makedonya'nın en güzel şehridir bence. aynı isimdeki gölünün kıyısında küçük bir şehir. çok fazla bir şey olmasa da o gölün kıyısındaki yürüyüş yolu insana acayip bir huzur verir. o yürüyüş yolu ormanın içinden uzanır gider. yürüyerek gezmek için çok uygundur. hatta yürüyerek gezin. çünkü her adım attığınızda gezilecek noktalarının direk karşınıza çıktığını fark edeceksiniz. üsküp'e göre bir nebeze daha pahalı olsa da, tl'ye vurduğunuzda fiyatlar türkiye'dekiyle aynı şeye geliyor. o yüzden çok zorlamayacaktır. konaklama için de çok uygun fiyatlara lüks sayılabilecek yerlerde kalabiliyorsunuz. kesinlikle gidip görülesi bir güzel bir balkan şehri.
Huzur verici bir yer. Hem de çok ucuz. Giderseniz bedava tur rehberliği yapan kişiler var şehir merkezinde numaraları yazıyor onlar yardımıyla gezip tarihsel bilgi almanızı da tavsiye ederim.
makedonya'da bulunan, ülkenin en turistik yeri olduğu söylenen il.
balkanların en eski gölü buradadır ve şehre yerleşimin başlamasının sebebidir.
incisiyle meşhur olduğu söylenir. çarşıda onlarca inci dükkanı var zaten.
bir de türk çarşısı vardır ki mutlaka türkçe konuşan bir kaç arnavut'a ya da dükkan sahibi türk'e rastlarsınız. burada mutlaka kebap vs. yenmelidir, bizdekinden çok farklı tadı var.
hava güzel ise göl kenarı ana baba günü olur. tabi turizm mevsimi değil ise sadece evli çiftler ve liseli gençlerin olduğu yerel halk oradadır. mevsiminde gidemedik henüz.
ucuz konaklama ve öğün başına maksimum 3-5 euro harcamanızla ekonomik bir şekilde gezilecek bir yer ohrid. surlara çıktığınızda özellikle tablo gibi bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. mutlaka görülmelidir.
hatta gitmeyi planlayanlara tavsiye "orhidea house" da kalın, göl kenarı, manzarası mükemmel, sahipleri yaşlı bir karı koca ve ikisi de dünya tatlısı insanlar.
insanının insan gibi olduğu yerdir. Kimse sizin cebinizdeki paraya göz dikmez orda, dolandırılma ya da kazıklanma kaygınız olmadan rahatça sokaklarını arşınlayıp, barlarına kafelerine girip çıkabilirsiniz. Paylaşmayı sever ohrid insanı gözü toktur. Çok param olsun lüks bir hayat süreyim demez hiç biri. En zenginide en fakiride aynı sofrada yemek yer içer eğlenir.
Ohrid'e Slovakya'dayken tanıştığım Makedon bir arkadaşımın tavsiyesini alarak gittim. Bana bu dünya da yaşamayı ve hayattan zevk almayı bilen insanların yaşadığı yer olarak bahsetti oradan. Doğasından insanından bahsetti ve sonuna kadar haklıydı da. insanları kibar ve sevecen, doğasıda bir o kadar güzeldir Ohrid'in. Şehir aynı adla anılan Ohrid gölünün kıyısında uzanır. Gölün etrafı yemyeşil dağlarla çevrelenmiş, harika güzel bir yerdir. Ohrid gölünün dünyanın en temiz dördüncü gölü olduğunu okumuştum bir yerden. Dördüncü müdür bilmem ama 20 metreden dibi net bir şekilde görünüyor bunu söyleyebilirim. Güneş batmaya yakınken göl kenarında oturursanın küçük ve zararsız tatlı su yılanlarının kafansını sudan çıkarıp etrafta ne var ne yok kolaçan ettiklerini görebilirsiniz. Ufacık sempatik hayvanlar merak etmeyin, size bir zararları olmaz korkmanıza gerek yok anlayacağınız. Göl çevresinde turlarken küçük tekne kaptanlarının sizi gezdirmek için davetlerini geri çevirmeyin derim. Gayette ucuz. Yarım saatlik bir tekne turunun fiyatı 10 lira kadar ve fiyat tekne başınadır kişi başı değil. Hele ki Dragon Kaptana denk gelirseniz yaşadınız. Aynı dili konuşmasanız bile sohbeti pek güzeldir. Türkiye hakkında çok şey biliyor. Bizi görünce Türk olduğumuzu hemen anlayıp viva la Suleyman viva la Fenerbahçe diyerek cezbetti mesela*. Teknesinde istediğinizi yapabilirsiniz. içki sigara ot bilumum alem yapmanıza izin verir size ortak olur. ilk turumuzda bize yerek içkileri olan rakıya ikram etmişti. ikinci turumuzda ise ,gerçi tura değil teknede eğlenmeye gitmiştik, biz ona ikramlar götürdük yedik içtik eğlendik beraber gölün ortasında ve bizi de çok sevdiğinden olacak ki para mara da almadı.
Gölde yüzmek için pek çok alternatifiniz var. isterseniz kenarındaki beach clublarda, isterseniz St. Kaneo klisesinin arkasındaki izole sayılabilecek tertemiz sahillerde yüzebilir, erik ağaçlarından topladığınız erikleri gölün temiz suyunda yıkayıp yiyebilirsiniz. Benim tercihim hep ikinci bahsettiğim sahiller oldu. Eğer sizde luzumsuz kalabalıkları sevmiyorum, doğanın tadını çıkarmayı seviyorum diyorsanız sizin için en uygun yerler klisenin arka tarafındaki sahillerdir.
Çarşısı ayrı bir güzeldir. Sahile yakın kısmında yerler mavi beyaz renki mermerler ile kaplıdır. Ben pek çok insanı orada çıplak ayak yürürken gördüm ve bende onlar gibi gezindim orada. Yakmayan tam kıvamında bir sıcaklığın üzerinde yürümek pek bir rahatlatıcı oluyor tavsiye ederim. Ayrıca içiniz rahat olsun gayet temizdir yerler, ben bir tek çöp ya da cam parçası falan görmedim. Çarşının tam ortasında ise 600 yaşında bir çınar ağacı var. Ağacın hemen yanında ise bir çeşme. Eğer susarsanız ordan su için. inanın çok lezzetli ve temiz bir su. Balkan ülkerinde etrafta bolbol çeşme vardır. Makedonya da halkın su içmesi için bu çeşmelerin varlığı çeşitli yasalarla da korunuyor. Zaten su kaynakları bol, tüm çeşme suları içilebilir. Gidipte pet şişelerdeki suya para vermenize gerek yok. Gerçi epey ucuz ama yinede gereksiz. Bana göre çeşme suyu çok daha lezzetli. Neyse konumuza dönüyorum. Çarşının diğer tafında Türk dükkanlarını ve restoranlarını görmeniz mümkün. Muhabbetleri gayet iyi, çaylarıda pek güzel. Suyundanmıdır nedir pek çok sevdim Ohrid'te içtiğim Türk çayını. Bu arada siyah çayı da Türk kahvehanelerinden başkası yapmıyor. Çarşı içinde yemek yedikten sonra siyah çay istediğimde güler bir yüzle beni Türk kahvehanesi göndermişlerdi. Bir nevi esnaf arası dayanışma var orada. Bu durum bile oranın insanını sevmem için yeterli bir sebep. Daha öncede dediğim gibi paragöz insanlar değiller. Kapitalizmi uzak tutmayı iyi başarmışlar canını yediklerim.
Şehirde pek çok atraksiyon var. Mesela göle dalış yapmaya ya da Galiçya Milli parkından yamaç paraşütü yapmaya gidebilirsiniz. Ülkemize kıyasla çok daha ucuza yapmanız mümkün. Ben öğrenci halimle yaptım fakir de kalmadım*.
Yeme içmeye gelince. Benim en sevdiğim kısım bu oldu*. Hemen her akşam güzel bir restoran akşam yemeği yedim ve önümde salatam mezem şarabım vardı. Anayemekle birlike ortalama 20 lira falan ödedim. Oturduğum restoranların harika göl ve dağ manzaralı olması da cabası. Şaraplarıda inanılmaz lezzetli benden söylemesi, el yapımı kendilerine özgü süper şaraplar bunlar. Gidipte şise açtırmayın boşuna.
Bu tarz bir tatili Türkiye'de yapmanız bunun 4-5 katı para harcayıp bir bok anlamadan dönersiniz. O yüzden Türkiye yerine Balkanları tercih etmenizi öneririm.
Benim açımdan cennette geçen bir tatil gibi oldu. 16 günlük Makedonya maceramın bana maliyeti, ulaşım, kalacak yer, yeme içme faso fiso dahil toplamda 1000 lira civarı oldu. Bundan çok daha ucuza getirmek de mümkün, ben biraz abartarak harcadım ucuzu görünce*. Herkese tavsiyemdir gidip görmeniz. Türkiye'de kalıpta saçma sapan tatilleri binlerce lira harcayıp ne olduğunu anlamadan dönmenize hiç gerek yok. Batı balkan ülkeleri bizden vize istemiyor. Atlayın uçağa gidin 1 saate. Kral gibi gezin eğlenin, doğanın tadını çıkarın, farklı milletlerde bir sürü insan tanıyın dönün. Pişman olmazsınız.
Eğer daha fazla bilgi almak isteyen olursa özelden mesaj atın size seve seve yardımcı olurum. Hatta uslu bir çocuk olursanız size eşlik bile edebilirim oralarda*. Canımsınız gezginler hadi öptüm görüşürük.
şu an içinde olduğum kent. burda 2. günüm ve yarın Üsküp ordan Avrupa'ya doğru yollar bizi bekler. Karayoluyla Yunanistan üzerinden gelirseniz Makedonya'ya girdikten sonra fakirlik, hüzün ve 80'ler kokan köy ve kasabalar, bozuk yollarla canınız sıkılacak. Manzaralar güzelleşirken hava yavaş yavaş serinlemeye başlayacak. Şoförleri hatalı sollamayı gurur duyarak yapar gibi ölümüne aralara girmesiyle gerileceksiniz. Yok bu Balkan kafası değişmez. Dağlar ve kıvrımlı yollardan inerek şoförlük açısından zorlu bir 2 saat direksiyon sallayacaksınız. Tomruk yüklü kamyonlar dar ve virajlı yolda sizi esir edecek. Sağa çekip arkada birikmiş arabaları rahatlatmak gibi bir inceliği de asla düşünmeyeceklerdir. Döne döne şehre geleceksiniz. Daha derli toplu, güzel bir yer bulacaksınız. Sonra da şehrin eski mahallelerindeki renove edilmiş. Daracık sokaklardan göle inen italya'yı andıran çok güzel manzaralarla içiniz ısınacak. Evlerin camlarında bol bol kiralık oda ilanları göreceksiniz. Çarşıda Türkçe isimli lokanta ve dükkanlar, cami, türbe karşınıza çıkacak. Kaşarlı köftesini mutlaka deneyeceksiniz. Antik tiyatrodan göl ve kasabanın manzarası çok güzel. Cumbalı evleri, çiçekli balkonları size izmir'i, Ayvalık'ın arka sokaklarını, Amasra evlerini andıracak. Konaklama fiyatları gerçekten çok şaşırtıcı biçimde ucuz. Bir mekanda birşeyler içmek de öyle ama diğer konularda bahsedildiği gibi çok acayip bir fark hissetmedim. Evet ist.a göre daha hesaplı olabilir ama fiyatlar Türkiye'nin diğer şehirlerinden pek farklı değil. insanları iyi. Dışarda vakit geçirmeyi seviyorlar. Her yere Lounge Bar ismini koymuşlar. Birçok mekanda iç kısımda sigara içildiğini şaşırarak gördüm. Börek, köfte, çorba ve et yemekleri itibariyle yabancılık çekmez, Türkçe konuşulan biryere mutlaka rastlarsınız. Çarşıdaki ana caddede istanbul adında bir çayocağı, kahve var sahibi Türk. Tam karşısındaki köfteci yine öyle. Kaşarlı köftesi çok güzel. Belvedere diye göle bakan, oranın lüks kesimine hitap eden güzel bir restoranı var. 5 kişilik bir ekip çok sesli Rumeli müziği yapıyor. 5 Euro tip verirseniz masaya gelip çalıyorlar. Birçok melodiyi bir yerden hatırlıyor olacaksınız. Enteresan bir memleket. Hoteldeki kablolu tv.de Star, Kanal D ve bir kanal daha vardı . Türk dizileri çok revaçta.Dinlenmek için vizesiz güzel bir fırsat.
şuan tam gidilmelik dediğim şirin mi şirin bir yer. göl çok güzel gerçekten başta alışmakta biraz zorlandım çünkü bildiğin deniz gibi çok büyük ama suyu tatlı. daha sonraları da tam alıştım derken su yılanı gibi ilginç canlılar gördüm suda. emin değilim ama tırsmak için yeterliydi. (bkz: gurbet)
şehir içinde satılan eşyaları, manastıra giderseniz eğer orda daha ucuza bulabilirsiniz.
bir de marketten içki alacaksanız (bar disko tarzı yerler dışında) yanlış hatırlamıyorsam akşam 9 veya 10dan sonra satmıyorlar.
Ohrid,oldukça geniş bir göl etrafında kurulmuş,dağlık ve eski bir yerleşim birimi.Hatta çok çok eski.Bölgede yüzlerce antik kilise ve birkaç kale var.10 kişiye 1 kilise düşüyor neredeyse,zamanında kimse de 'aga bu nedir?' dememiş olacak, şuan kiliseler bomboş, herkes sahillerde.
Ohrid'in girişindeki bir duvarda kocaman bir 'ÇARŞI' yazısı görüyorum ama zamanında fotoğraf makinesine davranamadığım için kaçırıyorum.Şehri içinde barındıran surlardan girip pansiyonumuzu buluyoruz.Pansiyonun sahibesi oldukça yardımsever ve çok iyi bir ingilizcesi var. Yerleşip merkeze iniyoruz. Turist sayısı fazla, sahil şeridi boyunca yüzmeye gidenler, barlara, kafelere takılanlar var, yemek yapmak için alışverişe gidiyoruz,marketten bir şeyler aldıktan sonra yağmura yakalanıyoruz. Çok ağır bir yağmur bu,bir türlü dinmek bilmiyor, biz de bir Balkan klasiği olan börekçiyi bulup ayaküstü bir şeyler yiyoruz.
Ertesi gün yine aynı saatlerde yine çok fena bastırıyor yağmur.Bu sefer çarşıdayız, herkes bir anda pasajlara,dükkanlara sığınıyor. Yağmurun dinmesi 15-20 dakikayı buluyor. Ben bu sırada Makedonya forması arıyorum ama bir türlü bulamıyorum,Puma'da da yok.En sonunda bir pasajda formalara rastlıyorum, hatta Fenerbahçe ve Galatasaray formaları da mevcut,formanın üstünde 700 dinar yazıyor, 'indirim yapıyor musunuz peki, 600 falan?' diyorum,hemen kabul ediyorlar.Makedonların bu yönünü seviyorum,pazarlık konusunda katı değiller.(Makedon sana söylüyorum,Arnavut sen anla) Çarşı içindeki dükkanlardaki çalışanların çoğu Türkçe biliyor.Hatta çoğu Türk kökenli.Türkiye'deki kadınların aksine bu genç kadınlar uzun boylu ve sarışın,ayrıca Türkçe bilen Boşnak ve Arnavutlar da var çarşıda.
Bir sonraki ve Ohrid'deki son günümüzde pansiyonumuzun üst kısmında bulunan kaleyi ziyaret ediyoruz. Czar Samuel Kalesi olarak geçiyor.ormanın içinden güzel bir tırmanış oluyor, kalenin girişinde üstünde Makedonya bayrağı olan bir tişörtle,Alexander the Macedonian yazan başka bir tişört alıyorum.Kale yüksek ve ağaçlık bir alanda kurulmuş, surlarda gezerken 'Ulan Samuel,nasıl kaptırdın kaleyi Bizanslılara anlamıyorum.' diyorum. Uykuda mı yakalandılar artık nedir.Neyse, fethedilmiş kalenin hesabını yapacak değiliz,kaleyi gördükten sonra Ohrid'den ayrılıyoruz.
Ohrid, Makedonya'nın güney batısında, Arnavutluk sınırında, kenarına kurulduğu gölden ismini almış, küçük turistik bir şehir. Nüfusu elli beş bin ve dört bini Türk. UNESCO tarafından korumaya alınmış. Türkiye'de yayınlanan bir Rumeli dizisinin çekimleri de bu şehirde yapılmış. Şehir meydanındaki caminin imamı Türk Diyanet işleri tarafından gönderilmiş. Meydandaki fıskiyenin önünden başlayıp göl kenarında son bulan ve trafiğe kapalı olan cadde, Ohrid'nin diğer tüm caddeleri gibi mimari harikası. Göl kenarındaki küçük bir balıkçı teknesine oturup şehri seyretmek tüm yol yorgunluğumuzu alıyor. Akşam saatleri ve güneş batmak üzere… Şehir dik bir yamaca kurulu olduğu için muhteşem görünüyor. Göle vuran şehir silueti karşısında uzun süre hareketsiz kalıyoruz. Sokakları temiz, bakımlı ve tarihi dokunun korunmasına özen gösterilmiş. Yollar hep bir tepeye çıkıyor. Biz de ara sokaklarda gezinip tepelere doğru ilerliyoruz. Zirvede bir kale, bir de kilise mevcut. Güneş batmak üzere. Göle vuran siluet, gökyüzündeki kızıllıkla birleşiyor.
Eski evlerin arasından yapılan arkeolojik kazılarda bulunan kalıntılar üzerine inşa edilmiş St. John kilisesine giriyoruz. Kilise içinde yapıldığı ilk dönemlerden kalma taşlar ve figürler(freskler) mevcut. Kilise, oldukça farklı bir estetiğe, oval çizgilerin yoğun olduğu bir mimariye sahip. Kilisenin hemen karşısında kale var. Hava karardığı için ve kale içinde çalışma olduğundan kapıları kilitli. Kış aylarında olduğumuz için etrafta turist yok. Yerleşik nüfusu elli beş bin olmasına rağmen yaz aylarında bu rakam on katına çıkabiliyormuş. Sedef taşı şehrin simgelerinden. Kuyumcular ağırlıklı olarak bu taşı satıyor. Tekne turlarıyla adanın diğer taraflarına da gidiliyor. Tito'nun yazlığı da bu şehirde. Köftesi meşhur ve lezzetli. Makedonya'nın su şişeleri çok hoşumuza gidiyor ve içtiğimiz suların şişelerini istanbul'a götürmek üzere bavullarımıza koyuyoruz. Ohrid'nin insanı içine alan bir havası var. Daha şehirden ayrılmadan tekrar gelmenin planlarını yapıyor, o tepeden güneşin yeniden doğacağı günü hayal ediyoruz. http://www.on5yirmi5.com/...llar-bize-memleket-5.html
--spoiler--
ohri sakin, tertemiz bir göl ve orman manzarasıyla karşılıyor bizi. daracık taş sokakları, balkonlarından çiçekler sarkan evleri, sayısız kilise ve minareleriyle makedonların en sevdiği yerlerden biri olan ve övünerek bahsettikleri ohridi (ohri) kenti ve gölü üsküpe yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta. çevresinde 365 tane kilise bulunan ve avrupanın en derin gölü ohri adeta denizi andırıyor. kent aynı zamanda ağustos 2001de imzalanan ve altı ay süren etnik çatışmalar son verilerek arnavutlara insani haklarının iade edildiği anlaşmaya ev sahipliği yapan yerleşim bölgesi olması nedeniyle de önem arz ediyor. 13851912 arası osmanlı hâkimiyetinde kalmış, ortaçağ'dan ve osmanlı döneminden birçok izler taşıyan, aynı zamanda slav ulusların kullandığı kiril alfabesinin doğduğu yer olarak kabul edilen şehir incisiyle ünlü ohrid gölüne özel ohrid alabalığı lezzetli. şopska salatası kesinlikle denenmeli. özellikle ohrid gölü kenarında bulunan aziz kliment ve panteleimon kiliseleri, samoil kalesi çok ilgi çekici. bodrumu andıran sokakları ve doğasıyla ohri görülmeye değer turizm şehri. bu şehir aynı zamanda ittihad ve terakki'nin kurulduğu yer olarak da biliniyor. ohri gölünde tekne turu yapıp korsan şapkasıyla fotoğraf çektirmeyi unutmayın.
--spoiler-- nurdal durmuş http://www.on5yirmi5.com/...zun-guzeli-makedonya.html
yazara ait foto galeri: http://www.facebook.com/m...p;type=1&l=7306bffaab
bir haftalık makedonya tatilimin beş gününü ayırdığım, 'iyi ki de öyle yapmışım' dediğim, harika şehir. tabii bu harikalık, beklentilerinize göre değişir. çünkü ohrid'e gitmeden önceki gecemde, üsküp'te kaldığım hostelde iki türk kızla tanıştım. onların beklentilerini pek bilemiyorum, ama beğenmediklerini söylüyorlardı. ben de dedim, "bir de biz görelim bakalım". açıkçası, beklentilerimi gerçekten karşıladı. sadece üç tane kötü tarafı vardı;
1. makedonların çoğunluğu (gençler dahil) ingilizceyi ya bilmiyor ya da yarım yamalak biliyor.
2. sanırım durgun su olduğundan, ohrid gölünün kenarında (sahil diyorlar) kum değil, taş vardı. her taraf taş yani. suya terliksiz girmenin imkanı yok.
3 (bu tüm makedonya için geçerli). koskoca memlekette camel soft yok arkadaş!
kaldığım hostel* başlıbaşına harika bir yerdi zaten. müthiş bir teras manzarasına sahip, üç katlı, eğer çekingen bir tip değilseniz ve yorgunluk gibi bir sorununuz yoksa, harika insanlarla tanışabileceğiniz bir mekan. hostelin sahibi, iki kardeş: gyoko ve nino. her konuda yardımcı olmaya istekli olmaları bir kenara, adeta kendileri de o hostelde kalan birer turist gibi. kaldı ki, kendileri de orada kalıyor zaten. neyse. ayrıca, makedonya'da, saat 21:00'dan sonra, restoranlar ve barlar haricinde (yani bakkallar ve marketlerde) alkollü içki satışı yapılmıyor. hosteldekiler bunu da düşünmüş: aşağıdaki buzdolabından bira satın alabiliyorsunuz. hehe
eğer giderseniz, tekne turu yapmadan sakın ayrılmayın derim. göl öyle temiz ki, 20-25 metre derinlikte, teknenin içinden dibi görebiliyorsunuz. ayrıca tekne turu 4-5 saat sürdüğünden, gün batımını göldeyken yakalayabilir ve mükemmel manzaranın tadına dibine kadar varabilirsiniz. işte o manzara
makedonya'ya gidip döndüğünüzde, aklınızda kalan en önemli şey, bu memleketin ucuz olduğudur arkadaş. türkiye'de 50-60 liradan aşağı fiyatta yiyemeyeceğiniz yemeğe orada 30-35 lira verip gırtlağınıza kadar lezzetle dolabilirsiniz.
velhasıl-ı kelam, gidip görülmesi farz olan yerlerden biridir, ohrid. kusura bakmayın, kızlar, ben beğendim.
sorusu olan varsa özel mesajla ulaşabilir. haydi kalın sağlıcakla.
992-1018 arasında 1. bulgar imparatorluğu'nun (680-1018) başkentliğini yapmış ve barındırdığı 365 kilise nedeniyle makedonya kudüs'ü olarak bilinen şehir. osmanlı dönemindeki adı ohri'dir.