiyor.
Galtung, "savaş gazeteciliği"nin "spor gazeteciliği"yle aynı varsayımlara dayandığını görmüştü. iki tarafın toplamdaki sonucu sıfıra denk gelen, "elde var sıfır" diye çevirebileceğimiz oyununda "kazanmanın yegane şey olmasına" odaklanılıyordu.
Barış gazeteciliğininse sağlık gazeteciliği gibi olmasını öneriyordu. "iyi bir sağlık muhabiri hastanın vücudu yiyip bitiren kanserli hücrelerle mücadelesini anlatacaktır. Ama aynı zamanda kanserin nedenlerinin -yaşam tarzı, çevre, genetik yapı gibi- yanı sıra olası çarelerin tamamını ve koruyucu önlemleri de anlatacaktır."
Barış gazeteciliği üzerine çalışan ve gazetecilere eğitim veren Annabel McGoldrick ve Jake Lynch'in, Galtung'un modeli üzerine kurduğu kılavuzdan birkaç önemli maddeyi de anımsatalım:
"Biz" ve "öteki" arasında kestirme ayrımları kabul etmekten kaçının. Bunlar diğer tarafın bir "tehdit" ya da uygar davranışın sınırlarından çok uzak olduğu hissini yaratmak için kullanılabilir. ikisi de şiddeti haklı çıkarmak için anahtar yollardır. Bunun yerine "biz"deki "öteki"ni ve "öteki"ndeki "biz"i arayın. Bir taraf kendini "iyiler" olarak sunuyorsa, davranışının "kötüler"e atfettiklerinden gerçekten ne kadar farklı olduğuna dair sorular sorun -kendinden utanmıyor mu?
Tarafları neyin ayırdığına, isteklerine dair söyledikleri arasındaki farka yoğunlaşmaktan kaçının. Bunun yerine ortak esasları ortaya çıkarabilecek, haberinizi bazı hedeflerin paylaşılabileceğini ya da en azından uyumlu olabileceğini gösteren yanıtlarla ilerletecek sorular sorun.
"Terörist", "aşırılıkçı", "fanatik" ya da "köktenci" gibi kötücülleştirici etiketlerden kaçının. Bunlar her zaman "onlar"a, "biz"im tarafımızdan verilen adlardır. Kimse bunları kendini adlandırmak için kullanmaz. Öyleyse bunları kullanmak, bir gazeteci için yan tutmak demektir. Bunlar, o kişinin makul olmadığı, dolayısıyla onunla görüşmenin (müzakere etmenin) anlamsız olduğu anlamına gelir.
Bir görüşü ya da iddiayı kanıtlanmış bir doğruymuş gibi göstermekten kaçının. (Doğu Timor'daki bir katliamın sorumlusu olduğu söylenen Eurico Guiterres...) Bunun yerine okurlarınıza veya izleyicilerinize kimin ne dediğini söyleyin. (Birleşmiş Miletler yetkilisinin Doğu Timor'da katliam emrini vermekle suçladığı Eurico Guiterres...) Böylece kendinizi ve haberinizi anlaşmazlıktaki bir tarafın diğerine yönelik iddialarına hizmet etmekten korumuş olursunuz.
"Bizim" tarafımızdaki liderlerin çözüm teklif etmesini veya önermesini beklemekten kaçının. Bunun yerine barış girişimlerini -nereden gelirlerse gelsin- alıp keşfedin. Barış yaklaşımlarını tarafların gerçekten işaret ettikleri konulara dair bildiklerinizle karşılaştırarak değerlendirin. Barış yaklaşımlarını mevcut kurulu konumlarla uyuşmuyor diye görmezden gelmeyin. (TK)
bir röportajında ertuğrul özkök genel yayın yönetmenliğinden ayrılırsa ben hürriyette durmam demiş.
--spoiler--
Ertuğrul Özkök'ün yayın yönetmenliğinden ayrılacağı rivayetine kulak asar mısınız?
O dediğiniz olduğu zaman burada ben olmam. Çünkü temel değerler gitmiş olur. inşallah olmaz.
'Burada kalmam' demek gazeteciliğe nokta koymak mı?
Evet, öyle olur. Başka şey düşünmem. Buradan ayrılacak olsam ne yaparım biliyor musunuz? Köyde ev yaptırdım. Mesudiye'nin Aşağı Gökcek köyünde. Oraya bütün yazı yaşamımın koleksiyonları ciltler halinde gitti. Harç bitti, yapı paydos derlerse orada dünyam var. Tabii sağlık da varsa... --spoiler--
bayatlamış fikirlerini artık parayla satacakmış. bilemiyorum, bu paraları verip ondan görüş alacak televizyon kanalı var mı?
--spoiler--
Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, Konsey üyesi olmayan televizyon kanallarına 1 Mart 2010'dan itibaren ücret karşılığında çıkacağını duyurdu. Oktay Ekşi tarafından tüm televizyon kanallarına gönderilen mektup ve ücret tarifesi şöyle:
Sayın Televizyon Kanalı Yöneticisi,
Basın Konseyi'nin mali bağımsızlığına katkıda bulunmak için aldığım bir kararı sizinle paylaşmak amacıyla yazıyorum.
Çeşitli televizyon kanallarından zaman zaman programlarına katılmam veya belli bir konuda görüş ifade etmem için istekler alıyorum. Bunun ya birikimim veya konumum nedeniyle yapıldığından eminim.
Bu gerçeği dikkate alarak 1 Mart 2010 tarihinden itibaren, Basın Konseyi üyesi olmayan TV kanallarının bu tür taleplerine "evet" demek için, onların önce -veya en geç programdan sonraki ilk iş gününde- Basın Konseyi Vakfının banka hesabına aşağıda gösterilen tutarlarda ödeme yapmalarını rica ediyorum.
Konseyin bağımsızlığını güçlendirmeyi sizin de destekleyeceğiniz inancıyla saygılar sunuyorum.
Oktay Ekşi
Başkan
Basın Konseyi üyesi olmayan TV kanallarının OKTAY EKŞi'den 1 Mart 2010'dan itibaren katkı alabilmeleri için yapmaları beklenen ödeme tarifesi:
dün akşam ntv'de can dündar'a tarifeye uygun biçimde (25o tl + kdv) konuşan, belli bir süre sonra 'üstüne para vereyim de sus artık' dedirten hürriyet yazarı. can dündar da ücretini ödemiş olmanın rahatlığıyla, uzattıkça uzatmıştır. parasıyla değil mi?
bugün yazdığı yazısıyla takdiri bir kez daha kazanmıştır.
Gelişen demokrasimiz!
HEM Başbakan;dan hem de Anayasanın 23 maddesini değiştirmeyi öngören taslağı ;milletvekili; sıfatıyla satmaya çalışan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçekten öğrendiğimize göre, tartışılan taslağın öyle şahsi hesapla, siyasi amaçla filan ilgisi yokmuş.
istedikleri sadece ve sadece demokrasimizin standartlarını Avrupa Birliği düzeyine yükseltmekten ibaretmiş.
Avrupa Birliği ülkelerinde Yüksek Yargı organlarının kararlarını beğenmeyince o mahkemeyi ideolojik hareketle suçlayan, Yargıtaydan Ciğerimizi yakıyorlar diye şikâyet eden, Anayasanın koyduğu parti kapatma ile ilgili kuralları işlemez hale getirmek için yasal tertip peşinde koşan bir Başbakan var da bizim mi haberimiz yok?
Tamam... Yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının demokratik sisteme aykırı birçok hükmü var. Bunların düzeltilmesi gerekli. Demokrasiyi içtenlikle isteyen insanların o noktada ihtilafı yok.
Peki ama demokrasimizi Avrupa Birliği standartlarına yükseltmek konusundaki eksiğimiz Yüksek Mahkemelerin üye yapısını, onları Başbakanın dümen suyuna sokacak şekilde değiştirmek mi idi?
Anayasanın temel değerlerine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği yargı kararıyla sabit olan partilerin kapatılmasına engel olmak mı idi?
Yoksa yargıyı Adalet ve Kalkınma Partisinin uzantısı haline getirecek formüller üretmek mi idi?
Türkiye deki demokrasinin en büyük eksiklerinden birinin seçimde yüzde 10 barajının uygulanması olduğunu Avrupa Birliği raporları kaç defadır söyleyip duruyor. Anayasa Mahkemesi ne oradaki Parlamentolar nasıl üye seçiyorsa bizde de seçilmeli diyen Başbakan, sıra seçim barajına gelince neden görmez ve duymaz oluyor?
Tamamdır... O Avrupa ülkelerinde Anayasa Mahkemesine üye seçen parlamentolar vardır ama o ülkelerdeki seçimi yapan parlamenterler, milletvekilidir, bizdeki gibi lidervekili değil.
Başbakan ülkemizdeki demokratik standartları yükseltmek istiyorsa neden milletvekili adaylarının iyi işleyen bir önseçim mekanizmasıyla belirlenmesini sağlayacak yasal düzenlemeleri getirmiyor?
Parti içi demokrasinin zerresine neden izin vermiyor?
Avrupa Birliği ülkelerinde vergi idarelerinin siyasi iktidardan bağımsız olmasına önem veriliyor. Ama Başbakanın aklına nedense demokrasimizi geliştirecek böyle bir kural hiç gelmiyor.
Hem demokrasinin, hem de yargı bağımsızlığının temel güvencelerinden biri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, siyasi iktidarın etkisinden tamamen uzak olmasıdır değil mi?
Zaten ülkemizdeki durumu irdeleyen Avrupa Birliği Komisyonu raporları ile Avrupa Parlamentosu adına hazırlanan raporlar da her zaman bu sakıncalı durumun giderilmesi gerektiğini ifade ederler. Peki öyleyse bu son Anayasa değişikliği önerisinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekilini seçme hakkını Yüksek Kuruldan alıp Adalet Bakanına bırakmak, demokrasiyi geliştirmenin ve yargı bağımsızlığını güçlendirmenin mi gereğidir?
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Kadir Özbek bu öneri vesilesiyle iktidarın yargıyla dalga geçtiğini söyledi diye Başbakanın kızdığı bildiriliyor.
kaynak:hürriyet
Aslında yargıyla değil hepimizin idrakiyle dalga geçiliyor.
7 aralık 1932'de olan, türk gazetececi ve yazardır. hürriyet gazetesi baş yazarıdır. geniş bir hukuk bilgisi, yarar sağlayacak tecrübeleri ve deneyimi ile gerekli bir köşe yazarıdır.
yazılarının başını sonunu tahmin etmenin hiç zor olmadığı, çok farklıymış gibi, çok ayrıymış gibi imajı verip hala aynı noktalara basan insan. bir nevi hıncal uluçluk var bu adamda, konuşuyorken halinden hareketinden içi dolu farklı bişey diyor sanarsın, hep aynı hep aynı.
eski tarz gazetecilerden. miadı doldu artık bunun. kaldırın boşları. aydın doğan'ın boşları kaldırma girişimine maruz kalması gerekli bu adamın.
chp kurultayında kemal bey in gelişi sırasında kankisi tufan türenç ile beraber ayakkabılarını çıkarıp sandelye üstüne çıkaraktan alkış tutan zat.tam da karakterine yakışır bir dalkavukluk.
zavallı baykal , acaba hala kimler bana kopmlo kurdu diye mi düşünüyor villasının bahçesinde.
yazdığı gazetenin kalitesindeki yazardır , beş para etmez kanımca . hep statükonun hep devlet aklının sözcüsüdür.
son olarak kendi heykelini yaptırmış önünde konuşuyordu baba , bu adamları hak etmek için ne günah işledik ya.
(bkz: gazeteni de al git)
28 ekim 2010 tarihli köşe yazısında başbakan ve bazı bakanlarını " analarını satanlar" diye tarif eden dinozor yazardır. başbakanı sevmiyor olabilirsin. ama bir de tüzel kişilik var. bu hakaretin karşılığını hukuki olarak görmelidir.
not: yazıyı son anda farkeden editörler taşra baskısında ve internet yazısında o ifadeyi çıkarıp yumuşatarak vermişler.