sinema tarihini kendi üslubunca anlatan, küçük bir çocuk hikayesinden ziyade bir topluluğun hikayesini anlatan, zaman zaman güldüren, zaman zaman da hüzünlendiren bir italyan filmi.
içinde kendinizden hikayeler bulabiliyorsunuz. sonu biraz seyirciye bırakılmış ancak değişik şekilde bitirilmiş bir film. izlemeyenler için tavsiye ederim...
sıcak, naif, duru, eğlenceli ve hüzünlü italyanfilmlerifamilyası'nın en baba örneklerinden biri, giuseppe tornatore imzalı... başyapıt dersem abartmış olur muyum? sanmıyorum...
italya'da küçük bir kasaba...Babası 2.dünya savaşında rusya'ya gitmiş, annesi ve kızkardeşi ile yaşayan küçük toto 'nun sinemaya gönlünü kaptırması ve makinist alfredo 'nun çıraklığını zor bela elde etmesi filmin ana paydası...sonra film alır götürür...işin içine aşk girer, tutku girer, zengin kız fakir oğlan imkansızlık girer, sürgün girer, modern zamanlar girer, kaybolan hayaller girer, kaybolan hayalleri sinema ile tatmin etme girer, usta'nın oyunu girer....alır götürür sürükler...
meydan benim , hepsi benim diyen delisi, kopya çekmenin faydaları, sinema geyikleri( salonda süt emzirenler, veletler, şarap içenler, sigara tüttürenler, eşşek şakaları...) filmin hoş ayrıntıları....
ve eski zaman insanlarının en büyük eğlencesi olan sinemaya nasıl tutkuyla bağlandıkları ve gelişen teknolojiyle onu nasıl yüzüstü bıraktıkları filmin çaktırmadan bize anlattığı...
tüm bunları bi paranteze alıp, kenara koyarsak, sinema aşkının yanısıra, bir başka aşk hikayesi daha anlatılır...toto ve elena ...mahcup başlayan, tutkuya dönüşen ve sonra filmi izlemeyenler için söylemeyeceğim sebeplerden ayrılma hikayeleri...ve sonra tekrar kavuşmaları...elbet bir gün buluşacağız'daki sözler burada aynen gecerlidir, zaman , mekan, kişiler ve durumları...tıpatıp aynı...
--spoiler--
güzel filmdi...çok şey anlatıyor...çok da güzel anlatıyor...melankoli'nin tavan yaptığı an'lar çok...gözlere zarar bir film...nem ihtiva ediyor....toto ve elena'nın sahilde , araba içindeki kesik kesik konuşma sahnesi ve bu sahnedeki flashback'ler filmdeki en güzel bölümdü bence...
alfredo'nun toto'ya , beyaz boyalı taş evin kapı eşiğinde oturup anlattığı "100 gece" hikayesi de çok hoştu..
alfredo usta'dan inciler....
- dünya'yı 2-3 günde yaratan Tanrı, iyi iş çıkarmış, ama ben olsam daha uzun sürerdi ve daha güzel yapardım...
- konusup konuşmamak birşeyi değiştirmeyecekse, susmamak için bir neden yoktur...
- gözlerimi kaybettim ama şimdi daha iyi görüyorum...
--spoiler--
ayrıca müzikleri de 10 numaradır...piyana ve keman'dan baskası düşünülemezmiş, isabet olmuş...çok iyi tutup çekiyor filmin ruhundan , bu iki hüzünbaz enstrüman...
ve son olarak...cennet sineması artık otopark...gözün doysun insanoğluinsan...
leon ve mar adentro dan sonra beni ağlatan, italya, "alfredo" ve sinema üçlüsünü içinde barındıran film.
bir çocuğun çarpık dişlerinden, bir adamın göz kenarlarındaki çizgilere uzanan, film kadar kısa buruk bir hayatın, film şeritleri gibi gözlerimizin önünden geçtiği sıcacık bir film.
öyle bir filmdir ki cennet sineması, hayatı boyunca sadece "bir" dostu olan, sadece "bir" kadına aşık olan ve sadece "bir" hayalin peşinden giden bir adamın öyküsünü anlatır. dostunu ve aşık olduğu kadını kaybeden bu yalnız adamın hayalini gerçekleştirdiği an ise, filmin belkide en hüzünlü sahnesidir.
izlediğim en güzel filmlerden biri.sıcacık,samimi,ufaklığın alfredo alfredo diye dolaştığı günlerden nasıl bir hayata yolculuk ettiğini anlatan güzel bir film.
--spoiler--
'' bir zamanlar kral, güzel prenses için bir davet vermiş.sonra orada nöbet tutan bir asker kralın güzeller güzeli kızını görmüş. dünyanın en güzel kızıymış ve asker onun için ölüp bitiyormuş. ama bir asker parçası nasıl kralın kızıyla olabilir? sonunda bir gün karşılaşmışlar ve kıza artık onsuz yaşayamayacağını söylemiş. prenses, askerin aşkınden öyle etkilenmiş ki, askere :
"eğer balkonumun altında 100 gün 100 gece beklersen o zaman senin olacağım." demiş. bunun üzerine asker beklemiş de beklemiş bir gün , iki gün, on gün, yirmi gün... her akşam prenses dışarı baktığında, hiç kıpırdamadan duruyormuş. yağmur çamur demeden, kuşlar kafasına pisliyor, arılar sokuyormuş ama o kıpırdamıyormuş.lakin 90. gün yorgun ve bitkin düşmüş yaşlar gözlerinden süzülmüş tutamamış onları uyumaya gitmeye bile gücü yetmemiş ve tüm bu zaman boyunca prenses onu izlemiş. en sonun da 99. gecede asker ayağa kalkmış,sandalyesini de alıp oradan uzaklaşmış...
uzaklaşmış çünkü 100. günün sonunda prenses sözünden dönerse askerin kalbi parçalanacak, kederinden ölecekti. bu yüzden 99. gecede ayrılmayı seçti, böylece prenses onu sonsuza dek hatırlayacaktı...''
--spoiler--
kesinlikle izlemeyenin sinema hakkında bir şey biliyorum deme hakkı olmadığı, insana sinemayı daha da sevdiren muhteşem ötesi kült film. dünyanın en güzel final sahnelerinden birini barındıran filmde toto adlı sinema aşığı bir çocuğun ve ona sinemayı sevdiren alfredo'nun hayatları anlatılıyor, ölmeden önce izleyin bak, sonra niye izlemeden öldüm demeyin.
zamanın su akıp geçtiği, izlerken aynı anda belkide milyonlarca duygu ve düşüncenin kapısını açan bir şaheser bu. öyle ki film biter, yavaştan oyuncuların isimleri geçer siz hala öylece bakar durursunuz ekrana...
izledikten sonra derin derin ilhan şeşen 'in başarısını, sinemasal devrimini öve öve bitiremediği ve bu miladın aynı zamanda bundan sonraki tüm yapıtlara kötü bakıp onların eksiklerini buluvermek olarak kendini gösterdiği anlatısına gidiverdiğim film. başyapıt.
şeşen'in abartmadığını düşündüm kendimce. o derece büyülü bir film çünkü.
alfredo'lar ölse de hikayeleri ölmez bir kere.
10 üzerinden 9!
edit: son derece uzun bir yazıyı hak ettiği kanısındayım, lakin uygun zaman artık.