- objebi ne demek oğlum?
+ yabs.. öhmm. baba diyemem ki sana şimdi onu?
- niye kötü bi şey mi? ne o öyle objebi yazmalar msn adına falan? 2 tane isim koyduk yetmedi mi?
+ koydunuz da biri unisex. çocukluğum cemre diye kızlarla tanışmakla geçti yeminlen.
- diğerini kullanaydın.
+ daha var ona. bu şimdi pek cool.
- objebi ne demek oğlum?
+ yok ben yapamiciim.
- iyi peki, öğrenirim ben.
ne mi oldu sonra zenci? yoo dostum yoo kötü şeyler döndü dünyamda.
sözlük la bu, aha bu da taşak, ha şu da geyik. abunlar insan, işte objebi, işte bu da sapı daha nasıl olur ki lan ispatı?!
- objebi nin gay olması ne olm!?
+ hönk!
- ibne bile değil, gay demişler..
+ yok o şey baba. şimdi arkadaşlar bi şey yapmış. bok yemiş.
- bence sen yemişsin boku.
objebi yazıp enterlıyorsun google a, 2. sırada objebi nin gay olması çıkıyor. e adam da girip okuyor, adam dediğim bildiğin babam!
- oğlum senin kız arkadaşın var mı?
+ yok baba..
- niye yok oğlum?
+ aşk acısı yaşadım baba. acıktım ona doymadım, susadım içip kanamadım, ondan başka soluyamadım, yaşamak bile istemedim. kız arkadaş mı edineydim baba.
- edineydin oğlum.
+ ehehe, pis geyik çevirmişler ama.
- pis bir geyikmiş cidden.
e kızmadı adam. anlayışlı sonuçta. yalnız şuraya dikkat çekiyorum, ibnelik muhabbetime kızmadı. yani ortada gay yok, hortum yok, dayak yok, babalar gibi baba var.
a dostlarım, bir entry'si haftanın beğenileni olur başlığın iyi çok güzel. yazan da arkadaşımdır, dostumdur, tamam da, bu ne meraktır lan. bu başlık sol frame'de bile yok hacı, gelmesi engellenmiş. nasıl yayıldı lan bu kadar? nası örgütlendiniz olm? "al lan al habuğa artı ver deyyüs" mü dediniz birbirinize?
* işten bunaldığım bi vakit, yapmış olduğumuz bi geyiktir.
. sözlüğe nasıl yansımıştır?
* "bunu sözlüğe kom mu la?" dedikleri vakit, geyik konularında şeyimden aşşaa, gasımpaşa modlarında olduğumdan mütevellit "koy istiyosan" cevabıma karşı sözlüğe konmuştur. ardından şahsım işine ve ödevlerine dönmüştür, eve gidip bir de bakmıştır ki, başlık geyiğini semer edinmiş, delicesine yırtınıyor. tabii bunu "ahaha bak la bak nooldu" diye yollayan arkadaşım sayesinde öğreniyorum. cuz' başlık sol frame'den engellenmiştir o vakitlerde.
. moderasyona veya yazarlara herhangi bir serzenişiniz oldu mu?
* olmadı. hatta unutmayan nickli pek sevdiğim yazar arkadaşım, nick altıma beni savunan sert bir entry girmiştir. kendisine; onların arkadaşlarım olduğunu, benim gülüp geçtiğimi, olayın tartışma boyutuna gelmemesini istediğimi, gelirse üzülüceğimi belirtmişimdir. kendisine burdan selam ederim bu arada, eğer bizi okuyorsa.
. size gay muamelesi yapmaya kalkışan yazarlar oldu mu? olduysa tepkiniz nasıldı?
* oldu tabi. hatta bir kaç dakika önce oldu en sonuncusu aramızda şöyle bir diyalog geçmiştir, bitmek bilmeyen msn zirvesinde;
- travestisohbet org diye başlık açarsan ibne de derler, tro da.
+ başlıklara bakıcaksan, ortaya koyayım başlığı.
+ bence içeriğe bir bak sen.
bir kaç muhabbet döner;
- objebi verir
+ verir tabi niye vermesin. yalnız alış gücü kuvvetli olana verir. bilmem anlatabildim mi?
* tam olarak değil. mouse bozuk benim, optik okumuyor tam onla uğraşıyordum o sıra. yalnız arkadaşa tahrik edici gelmişse, tesadüfi izleyiş.. ona da burdan selam ederim.
. sosyal bir mesaj vermek istiyor musunuz? veya asosyal?
* bi kaçı ibne olduğuma ciddi ciddi inanmış lan. üzüldüm buna. bunun dışında cansu berk'ten ayrılsın. o berk'inde amına koyayim. gerçi bunu da ibnelik olarak algılarlar ya, neyse..
ulan şunca yıldır yazıyorum, o kadar emeğim falanım var şu sözlükte, bi gün biri de çıkıp "severek okuduğum yazar", "canciş kankiş", "ağzını gulaandan yediğim" demedi bana.
bende mi gariplik var, dişlerimi bile 3 kez fırçalıyorum. vallahi anlamadım.
çok yalnızım olm her konuda, duşa bile her seferinde tek başıma giriyorum.
bugün bakkala gidip, "müslüm abi ne ekmek ne de su sensizlik korkusu" dedim. "ne alıyosan al parayı koy ora" dedi. yüzüme bakmadı lan adam. ibneliğine sakız çaldım sinirden 2 saattir çiğniyorum.
her bunalımdaki insan gibi uyku sorunu yaşıyorum. kısa bir süredir demek isterdim fakat yaklaşık 3 yıldır süregeliyor bu durum. önceleri aneminin de desteği sayesinde göz altımda yer edinmiş morluklar yüzünden çoğu kişiye çok karizmatik geliyordu bu durum, pek tabii bana da. zamanla rahatsız edici bir hal aldı ve şu an bunun tamamen bir rahatsızlık olduğu kanısındayım. haftada bir gün 6-7 saat uyuyor olmakla beraber günde uyuduğum uyku saati 3'ü geçmiyor. 3'e varmıyor bile.
hastayım. eskiden belirli rahatsızlıklarım vardı ve gerçekten canım yanıyordu. fakat şimdi hastalık hastasıyım. maziden gelen bir yara olarak bünyeme yerleşmiş fotofobi yüzünden ışığa bakamıyor, güneşli bir günde çılgın baş ağrıları çekiyorum. her seferinde de bu baş ağrısının beni öldüreceğini düşünüp, öldükten sonra ailemin ve arkadaşlarımın nasıl bir hayat yaşayacağı hayalini kuruyorum, genelde bunu her gün yapıyorum. ciğerlerimde varolan leke yüzünden sigara içmeye devam edersem ağustos sonu gibi göğüs hastalıkları hastanesinin kadrolu elemanı olacağım haberini almış bulunduğum halde sigara içerken bile canım yandığı halde bunu görmemezlikten geliyorum. aynı gece ya baş ağrısından ya da veremden o an ölebilirim diye de melankoli yaşıyorum.
ruh sağlığım pek yerinde değil. çok ciddi bir sohbetin ortasında kahkaha atabilme yetisine sahibim. insanların çok önem verdiği şeyleri çoğu zaman gram önemsemiyorum. fakat bir kişinin telefonu kapatış biçimini çok büyük sorun haline getirebiliyorum. insanlara güvenmiyorum, aileme de. onlarla vaktimin çoğunda hiçbir şey hissettirmeden dalga geçiyor ve kendimi mutlu ediyorum. bana kalırsa günümüz insanı üstün körü detaycılığın kaybolmuş yunus balıkları gibi. oturttukları sandıkları belirli bir düzen doğrultusunda yüzmeleri gereken rakımın gereksiz derecede üzerinde yaşıyorlar. yunusları severim, bana kalırsa gülmek için yaratılmışlar.
alkole ve sigaraya düşkünüm. ama ikisinin de yetmediği nokta oluyor. el sigarası diye tabir ettiğimiz, sanılanın aksine pek bir bağımlılığı olmayan, bilinen aksine çok daha büyük bir sağlık sorunu teşkil edebilen keyif maddesi ile bazen kendimi mutlu etmeye çalışıyorum. bu mutluluğu 2.5 litrelik kesik bir kola şişesinde aradığım da olmuştur. tamamen kabullendiğim gerçekleri bir an için unutmak iyi hissettirsin diye yapıyorken tüm bunları, o an yıllardır hala gelmedi.
karmaşık bir insanım. bir kadını mutlu edebilecek bir erkek değilim, çünkü detaylar beni hep yorar. en büyük bencilliğim bencil olamayaşım oldu bu zamana dek. 11 yahut 12 yaşlarında bir çocukken hiç unutmam 31 aralık tarihiydi. zaten nasıl unutabilirim anım tamamen bu tarihe bağlı. yılbaşına girecektik ve tüm aile yine beraber olacaktık. o güne kadar uzun zamandır biriktirdiğim paramı aileme hediyeler alarak harcama kararı almıştım. hepsine birer kutu parfüm almakla başladım hediye seansıma. küçükten büyüğe doğru da bilindik ihtiyaçları satın almaya başlamıştım. sahipleriyle buluşturduğum hediyeler sonrası yaşadığım huzurun seviyesine hala hiçbir mutluluk ulaştıramadı beni.
hayatımdaki en büyük yalandı "birilerini mutlu etme isteği". asıl amacım kalıcı olmak benim insanlarda. her birine verdiğim hediyeler, aldığım eşyalar, yaptığım sürprizler art niyetimden belki de. öyle bir şey yapayım ki, yarın başkasıyla evlense bile bunu unutamasın diye düşünürüm çünkü hep. basit insanlık da bu değil mi zaten. bencilce sevilme arzusu. belki de insanlığın en büyük tanımı bu, ya da insafsızlığın.
ikince kez tecil ettirdim askerliğimi ve şu yaşıma kadar aldığım en değerli hediye 5 yaşındayken anaokulunda ailemin düzenlediği doğum günü kutlamamda, en yakın arkadaşımın almayı unuttuğu hediyeyi telafi etmek amacıyla en sevdiği oyuncağı olan camının yarısı kırık el atarisi oldu. ruhumun kirlenmediği yıllardan kalan tüm "çocukca" eşyalar gibi o da yerini aldı çatı katında. başka da hediye almadım ben, beni özel hissettiren. binbir yakarmayla aldırdığım playstationın da hiçbir değeri olmadı benim için 13 yaşında. herhangi bir sevgilim de kalıcı olmanın uğruna bir emek göstermedi bana. ben hepsini bunca şımartırken beklememiştim zaten. amaç, şımartmaksa görev hep başarılı olmuştu.
ne diyordum, bencildir insan. o kadar bencildir ki, sevdiği kadar sevilmek ister. verdiğinin karşılığını almak ister. gittiği yerden dönmek ister. sevdiğinde sevilmek, öptüğünde öpülmek ister. bana kalırsa her birimiz istediğimiz şeyler için suçluluk duymalıyız. zira, öpmek istediğimiz kızın aslında bizi öpmesini istemişizdir. çok pahalı bir saati satın alırken değdiği fiyatı vermek de istemeyiz. sevdiğimiz kişi bizi sevmeyince, platonikimiz bizi görmeyince melankoli yapar hayata küseriz. büyük aşklar yaşamadığımız sürece sevişirken bile kendi tatminiyetimizin peşinde koşarız. oysa bir cümleyle neler anlatmıştı insanoğlu seni seviyorum bir soru cümlesi değildir diyerek zamanında da işte anlayana.
yakın çevrem ağır depresyonda olduğumu söylüyor. bana kalırsa yeni yeni anlamaya başlıyorum hayatı ve inceliklerini. yaşadıkca da soğuyorum. yine de işte konuşurum ben, konuşmam da.. yani konuşamam da, düğümlenmiş düşüncelerimi ayıklamaya çalışırım en çok.
- akşama gelmiyosun yani?
- la olum ne anlarım ben counter strike'dan falan ya. ben en fazla tetris oynardım onda da ömrüm, o uzun zımbırtıyı beklemekle geçti. hep yandım hep yandım anasını satayım gelmedi şerefsiz!
- ha tabiii.. sen baya baya teyze olduğun için tetris vardı sizin zamanlarda doğru.
- he valla
- o zaman bana nick bul be ablam önemli çok.
- ne tarz bi oyun ki bu?
- böyle adamların kafalarını kesiyosun, öldürüyosun, bombalar, kanlar, terör..
- uuu süper.. baba filmini izledin mi sen? ordaki marlon brando'da kafa falan keserdi. seninki de naylon bıranda olsun?
- afefreurvhafaa!!!
garip kişilik. böyle ansız kahkaha patlamaları falan var. şimdi aradı; o nickle oynıcam ve her headshot'ımda seni anıcam abla, mermilere nüko yazıcam. her ölünün üstüne bir n harfi bırakıcam, m4 le her el base'deki duvarı N şeklinde tarıcam." dedi anlamadım ama iyi bişey dedi zaar!
tanım: kardeş olmak için aynı karnı paylaşmak gerekmez bazen... "karındaşım" değilse de "kardeşim"..
o : öyle diyo bana? benim de iyice nevrim döndü amına koyim, dedim sen dedim bugüne kadar dedim neyi dediğim gibi dedim ayynen böyle dedim abi. yaptın dedim.
x : ee ne dedi?
o : ne diyecek bi şey diyemedi tabi. öyle sustu izledi sadece. o gün var ya nası gerginim görmen lazım. param bitmiş, para çekemiyorum pederden isteyemiyoruz, hatun bi yandan, eskileri bi yandan. zaten rüyamda bakkal nazım'ı gördüm bi garip uyandım. o değil de şu bizim lisedeki merve yok mu? hah işte onun bi sevgilisi vardı yeşil diyolardı çocuğa? neyse bu saray gazinosu tanıdıkmış la bizim. bi gün gidek. zaten harbiden çok gerginim bu aralar ya. bu olay da iyice gerdi zaten, tam da anlatamadım şimdi detaylarıyla...
x : olm ne diyon anlatsana adam gibi bi ordan bi burdan giriyosun bi yarrak anlamadım şu sohbetten. 26 farklı konuyu aynı anda anlatıyosun, adam gibi otur anlat şunu. allah allah yaaa!
o : anlatıyoruz ya olm işte. ne baaağrıyon...
anlatıyorum lan işte. ben anlatıyorum da, size anlatamıyorum derdimi. hani kendime anlatıyorum, kafamda çeşitli serenatlar çözülmedik dert sorun bırakmıyorum, yahut düşünmedik, edilmedik ayrıntı kalmıyor diyelim. çözüm bulduğumuz yok ki olm, neyin yalanını sıkmaya çalışıyorsak. 1 sene önce nerdeysek, aynı yerdeyim. tek fark bu sefer yalnızca benim, gram insan kıpırtısı yok yanımda. bak konu yine değişiyor görüyon mu?
anlatamıyorum ben. objebi yahut cemre dendi mi, hep böyle sol eli sağ dirseğinde, sağ avucu sağ yanağında "güzin abigibiabla" hali yer ettirdim gözünüzde. oldum olası dinliyorum ben. buna 5 yaşında ablamı dinleyerek başladım. zamanla bulunduğum sosyal ortamlar ki anaokuluyla başlar, sayesinde büyük bir anlatıcı kitlesine hitap etmeye başladım. gören bir şey anlatıyor bana. zerre şikayetci değilim amma velakin bugüne kadar biri de gelip "yağu objebi, yine sağ meme ucun yere bakıyor var mı bi derdin bilader? gel anlat hele. rahat bir şey giyip geleyim, sen anlatadur" demedi arkadaş. ulan bigün biri bana bu kez de sen anlat demedi! ancak diyorsunuz siz. hani şimdi bunca yıl, bunca şey, bunca problem üstüne sanki kendi kendime kuruntu yapıyormuşum gibi hatta bazen dalga geçer gibi "neyin var senin?" diyeniniz de var.
olm bi kere ben insanın başından geçen bi olayın nasıl anlatılacağını bilmem lan. hani burda uzun uzadıya yardırıyoruz ediyoruz evvela bunu zirvede sanat ve sikiş konuşarak da yapıyoruz ama, anlatamam ben bir şeyi. anlatmayı bilmiyorum. bu kadar. bu kadar basit, anlatmayı bilmiyorum. anlatmayı bilmediğim için de o an aklımdan geçen her cümle, her kelime ve her detayı söyleyerek neyi kimi nasıl ve ne şekilde yaşadığımı, bana neler hissettirdiğini aktarmak istiyorum. bu sebeple çenem düşer anlatırken. bak hala.. bilmiyoruz lan işte. benim suçum değil, valla değil.
ortaokulda psikiyatriste gittim ben. o dönem ailevi bir kaç durum var yaşıyoruz hoş olmayan. miras, servet kaybı çarkıfelek tarzı mülk iflasının falan eşiğindeyiz. evladımızın psikolojisi bozulmasın tüm bunlar olurken, derslerine aman dikkat etsin diye de yolluyorlar beni. tabi bu mantığı şimdi şimdi çökezliyoruz. ama bak şimdi;
p : evde hiç tartışıyorlar mı?
o : her aile tartışmaz mı? sizinkiler de tartışıyordur. ya da siz?
p : evet tabii.
o : neden tartışıyorsunuz? maddi bir durum mu manevi bir şey mi?
p : bir sürü sebebi olabiliyor.
o : hmm en son olan tartışmanızın sebebi neydi?
p : iş yoğunluğum yüzümden eşim şikayet ediyor. ama sen de biliyorsun bazen dosya yetiştirmek zor oluyor. geçen akşam gördün
o : evet ama mesai saati diye bir kavram var. hem günler poşete mi kaçtı?
p : günler torbaya mı girdi demek istedin sanırım?
o : evet evet!
p : haklısın aslında cemrecim. neyse sana bir ders çalışma programı hazırlıyoruz.
o : anlıyorum.. fakat seansın sonuna geldik sanırım?
p : hah evet. çarşamba günü geldiğinde veririm o halde. şimdi eve gidiyorsun değil mi?
o : yoo ateriye?
işte bu diyalogların yaşandığı olaylar silselesinde 20 yıllık psikiyatristi sırf laf kalabalığıyla alt edince ben, adam baş edemeyeceğini anlayıp aileyi tümden tek tek görmek istedi. bir süre boyunca ailecek büyük bir hazine yatırdık adama ve ben bir kez daha anlatamadım derdimi. aksine dert dinleyip, bir de para verdim.
dün kuzenimin arkadaşını gördüm mesela. çocukla 2 kere bizim ibiş sayesinde görüşmüş, öyle pek bi sohbet halinde bulunmamışken;
m : cemo naber?
o : iyidir mertcim senden naber? nereye böyle?
m : sorma abi. canım sıkkın, vaktin var mı şu bankta oturalım biraz?
o : tabii hayırdır?
> yarım saat sonra
o : bak mertim. kadınlar tarlalara benzer. bugüne kadar onlara verdiğin yahut yaptığın her şeyi iyi ya da kötü meyvelenmiş haliyle sana geri sunarlar.
m : ektiğini biçiyorsun diyorsun?
o : kısmen. ama kontrol hala senin elinde. zaten senin yapmış olduğun olayları baştan yaşıyorsunuz, kişiler farklı. sonucu gör ona göre davran.
m : eyvallah kardeşim. valla iyi geldin.
o : her zaman lan
şeklinde bir günü sonlandırdık. adamın bilmem kaç zamandır süre gelen ilişkisinin gidişatını iyi yöne sokmanın huzuruyla gece boyu efil efil osururken o hiç susmayan iç sesim bir kez daha konuşmaya başladı ve "bi dene lan, ne bileyim sacit'le falan konuş. kabız olacan böyle giderse" dedi. msn'i açtım;
o : bro orda mısın? az bi' konuşalım mı?
s : noldu lan?
o : ya olm b
s : olm firefox'a süper eklentiler buldum lan. kişiselleştirmenin amına koydum amına koyim. bambaşka bi hale soktum valla
o : hadi ya naptın?
s : al bak şeylere -screenshot atar-
o : vayy güzelmiş
s : hea. şuna da baksana lan sen anlıyon, sinema kulübü için logo yapıyoruz. bak bu da fotoğraf kulübü için
o : 2.si güzelmiş
s : bu arada uludag gossip kim la?
o : ne bileyim olm?
s : hahah mail atacam, objebi x'in ağzına verip sonra romantik adam tavırları takınıyomuş diye.
o : ya olm siktir git
s : neyse lan şaka yaptım sen ne diyecektin?
o : avatara bebek fotosu koymuşun ya? o ne ibnece bi hareket. ama çok tatlı bi şey lan yirim.
s : hehehe bu muydu?
o : hı hı.
şeklinde bir konuşmayla msnden de çıkıp açtım blur'u oynamaya başladım. ekran kartı da kernel hatası verince, iyice içime kapanıp balkonda sigara içerek son verdim geceme.
toplumu bırak, arkadaşlarıma inandıramadığım bir deliliğin içindeki gitgellerde nefessiz kalırken kimse bana zekisin, öylesin böylesin demesin. hastayım ben. yalnızım, psikolojim normal değil, düzensiz sıçıyorum...
bu entry de kişiseldir amına koyim, bi amaç vesaire hedeflenmemiştir. madem anlatamıyorum, yazar saçmalarım argadaş.
en çok da, yapmadığın bir şey için suçlanmak acıtır şu hayatta canımı. evvel zaman önce, yazlık taraflarına taşınmış yeni bir ailenin asosyal çocuklarıyla tanışıklığım olmuştu. o vakit sabahlara kadar tapınaraktan istediğim köpek alma eylemine karşı aldığım hayırlar, hüzünlere garkederdi beni hep. evvela, taşınan bu ailenin gözlüklü-çirkin evladıyla tanışıklığım da yine bu köpek mevzusuna bağlanır. paris hilton stayla kucağında taşıdığı süs köpeği diye idrak ettirilen, sonralarda shih-tzu gibi sikik bir cinse dahil olduğunu öğrendiğim köpek gibi hayvana, karşı giderek artan sevme isteğimi sunduydum velete.
+ accık sevim mi yaa?
- sev ama ısırır dikkat et
+ ısırmaz ya köpekler sever beni
dur şimdi. hayvanlar ve bebeklerle ciddi anlamda iyi anlaşır, en hırçınlarını bile uysallaştırdığım olmuştur. gerçi 9-10 yaşlarındayım o zaman, ne kadar tecrübe sahibi idim, anımsayamamaktayım.
>hırrrr!
- yapma ısırır!
+ ya seviyorum yaa
>harrırrrr!(elim ağzına girdi itin)
+ öh.. öhühüea ısırdı, guduz olcam ben, su getmeyin öhüüü!
- vurdu köpeğime vurdu! pis, sıçmık seni köpeğime vurdu!
halbuse o anın verdiği tırsiyetle elimi köpeğin ağzından çekme çabasında çocuğun da korkabileceğini düşünmeksizin cırlamışım. o telaşe ile kucağındaki köpeği düşüren o pis, çirkin eleman pönkürmeye başladı etrafa köpeğimi dövdüler diye. akaben anası babası ve bilimum gözlüklü ve çirkin olmak üzre 7 cedden akrabası hatta ve hatta hiç görüşmediği akrabaları bile cereyan etti o an olaya. babama, babacım dediğim yaşlara tekabül ediyor bu pek tabii. daha günah nedir bilmem, yalan söylerken ayak parmağım ucuyla dans eder, kış vakti akşam 8'e kadar dışarıda kalma izni almak için açmam gereken telefona mide kramplarıyla sarılırım o çağda henüz. öfke patlaması yaratan olaya, akşam yürüyüşü yapan annecim ve babacım da seyir hallerinden konuk oyuncu görevlerini üstlenip geldiler ansızın. köpek sevme sevdası o an bir aile kavgasına dönüşmek üzereydi. sen benim oğluma nasıl bağırırsın, asıl sen benim oğlumun köpeğini oğluna nasıl dövdürtürsünlü tehditkarlıklar havada uçuşurken ben o çirkin elemanla "halı saha maçı yapsak oynar mısın?" muhabbetlerine girmişim tabii. aile büyükleri(7 cedd dahil) durumun farkına varıp sakinleştiğinde de, misafircilik oynadık aynı çirkin familya ile.
çocukluk tabi, dank etmemiş bülbüller.
hayata verdiğim onca şeye karşın tek isteğimin sevilmek olduğunu farkettim 2 gün önce. o andan itibaren düşünüyorum, nedir sevilmek ve sevmek deyyi. çocukluk arkadaşlarımdan başlayıp, sözlükte tanıştığım insanlardan çıktım. akrabalarımdan zik zak çizip, zink zank zonk tabiriyle son kapağı da atıp geldim bu sayfaya. vardığım tek sonuç çıkar ilişkilerinin yaşandığı bu zalım, gahpe dünyada ne kadar gerçekci seviyormuş gibi gösterebiliyorsan o kadar fazla seviliyorsun sanırsam, yov yov.
kaç zaman oldu bilemedim şimdi, ama çok değil belki 2 ay. neredeyse bir buçuk.(uncu) yılını yaşadığım garip ama güzide ilişkimin sonunda buldum kendimi. ilk defa öğrenmiştim sevilmeyi, zor zamanlarda destek çıkmayı, gerektiğinde gösterilen anlayışı, kıskançlık dozunu, aynı rüyaları görmenin verdiği harry potter hissiyatını. alnıma şinşeh dövmesi bile yaptıracağdum yeminle de gül yüzümü çok sevdiğinden kıyamıyordum kendime. çok kısa bir süreç olarak raks edilse bile bu, en uzun ilişkimdi benim. ilk kez seviyordum üstelik. iş bu sebeple alışıyor insan, uzaktaki sevgilisinin namına elinde telefonla dolaşmaya, çiftlerin olduğu bir ortama girdiği zaman "ay inanır mısın bizimki de pek şöyle ayol" şeklinde konuşmaya.
geçen hafta kuzenimin sevgilisi, benden çok şey alan, o kevaşe istanbul'a arkadaşının yanına ufak bir tatil yapma sebebiyle gitti. üstelik bitmiş bir ilişkinin başrolünü paylaştığım nadide hanım efendinin okul şenliğinde de boy göstereceğini belirtti gitmeden. tebessüm ettim. o gün orada, 1-2 hafta yaratacak olan yokluğu uğruna onu uğurlamak için duruyordum kuzenimin hatrına. yarım saat geçirdiğimiz üç kişilik zamanın akabinde, ilkokuldan beri tanıdığım te o yıllarda okul asmayı keşfettiğimiz canımdan çok seviyorsam siksinler beni dediğim arkadaşım da, ortak arkadaş, ortam vesairesi olma sebebiyle hoş geldi yanımıza. tabii ki sevgilisi ile birlikte. 2 çiftin arasındaki, hınzır, serseri, yakalanılan çapkınların suç göstergesi olarak calgonla durulanmışcasına parlıyordum. vardır ya hani, uzun ilişki yaşayan erkeklerin yanındaki bekar olup, yaptığı her hatayı kabullenmesi için araya şevkat konulan adam, hah işte o durumdaydım. yine yeni yeniden. (tek gecelik ilişkilerin isyankar çocuğu_55)
ilker : hadi bari bize geçelim
bjb : e siz geçin abi, ben ufaktan kaçayim
orkun : niye lan, buse gidiyor bu gece, bugün hep birlikteyiz.
bjb : e takılın siz işte, neyşim var benim
buse : yaa gidiyorum ya ama ben cemree
bjb : yarım saat otururum, işim var o yüzden
ilker : sigaran var mı?
bjb : var amcık al(sigara için çağırmıyorsa ibneyim)
çok güzel maceraların konseptini oluşturduğumuz eve ilk defa bir buruklukla girdim o gün. bir hafta sonra tamamen boşalıp tüm yaz boyunca sahibi olacağımız güzide mekanda, döndüreceğimiz kovayı-kaleyi-hatunu düşünmedim ilk kez. parmaklarımın arasındaki sigaraya inat düz duran bardağın figürlerini inceleyerek sorguladım durdum kendimi. niye oradaydım, bu insanlar neden birbirlerinin kucaklarındaydı, orkun ibnesi bana bakıp neden dilini dudaklarında gezdiriyor, bu sigara bugün boğazımı neden bu kadar yakıyordu. acaba ibne miydim, bu arkamdaki sertlik de neydi? kırılmadan çıkarttım kumandayı popo yanaklarımdan ve balkona çıkıp, en orlando bloom ifademi takınarak cool havalar sergilemeye başladım. hayatın vurup durduğu, 'çok kadın hiç kadındır oğlum yalnızlıktır bunun sonu' cümlesi kulağında çınlayan, demin sanki 3 tane dişi aslanı sikmiş de onun kederini kasıklarında yaşayan bir jim carrey sırıtması da takınmıştım yüreğime. tam altımızdaki havuza göz atıp,
"atlasam çanağı kırar mıyım havuz kenarında
bandırabilir miyim bir daha ekmeği nutellaya
bilmezdim viskinin bu kadar acı
toblerone'un bazen yenilmemesi gerektiğini
kakam bu denli gelmeden önce.
içerde tuvalet var biliyorum
gidip haşırt diye sıçmak mümkün
epeyce osurmuşum, kokluyorum
ama sıçamıyorum..(hüzün 2 noktada)"
şeklinde ufak bir şiir de yazıp, kimseye çaktırmadan çıktım evden. mesajlar hep dindendön diye gelir telefonuma. sübhanallah diye açıp okudum mesajı. "sen ne adi, vasıfsız, haysiyetsiz iğrenç bir adamsın." yazıyordu. numara kayıtlı olmadığından aradım;
[nerden tanıyacağım? hayatımın çok değerli bir buçuk yılını verdiğim kadının, ölüm korkusu sarmışken tenimi, sabahlara varan dua eşiklerinde ömrümden alıp ona çırpması için dua ederken inandığıma-çok değil bir hafta sonra tüm bu olanları kaldıramayacağımı düşündüğünü söyleyip, bunu daha önce yaşadığını ve hala izlerini taşıdığını da eklemişti sesine özlem kulaklarıma.
o : e hep hastaydın ama sen, yeni bi şey değil ki bunu bilerek başladık biz. bak yine korkuna yeniliyorsun yapma, seni seviyorum biliyorsun.
x : belki.. ama olmuyor artık. 4-5 yıl önce yaşadığım şeyi hala atlatmış değilim ben. tahlil sonuçlarım berbat. bunu sana yapamam cemre. seni bu boka yeterince batırdım, artık bitmesi gerekiyor.
vs. vs.
o : mutlu olucak mısın?
x : sensiz? hiç.
tekrar sorayım nasıl tanıyacağım? içini bildiğim, ilk kez rüyalarımda tanıştığım yıllar sonra rastladığım kadını bile tanıyamamışım ben. sığındığı hastalığı bir mazeret olarak bana sunup, başkasıyla terlemesi miydi aşk? onu tanımamışım ben seni nasıl tanıyacağım?]
- bilmem.. sana kanıp, beni kötü hissettirmene izin veren o salak kızlardan biriyim.
kapatıp telefonu bir tebessüm daha ettim. kirletiyor bizi hayat dedim içimdeki şizofrene, 'insanlar suçluluklarına aradığı mazaretleri için en güçlü gördüklerine bulaşırlarmış' diye bir şey duymuştum zamanın birinde. bulaşılan kişiyim şu sıralar, tüm geçmişimin bulaştığı kişiyim.
bir sabah uyandığımda göbek deliğine süzülen teri emdiğim kadının, seviştikten sonra omuzunu öptüğüm o kadının, saçlarının ıslaklığında uykuya daldığım yine o kadının hayatımda var olma ihtimaliye yaşıyorum ben hala. tüm sevdiklerim sevsin beni diyebilecek kadar bencilim.
+ halı saha maçı yaparsak oynar mısın?
- oynarıım
+ nah oynarsın, almam ki seni ben.
- niyeee?
(sus sikerim)
edit : ilk entry olsun diye kasmışlığım yok. ama şans, gader.
kendisi hakkında çıkan asıllı gay dedikodularından sonra inzivaya çekilmeyip bunu kabullenmesi gerçekten dürüst ve cesur bir yazar olduğunu düşünmeme sebebiyet verdi. geçen gün camfrogta çıplak şekilde bana anlattığı o hazinli hikayeden sonra ,artık kendisinin tercihleriyle dalga geçmeyeceğime söz verdim ve giyinmesini söyledim. niye çıplak çıkar insanların karşısına onuda bilmem.. bak güzel insan, sende guizanın karısının ruhu olabilir, sende bir slyvia saint celebirtyisi olabilir, ama bu her gördüğün insana kur yapma hakkını vermez. tamam sana bir iyilik yapmış olabilirim, ama illa bunun karşılığında ''sana boru dansı yapmak istiyorum'' sözüde ne demek.
neyse bu teklifini değerlendireceğimi söyleyip kendisinin başına gelen olayın herkese olabileceğini, üzülmemesini ve artık insanlara kameralarda soyunmasına gerek kalmadığını belirttim.
başına gelen vahim olayı en kısa zamanda başka başlık altında açıklayacağımıda burdan belirtmek isterim..
şaka lan şaka direk anlatıyorum mnskym.
yaş 14 cemre daha ufak. sanırsınki bir gül yaprağı bir kuzu fletosu. o kadar sevimli velet. arkadaşlarıyla beraber koşuşturmaktan zevk alan başkada bir sk yemeyen bir çocuk işte. ama hain kader herzamanki gibi kurbanını seçmiş ve çoluk çocuk demeden planını ortaya koymuştur. bilirsiniz hepimiz yaptık. hani şu inşaatın 2inci 3üncü katına çıkıp kuma atlardık. işte objebide böyle bir olayın kurbanı. ilk atlamak istemese belkide oda normal bir erkek olarak aramızda olabilirdi.. ne bilirdi o garip çocuk onlar yukarı çıkarken aşşagıya bir kum kamyonu yaklaşacak. ve ne bilirdi tam atlayacağı noktada bir micchellin bebeği olucak. hani şu eskiden bütün kamyonlarda bulunan beyaz kardan adam gibi bebek. ve.. nasıl söylesem bilmiyorum ve ne bilirdi atladığında o bebek tam kıçına rastlayacak. o günden sonra pek dışarı çıkmadı cemre. gazetede kıçında bebekle resmedilmeseydi belkide bu kadar etkilemezdi onu. ama o sonunda istediği şey olmuştu. biraz farklı yoldan olsada artık o ünlüydü. bazı şeyleri yitirmiş ama genç yaşında meşhurdu. işte bu cemrenin hikayesidir. bu kadar çekmiş bir insanı eleştirirken dikkat ediniz her an ağlayarak soyunabilir.