müslüman olan herkesin tamamını okumasında fayda olan bir yazıdır.
ne yazık ki türk halkı eski türk halkı değildir. bir topluluk içindeki insanların bir birine olan saygısı umumi eşyların kullanımında kendini belli edermiş. eskiden istanbul'un her yerine kök salmış (bkz: sadaka taşları) na bakarak bundan bir kaç asır önce bu saygı ve sevginin çok fazla olduğunu görebiliyoruz parayı sadaka taşına koyan kimse ''ya bunu benle aynı fikre sahip olmayan bir insan alırsa diye düşünmemiş buda o dönem halkının bir birine karşı saygısını samimiyetini gözler önüne seriyor. bugün ise sadece bir örnek vereceğim umumi erkek tuvaletlerinin kapısına ve çalınan cami çeşmelerine bakınız! artık bir birimize saygı duymayı bırakın sebepsiz yere düşmanlık ediyor gereksiz yere kutuplaşıyoruz kardeşim bunun yazıyla ne alakası var deme bu örneklerden yola çıkarak diyorum ki eğer bu topraklar üzerinde yaşayan ve senle aynı dini yaşan bir insana ister kürt olsun ister başka bir milletten olsun ister başka bir partiden olsun eğer bir düşmanlık besliyorsan bunu göz önünde bulundur ve bu düşmanlığını bir gözden geçir allah rızası için! şimdi konumuza gelelim:
tekrar ediyoruz ne yazık ki türk halkı eski türk halkı değildir haklının hakkını vermekte son derece cimri davranmaktadır, ama ne yazık ki yılda kişi başına düşen kitap sayısıyla meşhur olan bu ülkenin insanları birileri hakkında atıp tutarken son derece cömert davranmaktadırlar. ''kopyala -yapıştır'' mantığıyla bilginin yayıldığı bu ülkede sahiplerinin genelini müslüman olmayanların oluşturduğu medya kuruluşlarının haberlerini kutsal bilgi kaynağı sayıp, ona göre karar vermekten onu değişmez, sorgulanamaz bir kaynak olarak görmekten bıkmıyor usanmıyoruz. halkımız, ''birilerinin'' ortaya attığı bir kaç ''cahil yemini'' bir insanı; günah keçisi, siyonist, mason, amerikan oyuncağı yapmak için yeterli görmektedir.
okumuyoruz, araştırmıyoruz, sorgulamıyoruz, bilmiyoruz. bu eksikliklerimizle ters orantılı şekilde konuşuyor, yorum yapıyor, hakimliğe soyunuyoruz.
''ama cemaat onun, zaman, stv, bank asya hep onun adam zengin yeaa s. s.''
''papayla kucaklaşmış gördüm ben onu resmi varmıs s s.''
''dinler arası diyalog varmış diyyoooo nasıl hoca o''
''amarikadan neden dönmüyor dönse ya demek ki ajan o ajannn''
''nerden geliyor bu değirmenin suyu bu kadar para nirden geliyoo''
''onun birden fazla ceketi var ayıp ayıp''
''valla bir beddua ediyor ki sorma gitsin s. s.''
''darbe yapacakmış başbakanı devirecek diyoolar''
vs. vs. vs.
bunların akla takılması merak edilmesi çok güzel şeyler çünkü merak etmek öğrenmenin ilk aşamasıdır. ama sorun şurada ki bizim halkımızın öğrenme şekli biraz değişik! halkımızın en kutsal bilgi kaynakları şöyle;
1) televizyon ve gazete: (''sahibinin kim olduğu hiç önemli değil! benim duymak istediklerimi anlatsın''mantığıyla en önemli hizmet veren bilgi edinme aracı halbuki bir müslümansanız size, ülkemizde yayın yapan medya kuruluşlarının sahiplerini ve bu sahiplerinin kökenlerini dinlerini tek tek araştırmanızı öneririm karşınıza çıkan manzara gerçek bir müslümansanız biraz canınızı sıkacaktır.)
2) kitaplar: dediğimiz gibi kitap okumada sınıfta kalmayı bırakın okuldan atılmış bir ülke olarak okuduğumuz çok az kitabında yazarını önemsemiyor sadece bizim istediğimiz şeyleri yazmasını yeterli buluyoruz. halbuki bu ülkede kitap yazarıyım diye ortalıkta dolaşan bir çok ''aydın'' görünümlü cahil vardır. hiç bir delil ortaya koymaksızın birilerini suçlayabilecek kadar aslında ''mahalle dedikoducusu'' sayılabilecek bu insanlar maalesef halkımız tarafından araştırılmadan kabul görüyorlar.
3) internet siteleri: önüne gelenin yazar olduğu sözlüğümüz gibi nerdeyse herkesin internette bir şeyler paylaşması ve bunu çok büyük kesimlere ulaştırması günümüzde mümkündür. ve ne yazık ki intenet dünyasının bu cömertliği her konuda inanılmaz bir bilgi ve iftira kirliliğinide beraberinde getirmiştir.
4) aile: ''benim babam her şeyi bilir'' bu düşünce ergenlik dönemine kadar normaldir ama anormal bir şekilde bizim ülkemizde buda suistimal edilip dokunulamaz bir bilgi kaynağı olarak görülmektedir. yapılan bir araştırmada ''üniversite öğrencilerinin'' yüzde 50 den fazlasının ailesiyle aynı siyasi görüşte olduğu tespit edilmiştir. (mustafa argunşah dil yarası)
5) kahvehane ve sosyal ortam: bilginin,''nerden duydun'' ''kaynağın nedir'' ''delil göster'' mantığıyla değil ''birisi benim duymak istediğim bir şey söylesinde kim olduğu önemli değil'' felsefesine kurban gittiği ülkemizde delilin değeri yoktur.
vs. vs.
peki madem ki bazı sorular haklı olarak akla takıldı ya da kararsız kalındı ne yapılması gerekir:
söz konusu şahısla ya da toplulukla ilgili:
1) ''tarafsız olması koşuluyla'' onlarca kitap okumalı.
2)kendini nasıl tanıtıyor ne olarak niteliyor ve fiilleriyle, yaptıklarıyla kendi tanımına ne kadar uyuyor araştırılmalı
3) onlarca konuşması hutbesi yazısı okunmalı eğer gerçekten kim olduğunu merak ediyorsan bunu yapacaksın.
3)yurt dışındaki tarafsız gazetelerce dışardaki algısı takip edilmeli
4)ve en önemlisi de yurt dışındaki okullar bizzat gidip görülmelidir. orada yapılan faliyetler tek tek incelenmelidir.
eğer tüm bunları yaptıysan ve hala benim düşüncelerim değişmedi bu adam amerikan uşağı diyorsan amenna git delil göstermek kaydıyla kitabını yaz veya insanlara bunu anlat ama bunların hiç birini yapmadıysan sus!
peki bunların hiç birini yapmadan bol keseden atıp tutmak niye?
eğer bunu okuyan kişi müslümansa ve kendini koyu şekilde fethullah gülenin ya da nur cemaatinin düşmanı olarak görüyorsa kendisini her konu açıldığında bunlarla ilgili ağzına geleni söylüyor nefret kusuyorsa ona dikkatli olmasını öneririm çünkü müslüman olduğunu söylüyor öbür dünyada sıkıntı çekmemesi için dikkatli olmasını öneririm sevmek zorunda bağış yapmak zorunda değil ''nurcu'' diye tarif edilen kesimden olmak zorunda değil hiç kimse hiç kimseyi buna zorlayamaz ama dikkatli olmak zorundadır şöyle ki:
"Siz o iftirayı dilinize dolamıştınız. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve onu önemsiz birşey sanıyordunuz. Halbuki bu, allah nezdinde büyük bir günahtır nur/15
Rasulullah (s.a.v.): Herhangi bir kimse, din kardeşine Ey kafir! derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne ala. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner. buyurdular. *
Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.*
Mümin erkeklere ve mümin kadınlara yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler de bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. *~
Kim 'karalamak gayesi ile' bir müslümana bir iftira ederse Allah o kimseyi bu söylediği sözler 'in vebâlin'den 'tamamen temize' çıkıncaya kadar cehennem köprüsü 'sırat' üzerinde bekletir.*
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehenneme sokar."*
işte bu hadisler ve ayetler yüzünden uyarıyorum kardeşlerimi bu topluluk hakkında çirkin şeyler söylemeden önce hiç inanmıyorsanız dahi yüzde 1 ihtimalle dahi olsa gerçekten allahın yolunda olduklarını bir düşünün o zaman bu ağzınıza dolananların hesabı kıyamet günü başınıza bela olmaz mı allah bunun hesabını sormaz mı? allah rızası için dediklerimize dikkat edelim bir insanı topluluğu allah dedikleri halde suçluyorsak bir kez daha düşünelim. allah rızası için dikkatli olalım.
edit: yüzde bir ihtimal arkadaşlar yüzde bir ihtimal! allah aşkına söyleyin sizi korkutmuyor mu?? eğer o insan allahın sevdiği bir kulu ise o zaman nasıl vereeceksiniz hesabını ahirette nasıl bakacaksınız yüzüne bu kadar cesaretiniz ve öbür dünya için bu kadar güvenceniz var ha? allah sonumuzu hayır etsin allah bizi bize sevdirsin başka ne diyebilirm ki?
içinde karalama çalışması bulunan başlıktır. bak mal kardeşim nur cemaati değil fethullah gülen cemaati senin bahsettiğin. bediüzzaman'ı ve nurcuları kendinize kalkan olarak kullanmaktan vazgeçin. hiçbiri sizin yanınızda yer almadı ve almayacak.
demişsin ya okumak lazım diye şunları oku ve utan biraz:
3) bu en önemlisi linkle bakma direkt burdan oku. tüm abilerin ortak açıklaması:
işte Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Salih Özcan, Mehmet Fırıncı ve Abdülkadir Badıllı imzasını taşıyan o basın açıklaması:
Risale-i Nur Külliyatının müellifi ve Risale-i Nur hizmetinin müessisi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş ve bu Kur'ân ve iman hizmetinin esaslarını bizzat ondan ders almış talebeleri olarak, aşağıdaki hususları muhterem kamuoyuna duyurmak ihtiyacını hissetmiş bulunuyoruz:
1. Risale-i Nur'un hizmet esasları içinde Bediüzzaman Hazretlerinin en fazla üzerinde durduğu ve büyük bir hassasiyetle riayet etmeyi bize ve bütün Nur talebelerine ders verdiği husus, bu hizmetin sadece ve sadece iman hizmetinden ibaret olduğudur. Pek çok mektuplarda tekrar tekrar zikredilen bu husus, bir Emirdağ mektubunda da şu şekilde ifade edilmiştir:
"Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadığını ve rızâ-yı ilâhiyeden başka hiçbir maksada vesile olamadığını ve doğrudan doğruya herşeyden evvel iman hakikatlerini ders vermek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu elbette sizin gibi Nur'un has şakirtleri biliyorlar."
Bu hakikat muvacehesinde kamuoyuna şunu arz etmek isteriz ki, insanlara hiçbir tarafgirlik gözetmeksizin ve hiçbir menfaat gütmeksizin Risale-i Nur'la iman hizmeti vermek ve muhtaç olanların imanlarını her türlü tehlike, vehim, vesvese ve şüphelerden korumaya çalışmak ve bu hizmetin mukabilinde ne maddî, ne de manevî hiçbir karşılık beklememek, Risale-i Nur mesleğinin olmazsa olmaz esasıdır. Bu esas feda edildiğinde, ortada Risale-i Nur hizmeti de kalmaz.
2. Risale-i Nur hizmetinin gaye ve mahiyeti münhasıran iman hizmetinden ibaret olduğundan, onun dışındaki faaliyetler tarafgirlik mânâsına gelebilecek her türlü davranıştan şiddetle kaçınmak gerekeceği izahtan vareste olmakla beraber, Üstadımız bu hususu müteaddit mektup ve müdafaalarında tekrar tekrar hatırlatmıştır.
Bu mektuplardan birinde, "iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost, düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur'u - Risale-i Nur'u - hiç bir şeye âlet etmediler, siyaset topuzuna el atmadılar" denmektedir.
iman hizmetinde bulunanların hariç cereyanlardan niçin uzak durmaları gerektiği, Bediüzzaman Hazretleri'nin şu ifadelerinde de çok net bir şekilde açıklanmıştır:
"Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükûmetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünki hâlisane hizmet-i Kur'aniye, onlara her şeye bedel kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak... Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında, Kur'anın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatleri bir propaganda-i siyasette âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası, muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş."
Siyaset yoluyla vatana, millete, islâmiyete hizmet de elbette ki ihmal edilecek bir mesele değildir. Ancak herkese eşit şekilde hizmet sunması gereken bir iman cereyanının mahiyeti, siyaset yoluyla hizmetten bütün bütün farklıdır.
Onun içindir ki, cemaat adına siyasî faaliyette bulunmak, siyasî partilerle pazarlıklar içine girmek, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmaya çalışmak gibi faaliyetlerin tamamı Risale-i Nur'un iman ve Kur'ân hizmetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir. Risale-i Nur talebeleri böyle faaliyetlerde bulunmayı Üstadlarından miras aldıkları kudsî hizmetin kudsiyetini bozmak olarak görürler ve bundan şiddetle kaçınırlar. Aynı şekilde, milletin reyiyle iş başına gelen meşrû iktidarı muhafaza etmek ve memlekette asayişi ihlâl etme istidadı taşıyan hareketlerden şiddetle kaçınmak da Risale-i Nur talebelerinin Üstadlarından ders aldığı en mühim esaslar ve düsturlardır; ancak onlar bunu hiçbir zaman bir menfaate âlet etmezler, bir tarafgirlik haline getirmezler.
Nitekim Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman'ın vefatından önce vermiş olduğu en son derste:
"Aziz kardeşlerim, bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı ilâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i ilâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet imân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz" denilerek, asıl yapmaları gereken şey ifade edilmiştir.
3. iman hizmetinin mahiyeti kadar metodları da menfi siyasetin icabı telâkki edilen âdet ve uygulamalardan uzaktır. imanın esası olan doğruluk, iman hizmetinin de en mühim esasıdır; yalan, iftira, iki yüzlülük, hile gibi fiil ve metodlar hiçbir zaman iman hizmetine yanaşamaz. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, yol, sıdk ve doğruluk üzere olmaktır, der:
Sual: Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
Cevap: Doğruluk.
Sual: Daha?
Cevap: Yalan söylememek.
Sual: Sonra?
Cevap: Sıdk, ihlâs, sadâkat, sebat, tesanüd.
Sual: Yalnız...
Cevap: Evet...
Sual: Neden?
Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır. imanın mahiyeti sıdktır. Şu burhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır?
Bir müdafaasında da "Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz" demek suretiyle, Risale-i Nur hizmeti ile diğer faaliyetler arasındaki bu temel metod farkını ayrıca teyid ve tasrih etmiştir.
4. Siyasî tarafgirliğin en dehşetli neticesini, Bediüzzaman Hazretleri bir hatırasında şöyle anlatır:
"islâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi, bu hadis-i şerifin, "(Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini sımsıkı tutan bir bina gibidir)" hakikatidir. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adâveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevî tâifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lânet edecek gibi hâdisâtlar görünüyor. Hattâ, bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği; ve islâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve taraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terk ettim."
işte bu sebepten, tıpkı Bediüzzaman Said Nursî gibi, onun talebeleri de siyasî tarafgirliklerden uzak durmakta ve bu iman ve Kur'ân hizmetine hiçbir siyasî tarafgirlik gölgesi düşmemesi için azamî itina göstermektedirler.
5. Biz Risale-i Nur talebeleri, hizmetimizin prensiplerini kaynağı Kur'an ve Hadisten ibaret olan Risale-i Nur'dan ve onun müellifi olan Bediüzzaman Said Nursî'den alırız. Mevkii, maddî veya manevî makamı, şöhreti, ünvanı ne olursa olsun, hiç kimsenin indî tevilleri Risale-i Nur talebeleri için bir ölçü teşkil etmez.
Risale-i Nur memleketimizin ve dünyanın en buhranlı dönemlerinden geçerek bugünkü muzaffer konumuna ulaşmışsa, Bediüzzaman Hazretlerinin büyük bir hassasiyetle muhafazasına çalıştığı "hizmet düsturları" sayesinde bu mümkün olabilmiştir. Yoksa, zamanın ve zeminin şartlarına göre hizmet tarzında birtakım değişiklik ve ayarlamalar yapılsaydı, şimdi Risale-i Nur hizmeti diye bir şey kalmazdı.
6. Son zamanlarda cereyan eden ve hepimizi üzen bazı gelişmeler, siyasî mahiyet taşıyan ve Nur'un safî hizmet telâkkisinden çok uzak düşen bazı hareketlerin Risale-i Nur ile karıştırılmasını ve bu menfî hareketler sebebiyle bu iman hizmetinin töhmet altında kalmasını netice verdiğinden, biz Risale-i Nur talebelerinin böyle hareket ve faaliyetlerle hiçbir surette alâkamızın bulunmadığını ve bu tür sakat anlayışların asla Risale-i Nur'dan kaynaklanmadığını açıklamak zorunda kalmış bulunuyoruz.
Aziz milletimize saygı ile duyurulur.
Evvela gülen cemaatine nur cemaati demeyi bırakırsak mesele hallolacak. Hoca 70lerde nurcuşardan ayrılıp bu sızıntı işlerine girdi, nurcular gülen cemaatinin adını bile anmaz. Hadlerini bilmediklerini önce nurcular yani nur cemaati bilir.
Gülen hareketi çıkış itibari ile risale yüzü görmüş olsa da hiçbir özellik olarak ne düsturlar ne hizmet olarak nurcu değillerdir. Nur cemaati zaten değiller.
zamanında bir siyasi partinin metresliğini yapan sözde cemaat denen oluşumun zırvaları.
az yataydınız bu ne idüğü belirsiz kişilerin altına da şimdi herkes sizi temiz belleseydi.
akepeye de size de...
Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir. Daha zekasının pek iptidaî olduğu zamanlardan beri, insanların din sahibi oldukları da bilinen gerçeklerdendir. Zekanın ve bilimin yükselmesiyle dinler de yükselmiş, tek Tanrılı dinlerle dinler çağı kapanmış, din uğruna yapılan korkunç savaşlar ve kırgınlıklardan sonra medeni dünyada din, fertlerin vicdanına sığınmış, bir kanaat olarak saygıdeğer bir yer kazanmıştır. Artık medeni insanlar arasında din tartışması yapılmıyor. Dinler hakkında avamî yazılar değil, ancak bilginlerin etüdleri yayınlanıyor. Medenî insan, başkalarının dini inancına saygı gösteriyor. Kimseyi propaganda ile kendi dinine çağırmıyor.
Türkiyede bir zamandır dine karşı takınılan yanlış tutum, yemişlerini vermeye başlamıştır. Mabedsiz şehir kurmakla övünen budalalar, çirkin harabelerin mabed haline getirileceğini düşünememiştir. Cumhuriyetin başlarında, artık görevi ve faydası kalmamış Arapçı ve Arapçacı softa takımı tasviye olunurken, milletin manevi ihtiyacı düşünülerek asrî din adamları yetiştirecek özlü bir din okulu açılsaydı, bugün il ve ilçe merkezleri, doktor payesine erişmiş din adamları ile dolar, bunlar köyleri de kontrol ederek yobazlığa engel olur ve istanbul gibi şehirde çatalı ve radyoyu haram eden beyinsizler halka vaaz edemezdi.
Mabedsiz şehrin ilk yemişi Ticanîlik, onun olup kurtlanmışı da Nurculuk oldu.
Nurculuk nedir? Gazetelerde ikide bir görülen Nurcular, Nur risalesi talebeleri kimdir? Aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu Nurculuk, Saîd-i Nursî adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursînin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.
Saîd-i Nursî denilen adam, eskiden Saîd-i Kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şafiî mezhebinden bir Kürttür. Mütareke yıllarında istanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Bu cakacı Kürt kendisine Bedîüzzaman demekte, müridleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. Bedîüzzaman, zamanın harikası demektir. Kürt Said cidden zamanın harikasıdır. Yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın harikası, bundan daha fazla olarak da onbinlerce, belki yüzbinlerce Türkü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın bir harikasıdır.
Zamanın bu harikası, bu Kürt Said, aslında bir Kürt milliyetçisidir. Nasıl Moskofçular Türk milletini yıkmak için ortaya sosyal adalet ilkesiyle atılıyor, yoksulların davasını benimsemiş görünüyorlarsa, Kürt Said de ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Kürtçülük davasını açıkça güdemiyeceği için, Türkçülüğü yıkacak ağuları Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor. Müritlerine veya kendi tabiriyle Risâle-i Nur şakirtlerine evlenmeyi yasak ediyor. Çünkü evlenip çocuk sahibi olurlarsa, o çocukların kötü ve dinsiz olma ihtimali varmış. Tabiî, dağdaki Kürdün bu büyük ve ilâhî buyruktan haberi olamıyacağı için, o evlenecek ve Kürtler çoğalacak. Herkesin sözüne inanan saf Türkler ise, büyük mürşidin buyruğu ile evlenmiyecek, böylelikle Türk soyu azalacak ve Kürt Şeyh Saidin 1924de yapamadığını, Kürt Molla Said (yani Bedîüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak.
Kadını şeytanın askeri sayarak evlenmeyi yasak eden dinin, Zerdüşt dini olduğunu bilmeden koyu Müslümanlık adı altında bir nevi Mazdeizm yaptıklarının farkında olmayan bu beyinsizler sürüsüne ne demeli? Urfadaki mezarının bir baş belası haline gelmemesi için, söylentilere göre, General Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, bu kaldırmaya inanmayarak Kürt Saidin oradan uçtuğuna inanacak kadar şuursuz olanlara ne denebilir? Millî talihsizlik, akıl hastanesi kliniklerinde yatması gerekenlerin halk arasında dolaşmasındadır. Ciddi tedbirler alınmazsa, bu dinî cinayet daha yıllarca sürecektir.
Nur risalesi (kendi tâbirleriyle risale-i nur) denilen sayıklama kitapları pek çoktur. Beyni örümceklenmiş zavallılar bu sayıklamaları elle yazarak, yahut şapirografi veya taşbasmasıyla çoğaltarak onbinlerce satarlar. Bunu satmak için kasaba kasaba, köy köy dolaşan Nurcular vardır. Bunları satarak sevaba girerler. Sözde Türkçe olan bu sayıklama kitapları, Kürt hamalların fikir seviyesinde yazıldığı için, kimse birşey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.
Bir zamanlar bu sayıklamalardan bana da bir tane yollamışlardı. Kendimi zorlayarak okuyabildiğim bir tanesinde, Kürt Said radyodan bahsediyor, dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklıyordu.
işte, aşağı tabaka ile birlikte doktor, mühendis ve avukatın da şeyhi, pirî olan, kendisinden efendi hazretleri diye söz ettikleri Kürt Saidin seviyesi budur.
Fizikten, titreşimden haberi olmayan, müsbet bilimin kıyısından dahi geçmeyen bir yobaz, radyo hakkında ancak bu kadar düşünür. Fakat bilgisizliğini de anlamaktan âciz olan o kara cahil, bu katmerli bilgisizliğine bakmadan, Türkler aleyhinde hüküm çıkarmaktan da geri kalmıyor. Nur risalelerinin birinde, Yecüc Mecüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi akvâm-ı vahşiyye (yani vahşi kavimler) olduğunu yazmıştı. Sevsinler medenî Kürdü! Özbek, Kırgız ve Tatarlar arasında okuyup yazma nisbeti % 90dır ve aralarında atom bilginleri de olmak üzere her bilim dalında yüzlerce bilgin ve uzman bulunmaktadır.
Kendisini Nurculuğa kaptırmış olan bir avukatla geçen yıl aramda küçük bir konuşma olmuş, Kürt Saidde ne bulduğunu kendisinden sormuştum. Kuranın en güzel tefsirini yapmıştır. diye cevap vermişti. Bu genç avukat eski yazıyı bilmiyor, Kuranın şimdiye dek en büyük islâm bilginleri tarafından üç islâm dilinde yapılan tefsirlerinden habersiz bulunuyordu. Bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. Bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı. Bir safsataya inanla uğraşmak neye yarar? Bugün devlete düşen görev, bunun sebeplerini arayıp bularak tedavisine gitmektir.
Bana gör Tîcânilik, Nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur. Tıpkı normal yemek bulamayan aç çocuğun duvarı yalaması, yerde bulduğu faydasız ve zararlı şeyleri yemesi gibi, bağlanacak büyük bir ülkü bulamayan insanlar, abur cubur düşüncelere kurtarıcı diye yapışıyorlar. Çünkü insanlar bir fikre bağlanmaya mecburdur. Bu istidat insanlığın mayasında vardır. Bunu hiçbir kuvvet önleyemez.
Türkiyede gerçek ülkü olan Türkçülük türlü bahanelerle baltalanmasa, gerçek Türkçü olan eski Milliyetçiler Derneği 1953de kapatılmasaydı, bunlara gelişme imkanı verilseydi, bugün memlekette partiler üstünde, gayet ateşli ve şuurlu bir milliyetçi topluluk bulunacak, hükümetler güç durumlarda bunlardan yardım isteyebileceklerdi.
Türkçülük insanlara hiçbir vaitte bulunmuyor, maddi veya manevi birşey vermiyor. Yalnız istiyor Fedakarlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet vadinde bulunuyor. Ebedî saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler vadediyor . Kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar tabiî Nurculuğu seçecektir. Netekim bunu kendileri de söylüyor Türkçülük mezara kadar Ondan sonra ne olacak? diyor Tabiî ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak.
Kürt Saidin 1327 ( = 1909 ) yılında, istanbulda Vezir hanındaki ikbal-i Millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: iki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î dir. Kendisinin Saîd-i Kürd-î Yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini Bedîüzzaman diye taktim etmektedir. Eserin tâbii, yani editörü de Kürdîzade Ahmed Ramiz dir. yani dört başı mâmur bir eser. Bu 48 sayfalık eserin hâtime kısmı (44-48. sayfalar) Kürt Saidiin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık Türkçeye çeviriyorum: Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( = Soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır. )
Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşaib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüziyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. ( = Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. ilâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrının nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek islâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)
Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve iran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemî ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, tesfiri yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açıklıktan sonra onun bir islâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur.
Bundan sonrasını, zaten anlaşılmaz ve bozuk ifadeli metinden sıyırarak yalnız tercümesini (evet, bu kelime yerindedir) vermek suretiyle okuyucuları boşuna yormaktan alıkoyacağım. Bundan sonra Kürt Said şöyle diyor:
Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriata dayanmış olan hürriyet sultanı yüksek sesle sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için fen, sanat ve silâh başına, ileri arş emrini veriyor.
Hakikat denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış ve istibdadın yok edilmesiyle omuzu üstünde olan cehalet ve gafletin hafiflemesi sayesinde harekete gelip kalkmaya teşebbüs etmiş bulunan hakikatler habercisi, size her cihetle haber veriyor ki, mahiyetinizde kaderin ektiği istidatları ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve kavmi mahiyetinizde saklanmış olan seciyenizi maarifin hayat suyu ile sulamanın vaktidir. Yoksa kuruyup çürüyecektir.
ihtiyaç denilen, medeniyetin babası ve ilerlemelerin kurucusu olan üstad, sillesini kaldırmış, size hükmediyor: Ya hayat ve hürriyetinizi bu vahşet sahasında yağma ettireceksiniz, yahut medeniyet alanında fen ve sanat balon ve trenine binerek istikbali karşılayacak ve olgunluğun Kâbesine koşacaksınz.
Milliyet denilen mâzi derelerinde, hâl sahralarında ve istikbâl dağlarında çadır kurmuş olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî gibi, herkesi başkasını haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve yüksek duyguların timsali olan milliyet fikriniz size kesin emirle emrediyor ki, her biriniz umum bir milletin hayatının mâkesi, saadetinin koruyucusu ve bütün milletin müşahhas misali oldunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve millî hamiyetin galeyanıyla ahlâk da yükselir.
Kavimlerin saadetinin sebebi olan ve millî hakimiyeti temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyetteki cüzi iradeyi istibdadın söndürmesinden kurtaran ve şerî meşveretin mayasıyla mayalandıran meşru meşrutiyet, sizi imtihan meclisine davet ediyor. Erginlik çağına vardığınızı ve vâsîye ihtiyacınız olmadığını görmek istiyor. imtihana hazırlanınız. Varlığınızı birleşerek gösteriniz. Millî hamiyet ve şahsî fikir ve vicdanınızı milletin müşterek kalbi ve aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır alacaksınız ve hürriyet şahadetnamesi elinize verilmeyecektir.
Mâzide dağınıklığınıza sebebiyet veren birinizdeki bencillik fikri şimdi istikbalin medeniyet saadethanesinde icad fikrine, şahsî teşebbüse ve hürriyet fikrine inkılâb edecektir. Hattâ diyebilirim ki, başkalarının sükûtî medreselerine nisbetle sizin gürültülü olan medreseleriniz bir ilmî mebuslar meclisini gösteriyor. imam arkasında fatihalar okuduğunuz zamandaki semâvî ve rûhânî vızıltılarınızda, mezhebî ve kavmî mahiyetinizdeki istidat, meşrutiyet sırrına kaderin bir îmâ ve nişanı vardır.
insan için çalışmaktan başka yol yoktur sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. insanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendidir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf ( = gramer ) ve nahvini ( = sintaksını ) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır.
işte bu zat bir hamiyet örneği göstermiş ve tekemmüle muhtaç dilimize bir temel atmıştır. Onun izinden gitmeyi ve temeli üzerine bina kurmayı hamiyet sahiplerine tavsiye ediyorum.
Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî
Kürt Saidin tam bir Kürt milliyetçisi olduğunun bu yazıdan daha kesin bir tanığı olamaz. Böyle olmayıp da, yalnız geri kalmış Kürtleri kalıkındırmak amacı gütseydi, onlara Bilgi sahibi olun demekle yetinir, medeni ve ebedî Türkçe dururken, millî dil diye kaba ve iptidaî Kürtçeyi tavsiye etmezdi. Meşrutiyetin memlekette yaptığı sarsıntıdan ve otoritenin zaruri gevşemesinden faydalanarak, Türkiyeyi parçalamak ve kendi cemaat gayelerini gerçekleştirmek isteyen Hıristiyan tebaalar gibi, bu müslüman kardeş de imparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri vurmaya çalışıyor. Kendilerine tarih ve şeref uydurmak ihtiyacında olan bütün iptidaî cemaatler gibi, roman kahramanı olan Zâloğlu Rüstemi ve ancak anası Kürt olan Selâhaddin Eyyubîyi Kürt kahramanı diye ileri sürüyor. Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası, onlara devlet kurdurmaya çalışıyor. Tabiî devletin buna müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra, Saîd-i Kürd-î adını Saîd-i Nursî yaparak ve Nur risaleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalar düzerek, bir din mürşidi gibi ortaya çıkmaya başarıyor.
Bizim için şaşılacak nokta, onun şu veya bu davranışı değil, onbinlerce, belki yüzbinlerce gafil Türkün, bu cahil Kürdün arkasından gitmesi, onun cahilâne ve hâinâne öğütlerine körü-körüne boyun eğmesidir.
Şimdi bu gafil Türklere hitap etmek istiyorum:
Siz, Türk ve Müslüman mısınız? Türkseniz, hangi sebeple cahil bir Kürdün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda Türkçe de dil mi? diyen ahmaklar, resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Siz ne biçim Müslümansınız ki, cahil bir Kürdün telkini ile evlenmeyi lanetliyor, dinsiz çocuklar yetişir de günaha gireriz diye bekâr kalmaya azmediyorsunuz? Putperest olduğunuzun farkında değil misiniz? Bir cahil Kürdün sakalını, tırnaklarını, abdest aldığı suyukutsal emanetler gibi saklamak hangi Müslümanlığın, hangi insanlığın, hangi temizlik kaidesinin, hangi şuurun işidir? Uyanın! Radyoyu melekle açıklamaya kalkan bir budalanın müridi olarak eşe dosta, dosta düşmana karşı gülünç olmayın. Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir. Onun yeni baştan açıklanması için Kürt Said gibi maskaralara ihtiyaç yoktur.
Bana bu yazıyı yazdıran, Trabzondan yollanan acayip bir nesne oldu. Çok küçük boyda, 8 yapraklık bir broşür olan bu nesne, hangi basımevinde basıldığı belli olmayan bir Said-i Kürd-î reklamıdır. Gönderen, O. Nuri Kurt adında tanımadığım birisidir. içinde Kürt Saidin sayıklamalarından parçalar var. ikinci yaprağın ikinci yüzündeki şu hezeyana bakın:
Aziz, sıddık kardeşlerim:
Siz katî biliniz ki, risâle-i nur şakirtlerinin meşgul oldukları vazife rûy-i zemindeki en muazzam mesâilden daha büyüktür.
***
Evet! Sizin vazifeniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık ihanetlerinin yıkamadığı Türkiyeyi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriati Anayasa ve Medenî Kanun durumuna getirerek, evlenmiyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı getirip Arapçayı resmi dil yaparak, islâmiyetten önceki tarihimizi küfürdür diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız. Bunu yaparken, ölü Stalinle, sağ Makaryosun müttefiki olduğunuzun asla farkında olmıyacaksınız. Müslüman geçindiğiniz halde Peygamberin Evlenip çoğalınız anlamındaki hadîsini hiçe sayarak, Kürt Saidin evlenmemek hususundaki hezeyanlarına baş eğmekle kimin ekmeğine yağ sürdüğünüzün farkında olmıyacak kadar acınacak yaratıklarsınız.
Neymiş o sizin meşgul olduğunuz büyük vazife? Bir odaya kapanıp Kürt Saidin hezeyanlarını okuyarak kendinizden geçmek mi? Bu zavallı ve gülünç halinizle siz, aslında ruhî tababetin ve marazî ruhiyatın konusu olabilirsiniz. Kendisi genç ve güzel bir kadın olduğu halde, ihtiyar, çirkin ve kör bir zenci ile evlenen Amerikalı artist gibi anormal zevk sahipleri dünyada seyrek görülen nesne değildir. Sizinki de kendi içinizde kalsa, Türklüğün aleyhine yönelmese, belki böyle sayılabilir. Fakat Cennet vadi ile gafilleri avlıyor, onların milli duygusunu yıkıyor ve Türklükten ayırıyorsunuz. Araplarla aramızda bir dâva oldu mu, mutlaka Arapları haklı buluyorsunuz. Türk Arap savaşı olursa, Din kardeşime silâh çekmem diyorsunuz.
işte, sizin üstadınızın kimliğini kendi yazısıyla gösterdim. Onun bir Kürt milliyetçisi olduğu apaçık ortaya çıktı. Bu açıklamadan sonra, gerçeği kabul edip de Türklüğe dönerseniz, hoş Yine eski sapıklıkta inat ederseniz, sizin vicdanınızdan şüphe etmeli
büyük çoğunluğu çamur at izi kalsın şeklinde olan iftiralardır. bu iftiralar bende büyük kuşkular uyandırıyor açıkçası. çünkü bu iftiralar aslında cemaatin insan devşirmesine lokomotif olan şeyler. eğer bir şeye körü körüne inanmıyorsanız(ki türkiye'de çoktu böyle insanlar; esasında hiçbir şeye inanmayan boş sayfa gibi insanlar) cemaate atılan bu iftiralar, bir cemaat mensubu tarafından açıklanıldığında "vay aq" deyip cemaate sempati besliyordu insanlar. bir ara gülen cemaati, hizbullah gibi kafa kesen bir yapı algısı vardı toplumda. sonra adamların eğitimci olduğu ortaya çıktı ve insan kaynağı patlaması yaşadı cemaat. paradan papaya kadar her şeyin bir açıklaması var cemaat ortamında. hatta bunlar açık kaynak, açılıp bakıldığında görülüyor. cemaat yıllarca bu yaklaşımın ekmeğini yedi.
her olayda cemaatin günah keçisi ilan edilmesi, aslında cemaatin de işine geldi bugüne kadar. ama bu kaotik ortam gerçeklerin algılanmasının önüne geçiyor ki, cemaat gerçeklerin algılanmaması konusunda ekstra motivasyonla hareket ediyor. burada, bu iftiraların ötesinde, asıl sorun cemaatin açıkça pozisyon aldığı durumlarda bir takım gavurlarla örtüşmesi.
cemaat o kadar gizli bir tarikat ki, türkiye faaliyetlerini içerideki dini gruplara terk etmiş, islami davayı yurt dışında hiç mi hiç dikkat çekmeden yürütebilmek adına siyasal islamcılarla danışıklı dövüşüyor da olabilir, gerçekten bir takım gavur odakların çıkarlarına hizmet ediyor da olabilir. müslümanlar geridir, kıttır algısı var ama teolojik savaşlar tarih kadar gerçek ve bu savaşlarda müslümanların taktik ve stratejileri yabana atılmayacak kadar enteresan. ekonomik, siyasi, teknolojik, bilimsel gelişmelerle beraber teolojik gelişmeler de hareketlilik kazandı son yıllarda. yıllar içinde olaylar netleşir. ama bana asıl komik gelen şey, nurcularla akplilerin aslında aynı bokun sarısı olmalarına rağmen birbirlerine ağza alınmayacak şekilde küfürler ediyor olmaları. bu insanlar liderlere kızabilirler, sövebilirler anlarım ama birbirlerine sövmeleri çok garip. çünkü ideolojik açıdan birinin isteyip de diğerinin olmaz diyeceği şeyler neredeyse yok gibi. hırsızlıklar, yabancı işbirlikçiliği vs hepsi dahil. ama birey olamamak kolay iş değil. sürüye uymak lazım tabi.