hakan akdoğanı ın ilk romanıdır. ve bu roman ona 1998 de yunus nadi ödülünü kazandırmıstır. hani derler ya bir cırpıda okudum tadı damagımda kaldı diye öylesi bir eserdir bu romanda.
ilk iki sayfasında beyaz dizi kitaplarındaki gibi bir tad olmasına aldanmamak gerekir, ilerki sayfalarda inanılmaz bi kurgu vardır çünkü. osmanlı devrinde yaşanan iki aşkı günümüzde yaşanan iki aşka son derece profosyonelce bağlamıştır. aşk romanı olarak addedilmemelidir sadece, tarihsel olayları da romanına katmış, sanata, arkeolojiye yer vermiştir yazar bu kitabında.
sanki kanatlanip en beklenmedik rüzgarlara karsi dalga dalga uçuyorum...
uçuyorum kus olmus bir insan gibi mutlu
mutlu içimdeki karabasanlari öldürmek adina
çiglik atiyorum göklere
göklerde anlamsiz tedirginlikler yok
yok olmali zaten bunca yüksekte
ama aci mutlulugun kardesi
kardesi degil aci mutlulugun içinde gizli hatta
hatta aci mutlulugun ta kendisi
birden bir aci saplaniveriyor gövdeme
mutlulugun yerine siyirip geçmiyor
geçmiyor ki kanadimi yavas yavas
yavas yavas sekiller çizerek düseyim
düseyim ölmeye hazirlanan bir kus gibi
hayir
en orta yerimden vuruyor birden
birden inivereyim diye
düsüyorum
öylece suskun duruyorum topragin üzerinde çamur içinde
çamur içinde uçma yasagi, yükselmek yok artik, ayagima tel bagliyor avci
avci omzuna asiyor kan beynime siçriyor ölüyorum sanki
sanki ölüyorum
avci aci
aci avci demek
ölüyorum sen baska adam kollarinda umursamazken dünyayi-dünyanin içinde ben de varim-
ben de varim sözlerimi anlamazdan gelip baska adam sicakligi duyarken içinde
içinde birseyler burkulsa yüzün bir an buruşsa ben gelmişimdir aklina zaten
zaten siyirip ativerirsin o maskeyi bilirsin
bilirsin o maske bir anlikti üzmeden geçti
gerçi unutturdu adam sana dudaklarindan islak bir öpücük gibi çekti aldi beni
beni ve benimle ilgili herseyi
ölüyorum yokum
yokum artik sevis onunla sayma beni ki ben demeye hakkim yok biliyorum
biliyorum ben yokum senin acimasiz dünyanda susuyorum
sus(a)mak hayatimin en önemli parçasi ve susmak derimin yüzülmesi ellerimin kanamasi
düslerimi düsündüklerimi isteklerimi hissettiklerimi söyleyememek
söyleyememek en küçük bebegi en büyük mezara gömmek demek öldürmeden hem de
hem de diri diri insan degilsin sen
sen insansin hem de en güzeli
söz veriyorum bu odadan çikmaz kagitlar
kagitlar saklar sirlari
sirlari bir bana fisildar kalemim bir de kagitlara sessizce
sessizce egilip de kulagina ilk "seni seviyorum"u fisildadigim gibi
ihanet etmez onlar onca zahmet vererek büyüttügün saksidaki çiçekler gibi
sen gider gitmez yeni yapraklar yeni çiçekler fiskirdi gidisini kutlarcasina büyüdüler
oysa senin sesin yerine benim sesim vardi üzerlerinde
üzerlerinde benim kokum vardi benim tenim
tenim sevdi onlari her sabah sesim oksadi kadife çiçeklerini ama onlar coştukça
coştukça renkleri kuslar ölüp bahçeme düsmeye basladilar soguktan
soguktan bem de hasta olup yataga düstü zavalli kuslar
zavalli kuslar göçemedi soguktan
soguktan yagmur yagmaz oldu hep kar vardi hep kardan adam yapti çocuklar günlerce
günlerce ben onlari seyrettim kipirdamadan
kipirdamadan kardan adam oldum
kardan adam oldum burnu havuç gözleri kömür
gel artik havalar isininca kardan adamlar ölür
ki gelmezsin biliyorum
biliyorum sen avcisindir
kendimden geçip gökyüzünü seyrettigim kiyida kimi zaman
kimi zaman en azili orospusundur ya da masum bir çocuk nedense
ve nedense hepsinin ortak özelligi benim olmayisin yani sen avci ben aci
aci yani sen yakan günes ben kardan adam burnu havuç gözleri kömür
kardan adam oldum burnu havuç gözleri kömür
gel artik havalar ısınınca kardan adamlar ölür
diyerek dolaşmama sebebiyet vermiş, enfes bir kurgu ve şahane bir atmosfer eşliğinde aşkın ne denli büyük yıkımlara yol açabileceğinin bir örneği. tek nefeste okunuyor ama tek nefeste sindirilmiyor.
tam üstteki entryde de o muhteşem şiir mevcut.
özlediğim kitap.
lise yılları okudum, ayıldım-bayıldım ve evet şimdi de özledim.
acilen bi daha, bi daha okunmalı.
1998 Yunus Nadi Roman Ödülü'nün sahibidir ayrıca bu kitap.
Aradiklarini bulabilmek için dönüp bakmalisin 'unut' diyenlere inat. 'unut' diyenlere inat, geçtiklerini önüne sermeli, bir bir yaşamalisin ucundan köşesinden de olsa. Acidan kivranmayi bile göze almalisin gurulu bir hesaplaşmanin yürege su serpen rahatligini yasamak için. Kuşun kanadinda bir tüy olabilmak için bir tin ani ezmeli seni, toz olana, görünmeyene dek. Göklerde gezinmek, rahatliktan uçabilmek için yerin dibine girmelisin önce. Bir aynanin karşisinda animsamalisin en korkunç, en karabasanli gunlerini. Kendi gözlerinin içine bakmalisin, kendi bakişlarinla kendini tehdit etmelisin. Utandiklarindan bin kez daha utanmalisin kendi yüzüne baka baka. Aynadaki yüzün buruşup aci çekerken ve aynadaki yüzün aglarken sen kendine bakarak gülümsemelisin. Kendini seyretmelisin başka gözlerle. Zaten hep yapmaya çalistigin ama yapamadigin bu degil miydi ? Baska nasil hafifleyebilirki insan, nasil atabilir onca berbat yuku uzerinden ?
... Koşsam gücüm yeter miydi? Nefesimi sonuna dek biraksam havaya! Siyirip atabilir miydim yasadiklarimin tortusunu uzerimden? Ya da kosmak, kacmak çare miydi kurtulmaya? Kendinden ne kadar uzaklasabilir ki insan? Nereye gidebilir yasadiklarini birakip? ihanet edebilr mi yaşadiklarina ya da yüzüstü birakabilr mi gelecegini? Her yere kendisiyle birlikte taşimaz mi içindeki o sinsi acilari? Korkmaz mi yalnizken, terk etmisken ya da terk edilmişken...?