sicilyalı yönetmen (bkz: giuseppe tornatore) nin yönetmenliğini yaptığı 1988 tarihli bir film. kahramanımız toto , eski yeşilçam'ın yumurcak karakterini anımsattı bana nedense.
izlediğim filmler arasında abartarak bahsedeceğim bir film değildir; ama kötü bir film olduğunu söylemek şöyle dursun, filmin verdiği tadın, izleyip de mükemmel dediğim filmlerden apayrı bir yeri vardır. şöyle ki;
izlerken filmin verdiği o nostalji havası, içinize işleyen sıcaklığı, durmadan yüzünüze bıraktığı hüzünlü tebessümler..vs sizi alıp o bellli belirsiz anımsadığınız çocukluğunuza götürüyor. yani en azından beni oralara götürdü.
ayrıca, türkiye'de 2000 yılı sonrasında yapılmış kimi fimlerin - vizontele, karpuz kabuğundan gemiler yapmak- bu filmin etkisinde kalınarak çekildiğini çok bariz bir şekilde görebiliyoruz. iyi ki de etkilenmişler gerçi.
şu dünyada samimiyetle ve içtenlikle yapılmış işler var. kitap olsun film olsun heykel olsun ne olursa olsun sanat'ın (hatta zanaat da buna dahildir) böylesine içten ve samimi olanlarına denk geldikçe insan keyifleniyor ya ne keyiflenmesi bildiğin nefes alıyor ahanda öyle bi film. bitince "yaşadığımı hissettim anasını satayım" dedirtti. ama o genç 99. günün sonunda neden terk etti alfredo gibi ben de bilmiyorum anlamadım. ah alfredo baba ah sen ne güzel adamsın ki sayende nice Tornatore'ler yetişti, yetişiyor ve yetişecek.
Bir cok film izlersin cok azi akilda kalir. Iste bu film hicbir zaman unutmayacagim filmler listesine giriyor. Mükemmel bir yapit. Insanin icini isitan, cocukluguna götürüp getiren bir saheser.
Bir yönetmenin cocuklugundaki gencligindeki cok deger verdigi bir adamin Alfredo nun öldügünü duymasiyla tüm gece uyumayip cocuklugunu hatirlamasini anlatiyor film. Toto nun sinemaya olan merakinin cocuklugunda yasadigi yerdeki tek sinemada yani Cinema Paradiso da calisan Alfredo nun basina üsüsmesiyle basliyor. Mükemmel bir iliski kuruyorlar aralarinda. Toto icin bir baba rolü, Alfredo icin bir ogul rolü...
Tek kelimeyle mükemmel bir film. Giuseppe Tornatore un ellerinden öpüyorum.
2 ay önce izleyip bu 2 ayda nuovo cinema paradiso kadar içten, samimi bir şey karşılaşmadım. ulan bir film çevrendeki insanlardan daha iyi olabilir mi derseniz oluyor kardeşim .
sinema tarihini kendi üslubunca anlatan, küçük bir çocuk hikayesinden ziyade bir topluluğun hikayesini anlatan, zaman zaman güldüren, zaman zaman da hüzünlendiren bir italyan filmi.
içinde kendinizden hikayeler bulabiliyorsunuz. sonu biraz seyirciye bırakılmış ancak değişik şekilde bitirilmiş bir film. izlemeyenler için tavsiye ederim...
Bazı sanat eserleri vardır ve onlar icra edildikleri alanın çok dışında değerlendirilir. Yani belli bir kalıba giremez, belli bir alanda ele alınamazlar. Bir başyapıt değillerdir ancak başyapıt mertebesindeki çalışmalardan çok farklı bir havaları vardır. Bir ödüle ihtiyaç duymaz, devir açıp kapama gibi işlerle uğraşmaz, otoritelerin olağanüstü betimlemeleri ile taltif edilmezler.
işte Cennet sineması böyledir. 1988 yapımı bu film anlatım tekniği olarak sinemanın ezberini bozmamıştır. Hatta içinde sıkça atıf yaptığı fellini, de sica, visconthi gibi büyük yönetmenlerin filmlerinde olduğu gibi herhangi bir sinema akımına da yol açmamıştır. Oscarları, cannes'ları yıkıp geçmemiş; buralardan mütevazi sayıbilecek ödüllerle çıkmıştır.
Ama cennet sineması; diğer tüm sinema yapımlarından farklı bir başyapıttır.
Sinema tarihinde başrolünde sinema olan daha iyi bir film henüz çevrilmedi desem abartmış olmam. Cennet sinemasının başrolü ne toto, ne alfredo ne de başka bir karakterdir. Cennet sinemasının başrolünde dünya savaşının yıktığı bir ülkenin enkazları arasında beyazperdede ki öpüşme sahnelerinden bile mahrum fakir bir akdeniz halkının hayata karşı tek eğlencesi olarak konumlandırılmış sinema sanatı vardır. Ve cennet sinemasının yücelttiği sinema sanatında yer yer melodrama kaçan, b tipi, dönemsel statülerle çevrilen basit yapımlar daha öndedir. Cennet sineması filminde tarnatore, sanat ve estetik kriterlerden soyutlanmış bir sinema sanatını kusursuz bir güzellikte üstelik izleyicinin gözünden izletir bize. Yönetmen kamerasını bir filmin dışına konumlandırarak; o filmleri izleyen insanları ötekileştirmeden bir sahiplik hissi yaratır. Kendi hayallerini kurmaktan bile mahrum kalmış insanların idea'larını ithal etme yöntemi olarak konuMlanan sinemayı; gerçeklikten uzaklaşma simulasyonu olarak işler. yusuf atılgan In aylak adam ındaki gibi, sinema salonlarına doluşan insanların dünyadan kopma eğilimini işler. Tarnatore'nin nuovo cinema paradiso'sunda sinema, bir bedene girerek arzı endam eder.
Yani bu film sinema sanatını başrolde oynatmayı başaran bence tek yapımdır.
Üstelik tarnatore bunu yaparken bize savaş sonrası yıkık bir ülkeyi, babalarını kaybeden çocukların dramını, fakirliği, sosyal değişimi, aileyi, yurt kavramını, konar-göçer olmayı, aşkı, dostluğu ve taşra ilişkilerini de 12'den vuran bir anlatımla beyazperdeye aktarmayı başarır. Bu açıdan cennet sineması aslında biz kaza ile hayata geçmiştir dememiz de mümkündür. Tıpkı türkiye'nin en farklı-sıradışı-muhteşem yapımı olarak gördüğüm tabutta rövaşata'da derviş zaim'in yaptığı gibi; tarnatore'de sanırım nasıl bir eser ortaya çıkacağını pek kestiremeden bu filmi çekmiş zira ne zaim de ne tarnatore'de daha sonra bu filmlerinin yüzde 10'una bile ulaşacak bir yetenek göremiyoruz. Kaba tabirle kaza ile mona lisa çizip sonrasında orta halli pitoresk eserler ortaya koyan iki ressam gibiler desek yanılmış olmayız.
Cennet sineması, akdenizin sıcak ikliminin sıcak insanlarının hayal dünyalarını şekillendiren bir sanatı bize harika bir üslupla anlatır. Gelmiş geçmiş en büyük film müzik yapımcısı ennio morricone'nin olağanüstü sound'ları ile duygusal bir trajedi cennet sineması ile bizlerin izlemesine sunulmuştur.
Sinemaya bir saygı duruşu niteliğinde olan ve başrolünde de sinemanın oynadığı tek filmdir.
Buraya kadar okumaya dayandıysan eğer sevgili dostum; bu filmin içerdiği o sıcacık tebessüm ile tüm samimiyetimi kelimelerime yükleyerek sana sevgiyle sarılıyor ve alfredo'nun kör gözlerinin karanlığına atıf yaparcasına seni tanımadan sevdiğimi de bilmeni istiyorum.
Öyle...
Film, nostaljiyle dolu, hüzünlü ama bir o kadar da umutlu bir yolculuk. Sinemanın büyüsüne ve çocukluk anılarına dair muazzam bir öykü anlatıyor. Her şey çok saf ve içten; eski bir sinemada geçen bu hikayede, hayatın acı tatlı yanlarını ve kayıpları hissediyorsunuz. Özellikle sonlarına doğru duygusal bir yıkım yaşatıyor ama işte bu yüzden de unutulmaz. Herkesin biraz kaybetmesi gerektiğini, ama kaybedilen şeyin aslında hayatın kendisi olduğunu gösteriyor. Sinema, sadece film izlemek değil, yaşamın bir parçası olmalı diyor.
--spoiler--
"Sinemayı sadece bir eğlence aracı olarak görme. O, hayatın bir parçası; geçmişi, acıyı ve mutluluğu birleştiren bir yer. Her karede bir hayat var."
--spoiler--