2019 sait faik odulu alan melisa kesmez kitabı.
kitabı taze bitirdim. taze duygularla yazıyorum.
melisa hanım hep beni yakalıyor, sol dekoltemi titretmeyi basarıyor.
ayrılıklar uzerine bu kitap. ve bazen de tam da okumaya ihtiyacımız olan sey.
artık yeni insanlar sevmekte güçlük çektiğin yaşlara geldiğinde, daha az müşkülpesent ve muhtemelen daha cesur olduğun yaşlarında bir yolunu bulup çok sevmeyi başardığın birini havaalanına bıraktıktan sonra, o dev ayrılık makinesinin kapısından çıkıp birkaç saat önce birlikte geçtiğiniz yollardan, bu defa tek başına elin kolun bomboş dönerken kuru ekmek gibi ufalanıyordu için. (…) hemen değil ama zamanla anlıyordun ki, bir hayattı kaybettiğin, kendi hayatına bitişik bir hayat, bir komşu yaşam öyküsü. o gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikayeni, yani onun yanındaki seni de kaybediyordun. karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. (…) yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kızma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hakkını. birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. o, seninkilere dolanmış köklerini söküp alırken, seni de yerinden ediyordu. aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi.
bilmem kaç yılda kurduğun, tıkır tıkır işleyen yaşam düzeneğini bozuyordu bu gidişler. tekerine çomak sokuyor, çanına ot tıkıyordu. üst üste dizdiği, o şekilde dengede durmasını hem senin hem yeryüzü yasalarının ikna olduğu her şeyi yıkıp deviriyordu. çirkin kalabalığın içinde güç bela arayıp bulduğun müttefiklerini, onlarla birbirinize doğru yol alırken aştığınız bütün engelleri, yollarınızı kesiştiren rastlantıları, tehlikeli virajlar dönüp de sırf el ele olduğunuz için yuvarlanmadığınız şarampolleri ama en çok da iki insanın bütün arızalara ve aksaklıklara rağmen birbirini sevmek için harcadığı emeği, inadı, merhameti ziyan ediyordu.
özenle hazırlanmış ama talihsiz bir olay neticesinde oturulup yenilememiş akşam yemeklerini hatırlatıyordu bu hal bana. buzdolabından hiç çıkarılamamış, mumları hiç yakılamamış, pastanenin karton kutusunda öylece bayatlamaya bırakılmış, vazifesini yerine getirememiş doğum günü pastalarını..
**
-peki, diyorum, peki hayatcığım, anladım, daha bitmedi, daha doldurmam gereken çile var, peki. özgürlük erken bir hayaldi demek. tamam, isyan etmiyorum. sakinim. ne zaman kendimi biraz güçlü, biraz haklı hissetsem, ivedilikle haddimin bildirilmesine alışkınım ben.
**
hayatındaki en önemli şeyi yitirdikten sonra, bulduğu suretine sıkı sıkı sarıldı. kurduğu oyuna her geçen gün daha da kapıldı. başka bir yaşam olasılığını aklına bile getirmezdi. bu hali bizi endişelendirse de, ne benim ne de birsen teyze'nin eli vardı rüyasını bozmaya. kendine yoktan bir varlık, zamanla benim bile çeperin dışında kaldığım, içine kapalı ama tıkır tıkır işleyen bir mikrokozmos yarattı. eski bir hayatın kıprıklarından yeni bir hayat dikmekten fazlası değildi yaptığı. üzerindeki giysiler gibi, yamalı bir bohçadan farksızdı. yine de, en azından birimiz kendini ama öyle ama böyle sağaltmıştı.
normal miydi yaşadığı hayat? ne diyebilirdim ki, mutlu görünüyordu.
**
-salim ben yolda bırakmadım, yol bitti.
**
-başta çadırına kendisini fırtınada batan gemiden kurtaran bir filika gibi tutunurken, zaman gectikce onu ayak bastıgı bir tropik ada olarak gormeye baslamıstı. orada yeni bir hayata adım attı.
**
gittim, sarıldım. aglamaya basladı. babam annemin olmadıgı bir evde mutlu olamazken, annemin onun olmaıdıgı bir cadırda mutlu olabilmesine aglıyordu.. annemi seviyordu babam, o zaman anladım..
**
-gunes?
-soyle canım?
-sence babam bana kırgın mıydı?
-bence degildi. baksana en guzel kıyafeteriyle alkısa yetismis.
gulustuk.
-peki sen, sen ona kırgın mısın?
ikinci oykusu "son bir çay" dan kesitler paylasacagım kitap bu aksam:
o koskoca adam, bacaklarını karnına cekip kucuk bir cocuk gibi kıvrılmıs.. hayatın yan yana getirmesi gereken son 2 kisi olarak yan yana ve cıplagız.
elimi tutuyor. "evlen benimle" diyor.
annesini taze kaybetmis bir adamın hızı basımı donduruyor..
"ben artık gitsem iyi olacak.. sen de yat uyu, uzun bir gundu"
"burada uyu bu gece. sabah kahvaltı yaparız."
ben icinde bulundugumuz mantıksız duruma dair mantıklı bir acıklama bulmaya calısırken "neden optun beni?" diye soruyor.
"ickiden" diye cevap veriyorum cabucak.
sesi cıkmayınca yalanımı kopurtuyorum: -hepimiz yapmısızdır pişman olacagımız seyler.
"seninle evlenemem selim. daha once denedik. olmadı"
gozlerini kaldırıp bana bakıyor. icindeki fırtına gozlerinde.
"caydanlıgın altını kapamadan son bir cay da icmeyelim mi?" diyor.
-seninle evlenmeyecegim, biliyorsun degil mi?
-biliyorum.
-bu gece burada kalacagım ama seni bir daha opmeyecgim, biliyorsun, degil mi?
-evet, onu da biliyorum.
prenses leia yıllar sonra duvardan yine bize bakıyor.
-guzel kadın su leila, diyorum.
-cok
-hic yaslanmıyor.
-ölmüyor da. herkes gider leia kalır. o yarı yolda bırakmaz.
-ben seni yarı yolda bırakmadım ki selim, yol bitti.
-cok sevdim ben seni.
-ben de. sevmesem nasıl..
gulumsuyor. bugun ilk defa gulumserken goruyorum.
-ben biraz korkuyorum galiba, diyor.
-korkma, evindesin.
-ne yapacagım? insan nasıl en bastan baslar?
-bulacaksın bir yolunu, artık ozgursun.
karanlıkta gulumsedigini hayal ediyorum.
bir seyler hizalanıyor o an, tık yerine oturuyor.