düşünsenize akşam oturuyorsunuz ailenizle, hepberaber sinemaya gidelim diyorsunuz.
atlıyorsunuz arabaya, gidiyorsunuz sinemaya fakat o da ne.
sizi kapıda karşılıyor.
gösterime girdikten sonra sinema eleştirmenlerni zor durumda bırakacak filmdir. zira filmi övmek ayrı bi dert, yermek ayrı bi dert.. misal;
"sanatsal olarak bir anlam taşımasa da oyuncu kadrosunun kalitesiyle takdire değer bir film. ki oyuncuların kalitesi filmde de kendini gösteriyor. hepsi de gerçek birer orospu çocuğu gibiydi. yani küfür olarak değil elbette, oyun standartı olarak. yanlış anlaşılmasın lütfen ama burdan "bravo size orospu çocukları!" diye seslenmek istiyorum kendilerine. gidin, görün, tadını çıkarın."
hıncal uluç
sabah- haftasonu eki
05- 06- 2008
"vakit kaybetmeye dahi değecek bir film değil, bırakın bu orospu çocuklarını."
ömür gedik
hürriyet- kültür/ sanat eki
07- 06- 2008
"hayatımda izlediğim en özel filmlerden biriydi. hikayenin içinde hissediyorsunuz kendinizi. yani söylemek istediğim şey "aynen bir orospu çocuğu gibi hissediyorsunuz" değil. daha sanatsal bi yaklaşım bu, daha neo- klasik bi yorum. öyle olmasını diliyorum en azından. neyse filme dair söylenecek çok şey yok; gidin ve orospu çocuklarını görün!"
atilla dorsay
cumhuriyet kültür- sanat
13- 06- 2008
...
bu tür yorumlar yapıldı diyelim, hoş olur mu? olmaz. demek ki neymiş? populizm uğruna böyle garip isimlerle film yapmamak gerekiyomuş. di mi tarantino abi?
- kill bill!
göremediğiniz gibi onaylamadı kendisi bizi. çünkü halihazırda kill bill filminin etkisinden çıkabilmiş değil. nasılsın diyosun, kill bill diyor. sıkıntılı biraz bu aralar. rahat bırakalım o yüzden.
gişe hasılatının düşük olacağı aşikar film. ulan kim gidip sinema gişesinde "orospu çocuklarına 2 bilet" diyebilecek?
vicdani edit: burada sanki filmi aşağıyormuş ya da eleştiriyormuş gibi bir hava oluşturduğumu farkettim. yok böyle birşey sadece espri yaptım ki benzer bir espriyi yiğit özgür de yaptı. filmi izlemedim ama kadrosu ve konusuna bakılınca kaliteli bir iş çıktığı kesindir.
gişeye gidip, filmin ismini (açılım yapmadan) afişinde yazdığı şekilde zikredip biletininizi istediğinizde, ne gişe görevlisinin ne de yanınızdaki sevgilinizinin sıkıntıya girmeyeceği filmdir.
gelelim tanım sonrası filmin yorumuna... biraz tersten başlayarak filmin müziklerine değinelim. filmin tema müziği (şarkısı) olan eser, sanılanın aksine bir kıraç bestesi değil; filmin anlattığı yıllarda özellikle istanbul batakhanelerinde, meyhanelerinde, kerhânelerinde, ve pavyonlarında 3. sınıf şarkıcılar tarafından çokça höykürülen ve yanlış hatırlamıyorsam sözlerini selahattin özdemir'in yazdığı "yaşamam artık" adlı arabesk şarkıdır. kıraç'ın başarılı bir şekilde cover'ladığı bu şarkı filme o yılların havasını vermeyi başarmıştır. ayrıca dramatik-akustik çalım, filmin hüzünlü sahnelerine kelimenin tam anlamıyla "cuk" oturmuştur.
yine sanılanın aksine o... çocukları, bir dönem filmi değildir. malum dönem çıkışlı ve "o" dönemi yüzeysel olarak eleştiren, eleştirirken de yer yer cesaretli davranan (balkondan atma sahnesi) bir yapımdır. fakat ana tema daha sosyaldir.
türk sinemasının komedi/dram tarzında ortaya koyduğu iyi filmlerden birisi olmasına rağmen, ufak tefek mantık hataları gözümüzden kaçmamıştır. yine de güçlü oyuncuların olması bunu görmezden gelebilmeyi ne derece sağlar bilinmez. yorum sizin.
gelelim o hatalara: olaylar 1981 yılında cereyan ediyor olmasına rağmen, sanat yönetmeninin ulvî öngörüsüyle bir yıl sonra dillere pelesenk olacak dünyaca ünlü italyan şarkısı (felicita), filmde çocuklar tarafından 1 yıl önceden söylenebilmektedir. mutluluk anlamına gelen bu şarkıyı, albano-romina power çiftinden önce o... çocuğu ferdi söylemiştir.
ikinci bir hata ise, ihtilâl dönemi olmasına karşın, 23 nisan kutlamalarının, üstelik yabancı ülkelerden çocuklar getirtilerek "gezelim-coşalım 23 nisan'ı kutlayalım" tarzında ülkemde tatbîk edilebilmesidir. o dönemde vatanımda neyin yasak neyin serbest olduğunu iyi bilen bünyeler ne dediğimi anlayacaktır.
gelelim üçüncü hataya: hazal'ın annesinin gemiye bindiği sahne, kuvvetle muhtemel sıradan bir yolcu vapurunun makine dairesinde çekilmiştir. yük taşıyan büyük gemilerin, büyük makine daireleri olduğunu ilkokul çocukları bile biliyor artık. o uzun ve zorlu yolculuk akabinde italya'ya varış'tan, herhangi bir sahne görmeksizin, yolculuk ceremesi olarak hastalanmış bir anne görüyoruz yatakta... buda cabası tabii...
ayrıca, hazal'ın babasını da en son işkencesi zeki! türk polisinin onu mahallede podyumladığı sahnede gördük. sonrasında buharaşan babaya hiç bir karede rastlanmadı, esâmesi bile okunmadı. ayrıca ölen kardeşin polise söylediği son söz hiç bir şekilde anlaşılmıyor.
özgü namal, güzelliği ile büyülerken, daha italyan görünümü kazandırılmak için siyaha boyanan saçları ve belirginleştirilen kaşları dikkatimizden kaçmadı.
hani çok da yakışmış yavrucağıza. ilk sahnelerde kullandığı aksanla hemen akabinde kullandığı aksanın birbiriyle alakası olmadığı da galiz bir hata olarak beynimize işlemiştir. oyunculuğunu çok fazla zorlayacağı bir rolü olmaması, "vasattı" yorumlarına neden olabilir belki ama bence gerek yabancılaştığı ülkesine ve o ülke insanına savurduğu şaşkın ve anlamaya çalışan bakışlarıyla ve gerekse boynundaki haç'la iyi bir donatella imgesi taşıyordu. ayrıca italyadaki evinden atılması ve sığıntı olarak yaşaması gerçeği, bu işi türkiye'ye "parayı göriim öliim" için gelmiş olmasını bastıramadı maalesef...
demet akbağ ve altan erkekli... biri filmi sırtlayıp götürürken, diğeri çok az sahnede görünüyor olmasına karşın, halâ zihnimizde kalmayı başarıyor. ikisi de usta ve sahne sayısı paylaşımı olarak sayısal bir dengesizlik olsa da bence eşit yayılmışlar filme... demet akbağ nasılda aklımızdaki manukyan imajını değiştiren bir anaç (eski)hayat kadınına dönüşüverdi değil mi?. rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini düşünüyorum. önden fermuarlı elbisesini ve saçındaki bigudiyi hiç unutmayacağız. ayrıca ölen balıklarla ilgili yorumlarında, batı tarzı yaklaşımı ve genel kabul gören kavramları bir çırpıda çöpe atmış olması, senarist sırrı süreyya önder'in muhteşemliğinden kaynaklanıyor olsa gerek.
sarp apak bu filmde ilk defa vücut dilinden çok gözlerini konuşturmuş. sahnelere dikkat ederseniz, büründüğü rolle ve verdiği duyguyla ilgili gözlerine yüklediği anlamı görebilirsiniz. bence komedi/dram türü için iyi bir yüz.
gelelim ipek tuzcuoğlu'na... yüz mimiklerini çok iyi anlayamadık çünkü o mimikleri kapatan kâhkülleriydi buna engel...
sol görüşün neden hep dışlandığını ve kabul görmediğini acı bir dille anlatan "suçumuz insanları sevmek" açılımına verdiği cevapdaki mükemmelliği, yüzündeki saflık ve aptallık arasındaki çizgiyle birleştirmesi inanılmazdı bence. ayrıca vurulma sahnesi öncesinde üstün bir performans sergilediğini düşünüyorum.
filmin küfürlü olması bence çok gerçekçiydi. o hayatın içindeki insanlar salon ağzıyla konuşmuyorlar zaten. ayrıca illede küfürsüzlük arayanlar için; özgü namal ve altan erkekli'den film boyunsa hiç küfür duydunuz mu?
son söz senaristimize ve yönetmen mustafa saraçoğlu'na: bu filmdeki dialoglarla hayatın olması gerektiği gibi değilde olduğu gibi olduğunu bize gösterdiğiniz için teşekkürler.
BKM tarafından yapıldığından, bir beynelmilel tadında olmasını bekleyerek gittiğim fakat neredeyse bir hayal kırıklığıyla ayrıldığım film. Senaryo kopuk. Sonunda ne oldu anlamak mümkün değil. Arada Demet Akbağ'ın ve oyuncu çocukların güzel dialogları var o kadar. Ha bir de 12 eylül darbesinde işkence yapıldığını kör göze parmak sokan sahneler.
--spoiler--
- Filmin oyunculuklarını hadi es geçelim. Zira hemen hepsi zaten kendini kanıtlamış oyuncular. Eleştriler tartışma götürür.
- Bu insanların suçları nedir? işkenceye uğrama sebepleri suçlamaları nedir? Bir dava arkadaşları yok mudur? Beraber hareket ettikleri bir grup, bir ast üst hikayesi yok mudur? Bir tek adam var ortada. O da vefa duygusu ile yardım ediyor. Diğerleri nerde?
- Filmin başında işkence yapılan kadının kardeşi ve eşi olan 2 adam var. Bunlardan biri ölüyor eywallah. Diğerine ne oluyor? Neler yaşıyor? Hayatta kalıyor mu? Eşine ve çocuğuna tekrar kavuşabiliyor mu?
- Anne italya'da çocuk Türkiye'de iken Donna (özgü namal) defalarda telefonda italyanlarla görüşüyor. O sırada annesini özleyen ve onun kaçtığını düşünen bu çocuk neden telefonla annesiyle konuşturulmuyor. Bütün bir film zaten bunun üzerine değil mi?
- Töre cinayetiyle öldürülen kadın neden önce ölümden kaçıyor ve sonra bile bile ölüme gidiyor. Aslında ölümden kurtulmuştu. Sadece kızını kurtardığını düşündüğü için mi? Ayrıca böylesine sağlam bir kazığı kız ve annesine atabilecek durumda olması ve evi ihbar etmesi de biraz abartılı geldi.
- 23 Nisan'da gelen italyan çocuklarla beraber bu ülkeden kaçmak nasıl anlamsız ve saçma bir fikirdir. Zorlama olmuş.
- Sarp Apak'a filmin sonunda ne oluyor? Nereye gidiyor? Özlüyor mu Donna'yı? Evi barkını polis bastı. Sonra nereye gitti? Ne yaptı? O neden gelmedi italya'ya?
- Çok fazla eksik gedik var filmde. Senaryo delik deşik.
--spoiler--
genelleme yapmaktan hoşlanmıyorum ama çoğu türk filmi gibi sonunun aceleye getirildigi bir film olmuş o... cocukları.
baştan söyle bir filme bakıldıgında senaryonun gayet özgün durdugu düşünülse de filmin sonu gelince oldu-bittiye getirilmiş oldugu açıkça görülmektedir.
ama yine de demet akbag ve ipek tuzcuoglu'nun oyunculuklarını alkışlamak gerekir. filme renk katan bir diger unsur da çocuk oyuncuların seçimi olmuştur. türk sinema tarihinin en fırlama kadrosunu oluşturmuşlar desem inanın yalan olmaz. rol icabı bir orospu cocugu seçmesi yapsan, süzsen süzsen, o cocuklardan iyisini bulamazsın sanırım. hele hele çocuk oyuncularım mimikleri gerçekten izlenmeye degerdi.
ipek tuzcuoglu ile esas hazar'ın annesinin bir diyalogu var ki;
--spoiler--
- sizin sucunuz ne ki polisten kaçıyorsunuz?
+ bizim sucumuz insanları cok sevmek.
- demee kız. * ben bir erkege vuruldum anam sikildi, size neler yapmazlar..
+??!!!...??!!
--spoiler--
konu güzel, oyuncular iyi ama havada kalmış film. özellikle sonu hiç olmamış sırf bitsin diye yapılmış gibi sanki. daha karmaşık, izleyeni düşündürecek bir son olmalıydı. bir de ipek tuzcuoğlu doğudan gelen töre kurbanı kadın rolünde çok eğreti duruyor, oyunculuğu abartılı ve yapmacık. demet akbağ ve altan erkekli döktürmüş herzamanki gibi. özgü namal da iyi fakat artık her filmde onu gördüğümüz için inandırıcılığını yitiriyor sanırım. sarp apak işi kotarmış tanrıverdi'den sıyırmış kendini birazda olsa. filmdeki sevimli havada çocuk oyuncuların etkisini es geçmemek lazım. hem çocukların isimlerinin ardındaki hikayeler* güzeldi hem de çocuklar çok doğaldı.sözün özü beynelmilel kadar olmasa da hoş sıcak bir film, izlemek gerek.