sevgili conolarım, yine, yeni, yeniden içler acısı bir gerçeği dile getirmek ve sizi bununla yüzleştirmek için karşınızdayım. popülerite orospusu troller izin verirlerse bu yepyeni entrymi sözlüğe sokacağım. uzunca bir entry olacak ama zevk vereceğinden eminim.
bundan yıllar önce ben üniversiteden mezun olduğumda çoğu akademik kariyer meraklısı insan gibi, içerilerimde bir köşede bu kariyer ile ilgili olarak, "acaba?" ile başlayan soruları kendime çok zaman sormuşumdur. genel olarak, malum olduğu üzere araştırma görevlilerinin utanç veren amelelikleri ve bu amelelikten bir türlü çıkamama çaresizliği bu sorulara sebep oluyor, olmuştur ve korkarım olacaktır. ben de kendi kendime istişareler yaparak kararımı vermeye çalışıyordum. ancak beni bu sorgulamaya iten sebep, bu sözünü ettiğim amelelik hali falan değildi. ben daha 5 yaşındayken bakkal olmaya karar vermiştim. her bakkala balon almaya gidişimde donu her an düşecekmiş gibi duran "donudüşük" lakaplı ali dede, ceplerime biraz da leblebi doldurur, olmayan dişlerini göstermek istercesine gülümser ve sapsarı saçlarımı şefkatle karıştırırdı. o an burnuma eski kokular dolar ve o sıralar adını koyamadığım bir his beni sarar sarmalardı. bakkalın eski kapısından çıkarken, kapı üstünde yerli yersiz duran, içlerine boya gitmemiş yarıklara bakardım ve garip bir hüzün yüreciğimi dolduruverirdi. dışarıya çıkıp yuvarlak taşların döşeli olduğu sokakta diğer arkadaşlarımla oyuna daldığımda, köyün yanından akan derenin serin kokusunu içime çeker, su deposundan gelen congurtulu seslere eğlenceli seslerle eşlik ederdim. bu esnada gözlerimi kısıp, bakkal kapısından çıkan genç ve yakışıklı birini hayal ederdim. kararımı bir kez daha vermiştim. bakkal olacaktım.
işte bu hislerle kararımı verdim. kendime ihanet ederek, sınava girdim ve kazandım. bir araştırma görevlisi olarak işe başladım. kendime ait bir odam vardı. rahat rahat çalışıyordum. hiç de öyle amelelik falan göremiyordum etrafta. içimde hep o bakkalın eski kokusu vardı. yüzümün derisini soyan gizli zımparalar ihanetimin cezasını veriyordu sanki bana. içeri bir öğrenci girse, onu balon almaya gelen bir çocuk gibi hayal ediyordum. köşedeki eski karton kutulardan avuçlarıma leblebi doldurup onların ceplerine doldurmayı arzuluyordum. odanın sağlam kapısı midemi bulandırıyordu. elime tornavidayı alıp o kapıyı oyuk oyuk yapmak ve açık maviye boyamak istiyordum.
sonra beni bu işten soğutan ve daha doğrusu kopartan o mel'un hadise gerçekleşti. ünüversite denilen cumhuriyet kerhanelerinin açık yüzünü işte o an iyice gördüm ve tiksindim. ünüversiteyi bitirene kadar iffetimi muhafaza etmeyi elhamdülillah başardım. amacım diplamalı bir bakkal olmaktı. bakkalımın yarık duvarlarına süslü çerçevelerle asacaktım onu. kendi kendime hep şunu söyledim o zaman: "eğer kendime ihanet etmeseydim şimdi belki de raflarımdaki bayatlamış püskevitleri düzenliyordum." gözlerim dolardı. nitekim zaman da gösterdi ki ben bakkal olmakla kaderi bağlanmış bir yakışıklı türk erkeğiydim. kucağumda dosyalar okulun pis ideoloji kokan koridorlarından geçerken iki kişinin diyaloğu kulağıma fışkırdı:
-hocaam. hoccaam. bi bakar mısınıs hocam?
bu ses diplomalı bir fahişe adayına aitti. yaşlı kurt arkasına bakıp durdu. suratında "ne varsa çabuk söyle." ifadesi vardı. kız koşar adım hocaya yetişti ve miyavlama kıvamında konuşmaya başladı:
-hocaam, benim bu sene son senem de. eee. şey. ya ben kalmışım sizin dersinizden hocam ya.
+bütünleme sınavları var kızım o zaman geçersin. şimdi çekil şöyle de gideyim.
-ama ama hocam bi dakika hemen gitmeyin ya.
ben bu esnada kalın sütunun arkasına gizlendim. her şeyi dinlemem gerektiği arzusu önü alınamaz bir halde beni sarıyordu.
+ne istiyorsun evladım. acelem var.
-hocam ya ben bir türlü kafama sokamıyorum sizin dersinizi. o kadar okudum çalıştım ama hiç olmadı. üçüncü kez alıyorum zaten ya. belki siz sokabilirsiniz.
+özel ders mi istiyorsun?
-evet hocam özel bişeyler istiyorum aynen öyle.
+yalnız gündüzleri hiç vaktim yok. ancak akşam ya da gece kısa süreli olabilir.
-tamam hocam bana uygun. çok uzun süreceğini zannetmiyorum zaten. siz de baya yaşlısınız yhani. hihi.
+ne ilgisi var kızım? niye gülüyorsun?
-hocaam, lütfen anlayın beni, çok zor durumdayım.
+tamam vereceğiz dedikya. acelem var.
-hocam bakın beni iyi dinleyin lütfen rica ediciğim.
profesörün gözleri açıldı ve aklından geçen "vay amına kodumunun..." sözleri yüzünden okunuyordu.
-hocam, çok basit, ben nota muhtacım siz de...
+kızım lütfen kendine gel, burası resmi bir müessese. şu an çalışma saatindeyim ve sen bana rüşvet teklif ediyorsun. bunu kabul edemem.
-lütfen hocam lütfen, buna rüşvet demeyelim, ikram diyelim. sadece küçük bir iyilik karşılığında yapılan dostane bir ikram.
+(hoca düşünceli)
-hocam?
+numaranı yaz kağıda. sonra da çeneni kapat. sonra da uzaklaş. derse de gelmiyordun sen zaten.
ben, şoktayım. inanamadım. nalet olsun dedim sizin babanızın taşşağına. nalet olsun dedim çıktığınız vajinaya. elimdeki dosyaları odaya bıraktım ve çektim gittim. gidiş o gidiş. bir daha da oraya uğramadım. olur da yanından geçmek zorunda kalırsam burnumu tıkadım.
sevgili conolar, siz siz olun, böyle orospuluklara, fahişeliklere girişmeyin. her şeyinizi kaybedin ama namus ve şerefinizi koruyun. yoksa ellere ayaklara penislere düşersiniz benden söylemesi.