"1988'de 19 yaşında bir tıp öğrencisinin tezinde ciddi rahatsızlıklara sebebiyet veren ev özlemi için kullanılmış olduğu bir terim olarak nostalji, bu haliyle 'eve dönüş' anlamına gelen nostos ve 'acı' anlamına gelen algos terimlerinden türetilmiştir" Michael Roth'a göre.
tarihi yazan filozofların nostalgia diye anlattığı; yaşama biçimimiz. bir de belki de anlamıdır.
doğarız, büyüklerimize aykırı yaşarız.
onların yaşadıklarının aksine, yeniyi yaratırız.
sonra ne yazık ki büyürüz, genç oluruz.
gençlikte çocukluğumuzun heveslerini yaşamaya devam ederiz.
sonra ne yazık ki büyürüz, yaşlı oluruz.
gençliğimize özlem duyar, nostaljiyi yaşarız.
sağda solda 80 lerin sonunda 90 larin basinda cocuk olmak laflarını sarfederiz.
ama hiç bir zaman yaşlandığımızı kabul edemeyiz.
dünyanın da bizimle yaşlanmasını, ve bizimle ölmesini isteriz.
bu yüzden dinler yaratırız, krallar oluruz, tarihler yazarız.
unutulmamak için ismimizi mermerlere kazıyıp, ölümüzü serdikleri yere dikeriz.
aslında ölmekten değil, unutulmaktan korkarız.
unutulmamak için haykırırız, beni hatırlayın diye.
ama tarih, bizi değil; geçmişe değin bir ilüzyonu hatırlar.
hüznün yanında
do majörden inceden de keyif
hatırladıkça özleyecek
özledikçe uzaklaşacaksın
sonra sen öleceksin ben öleceğim
çağdaşların hepsi de
dört kollu seyahat ayrıcalığını yaşayacak
sonra yavaş yavaş
yavaş yavaş
yavaş yavaş unutulacağız
çok acı değil mi?
merak etme o zaman acı duymayacağız
hissizleşmek
duygusuzlaşmak
bunlar güzel şeyler olmalı
söylenenler söylenmeyenler
sevişilenler sevişilmeyenler
bağırılanlar ukte kalanlar
kavgalar ve falanlar
birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günler var ya
yemişim o günleri deme ihtiyacı da duymayacaksın
ve yazılanlar
hiçbirinin önemi kalmayacak
en acısı bu olsa da...
hatırlayıp yadetmeye gerek duyanlar da kalmayacak
hatırlanmayacaksın
o gün o dakika
başka başka yerlerde
başka başka renklerde ve dillerde
hiç bitmeyeceğini sanan
umutlu aptallar elbette olacak
olsun
yaşayacaklar
nostaljiyi de tadacaklar
ve sonra
sonrası malum.
ama
şimdi nostaljiye dalmak gerek
umutlu bir aptal olmak
kulağa loş geliyor di mi
daha önce mutlu olunan yerlere gidip, daha önce çok sevilen şarkılar dinlenip, daha önce çok sevilen yiyecekler bulunup yenip yapılabilen güzel bir şeydir nostalji. insanı eskiye götürür, acı tatlı birçok anı ortaya çıkar. unutulanlar, tozlu raflarda kalanlar hatırlanır.
fransızcadan dilimize giren nostalji (nostalgie) sözünün: yurt özlemi, sıla özlemi. aynı söz daha çok "geçmişe duyulan özlem" anlamıyla kullanılmaktadır. sözün bu anlamı için de özlem ve hasret kelimeleri uygun karşılıklardır. çünkü bu kelimeler "geçmiş" anlamını zaten içermektedir. aynı sözden türeyen nostaljik için de "özlemli" karşılığı önerilmiştir.
her sabah gazete aldığım bayinin sahibi yaşlı amcadan bu sabah duyduklarım...
- ahhh. neydi o eski günler herşeyin tadı vardı. herşeyin bir sırası ve zamanı vardı. sinemaya giderdik araya parça koayarlardı.
çok başkaydı. şimdi işin suyu çıktı 24 saat yayın yapan uydu kanalları var.
Heryerimize deniz kumunun
kaçtığı zamanlarda,
daha belirgin yada
daha anlaşılmaz
değildi bu başı sonu belli olmayan
zaman tuzağı.
Ama güneş,
bize şah damarımızdan
daha sıcaktı
ve kedilerle beraber yaşıyorduk.
Biz onlara yemek,
onlar bize şans veriyordu.
içki gerektiği kadar,
ama her gerektiğinde içiliyordu.
Aşk yollarda,
yolun tozuyla
ayaklarımız arasında bir yerdeydi ve
tek yapmamız gereken
üstünde yürümekti.
pencereden baktığımda gördüğüm krem rengi dolmuş her seferinde kalbimi uçuruyor. pijamalarım ve kafamdaki kurdele ile yanına koşup fotoğraf çektirmek istiyorum. o kadar güzel ki perdeyi çekmeye kıyamıyorum. küçüklüğüm geliyor aklıma sonra, korkunç bir insandım. pijamalarımın paçalarını çoraplarımın içine sokar, elektrik kesintilerinde insanların müziğe bakış açılarını değiştirirdim. koltuk tepelerinde ve caddelerde. sokağa çıkma yasaklı nüfus sayım günlerinde sokağa çıkınca öldürüleceğim korkusu birkaç gece kabus görmeme yol açmıştı. sonra masada ceviz kabukları vardı, bir de ölümsüzleştirilen anlar. süt, çağla, şapkalı panda dondurma, defile, geyikli kazak. şimdi hiçbiri yok. kakül kestirmek lazım belki de, bilmiyorum ki.
şimdi o günlere ait bir bakışa üç sayfa yazı yazmak vardı. başka bir üç sayfayı okumak vardı ama üç sayfaya bir bakış atasım dahi gelmiyor. bazen de gözlerimi sımsıkı kapatarak uyumaya çalışıyorum. uyumayı da mı öğrenemedim acaba? yok artık, çünkü ben on ikide uyuyup onda uyanabiliyorum. geçelim. bu tamam. ama tamam olmayan çok şey var. düşündükçe beynimin içinde dans eden kırıntılara rastlıyorum. unutayım hepsini desem yok olurum o boşluklarda, hepten kaybolurum. hiçbiri olmuyor, yapamıyorum. durduk yere en hastalıklı düşünce gelip kuruluyor beynimin orta yerine. bir adı var hayli karakter sahibi: vefasızlık. beni en çileden çıkaran. ben de öyleyim diye bir şey de diyemiyorum. göreceli misin acaba sen de demekten başka bir şey gelmiyor elimden. ayda bir arasan beni vefasız olmaz mısın, her gün arasam seni arsız mı dersin bana. şunu hatırlıyorum, yetmese de. sekiz dokuz yaşında falandım, yolda babamın bi arkadaşına denk gelmiştik annemle. babamdan bahsediyorlardı, adam tuttu babama vefasız dedi. kafa göz dalacaktım adama bacak kadar boyumla. o zamanlar vefasızlığı küfür sanıyordum, şimdi biliyorum. o adamı bulacağım!