tuvaletini yaparken şarkı söyleyenle hiç karşılaşmadım ama ağlayanların hıçkırıklarını çok duydum bugüne kadar. prostat olanından mı bahsetsem, kabız olanından mı yoksa hem kabız hem basuru olanından mı bilemedim dostlarım.
ama geçen gün tuvalette duyduğum sesler, çok tanıdıktı, çok bizdendi. resmen anadolu ezgileri taşıyordu. sanki bir cenazede ağıt yakan kadınlar gibi inliyordu sesin sahibi. ''birisi mi öldü lan'' diye düşünüp kapıyı tıklattım. ses hemen öksürükle cevap verdi. ama işgillenmiştim bi kere.
elimi yıkayıp ''ehh hadi işime döniyim bari'' diye kapıya yöneldim ama gitmedim. içeride olası bir seks ihtimali bile beni mutlu ediyor, patronumuzun söylediği ve inanamadığım ''artık avrupa standartlarında bir ofisiz'' cümlelerine hak veriyordum artık. ofiste seks lan! işte avrupalı ofis olmanın ayrıcalıkları.
yemi yuttu sesin sahibi ve inleyen namelerine devam etti. ağıtları tuvaletin her tarafında yankılanıyor, kulak zarını titretircesine mevcut olan akustik, adeta bir opera salonunda gösteri izliyormuşum hissine sokuyordu beni. havaya girmiştim ben de bi kere ve bu pavarotti yle tanışmalıydım. en azından bi suratını görmeliydim.
10 dakika kadar bekledim içeride ve ses bir süre sonra kesildi. sanırım sezgileriyle varlığımı anladı ve avından kaçmak için doğru zamanı kollamaya başlıyordu. bense yan kabine girerek ıslattığım selpakları adeta el bombası gibi diğer kabine yağdırıyor ve avımı yaralamaya çalışıyordum. ''lütfen amaa lütfennnn'' diye yalvarıyor, ''çık lan dışarı erkeksen'' diyerek tahrik etmeye çalışıyordum.
yaklaşık 2 saattir kabindeydik. bir süre sonra ''benim işim yok beklerim ki sabaha kadar'' diye tehtitlerimi savurmaya başladım. tam o sırada kapı açıldı hafiften.. önce melih bey çıktı. kendisi patronumuzdur. sesin sahibi oydu sanırım. tanımamam için biraz kalınca çıkartıyordu sesini. ''aaa siz miydiniz melih bey. bilsem yapmazdım, ben seks var zannettim'' diye gülümsedim. yaptıklarımdan utanmıştım ama melih bey hala olgunluğunu koruyordu. ''e tabi patron adam, birazdan kovup rahatlayacaktır'' diye iç geçirirken kapı biraz daha aralandı. evet.. bu ofisboy rüstem abiydi.
kendime geldiğimde çırılçıplak bir küvetteydim. üzerimde ''eğer bundan birisine bahsedersen böbreklerini çalarız'' yazılı bir not vardı. artık ben de bu sırra ortaktım. yoksa neden çırılçıplak olayım lan. aklıma yine patronun ''avrupa standartlarını yakaladık'' cümleleri geldi. ne avrupası lan, standartları biz yaratıyoruz resmen diyerek hıçkıra hıçkıra ağladım. sanki anadolu ezgileri taşıyordu..