gırtlağıma çöken sigara kokulu elden gına geldi. burnum ne kadar algısızlaşmaya da başlasa, nefes alışımı daha derin veya hızlı yapınca kabus geri dönüyordu. şuraya bastırınca ağrıyor'a o zaman bastırma diyen yeminli doktor gelse bana o kokuyu unutturamazdı. asla.
acilen temiz havaya ihtiyacım vardı artık. sadece temizine. kokusuz, katkı maddesiz... onsuz ne kadar yapabileceğimi bilmiyordum. tüm parasını alkole, uyuşturucuya yatıran gençdaşlarıma hak verdim o kötü durumda. jilet bacak kıllarımı beni tehdit etme amaçlı kesilirse aklıma her zaman bir şey gelir, dahiyane olanından. ne şanslıydım ki, gırtlağımdaki elin sahibi, elin öteki tekiyle aldığı jileti sol bacağıma yaklaştırıp sarıya çalan gözlerini gözlerime dikti. bir cevap bekliyor olmalıydı ama alacağı tek cevap bacağımla kafasına vurmam olurdu, tabi bağlı olmasaydı. ayın penceresinden yavaş yavaş çıktığını sonra da bi daha gelmeyeceğini gören çocuğun son bakışlarının üzüntüsünü gördüm sanki o an. kafasını eğdiğinde eminim bakışları değişmişti, zaten baktığı yer de gözümden jilete tayin olmuştu, bırakın o kadar da olsun. diz kapağımdan itibaren aşağı doğru hafifçe bastırılarak değdiği her yeri pürüzsüz yaptı jilet. aklıma fikirler inmeye başladı, kelimeler milyonlara dönüştü. hepsi önümde cirit atıyor, anlamsal bütünlüğü oluşturmamı bekliyordu. kimsenin beklentilerini aşağı çekecek, hayallerini suya düşürecek kadar duygusuz değildim. doğduğum andaki güneş ışınlarının vuruş açısı bunu gerektiriyordu.
kıllarımı alıp ağzıma götürdü, kırmızı ağzım siyah kıllarla doldu. yüzüne tükürdüm. kıllar havada uçuşurken halen ortamda havanın olmasına şaşırdım tabi. şaşırmaya bağımlıyım, alkole de. hafta da 4 kere eroin almazsam her yeri vurup kırma ihtiyacı hissediyorum, daha da kötüsü kimseyi tanımıyorum. bu yüzden annemle 2 yıldır görüşmediğim de doğrudur. görüşmemeye de bağımlıyım. her alanda bağımlılık vardı hayatta. sayısı sabittir. sadece şekli değişir onların. bana hangi bağımlılık daha az zarar verecekse onu seçmeyi amaç edindim ki daha geç öleyim. daha çok zehirlenin siz de benden. ama yok, bu yazıda ömrünüzü uzatıyorum. hiç olmadığı, hiç kimsenin yapamadığı kadar...
tahta sandalyeden, koli bandından, iğrenç kokan bir çift elden ve karşımdaki bilgiye aç insandan kurtulmam için tek gerek şart beynini daha fazla kullanabilmesini sağlayacak en ufak bilgi. yüzümü naylonla kapatıp bi kova suyu başımdan aşağı döktü, böylece denizde boğuluyormuşum gibi oldu güya. ama nefes alamadım, oksijensiz kaldım. her insan gibi ben de oksijene muhtacım ve daha da önemlisi bağımlıyım. bağımlı olmamamın tek yolu götüme şaplak eşliğinde içerisinde 21% oksijen bulunan ortamda doğmamaktır. mümkünse yüzyılın imkanlarını sağlayıp içindeki hava vakumla çekilmiş bi odada hayata başlamaktır.işte o zaman iki dakika onsuz kalınca ölümle burun buruna gelmeyecektik.
oksijen insanı uyuşturur, doğduğumuzdan beri uyuşuk olduğumuzu gösterir bu da. yani bilincimiz asla tam olarak açık değil. beynimizin yüzde 4 ünü kullanıyor oluşumuz tam da bu yüzden. başka bi açıklaması yok ki!
karşımdakine sunduğum olanak buydu işte, havasız bi ortamda yeniden doğmak. bu da ancak zamanı geri götürmekle olurdu. ordan tekrar bugüne gelmeyi ise yüzde yüz kullanılabilen beyin gayet rahat halledebilecekti. plan buydu.
öldüren bir insan gereksinimidir. şöyle ki insanın yaşlanmasının sebebi* nefes alış verişidir. yani oksijeni içimize çekmemizdir. şöyle açıklayalım: oksijen bir süre sonra demir paslandırır değil mi? işte bu oksijen vücudumuzdaki hücreleri de bir anlamda paslandırıyor. hücrelere zarar veriyor ve hücreler de insan yaşlandıkça yani daha fazla oksijen çektikçe insan, hücre güçsüzleşiyor ve kendini yenilemesi, bölünmesi vs engelliyor. bu şekilde insanlar fiziksel olarak yaşlanıyor.
dünyanin en değerli madde, gaz i diyelim. maddesidir. ama bazilari bu hergün her sn. bedavaya aldiği $eyin değerinin ne kadar farkinda ? bu da tarti$ilir.
artık güneşten de elde edebilen gaz.
*Boğaziçi ve Sabancı Üniversitesi mezunu iki arkadaş, Türkiye'nin en büyük şebeke bağlantılı güneş enerjisi sistemini kurmayı başarmışlar.bu sistemi kurmakla, 10 günde 2.1 ton karbondioksidin atmosfere salımını önledikleri gibi, 5 ağacın verdiği oksijeni de sağlamışlar. Güneş enerjisinden elde ettikleri hidrojeni otomobil yakıtı olarak da kullanabilen Enis Fakıoğlu 2004'te Sabancı Üniversitesi Malzeme Mühendisliği'ni, Murat Deligöz ise aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü bitirmiş. kurdukları 30 KW gücünde bu sistemin, orta büyüklükte 20 villanın tükettiği enerjiye eşit olduğunu belirtmişler.*