bugün

George orwell’in ünlü romanından uyarlama bir distopik drama filmidir. michael radford tarafından senaryolaştırılıp yönetilen film, totaliter yönetim ve düşünce polisinin devamlı gözetimi altında olan okyanusya’da bir kayıt departmanı çalışanının(winston smith) hayatını ve işbirlikçi olmayanların maruz kaldığı psikolojik kırılma sürecini anlatıyor.

Film, olayların genel sıralaması açısından romanla karşılaştırıldığında biraz eksik kalıyor ya da romanda anlatıldığı gibi aynı dehşeti, gerilimi, umutsuzluğu, yıkımı, o kargaşayı iliklerinizde hissedemiyorsunuz film öyle duygusuz (hatta romanı okumayan biri için film sadece kafa karıştırıcı da gelebilir) fakat romana sadık en güçlü bölümlerden biri işkence sahnesi idi.

görsel
--spoiler--
Winston’ın güncesindeki “Özgürlük iki kere iki dört eder diyebilmektir” yazısı üzerine işkence sırasında dört parmağını kaldırıp kaç parmak görüyorsun diye sorulduğunda winston, ısrarla dört der ve işkencenin dozu artar. Yapılan işkenceye son verilmesi için beş olduğunu kabullenir fakat buna inandıramaz.

- gözümle gördüğümü nasıl yadsırım? iki kere iki dört eder.
+ hayır, winston. Bazen beş eder, bazen de üç eder. Bazen aynı anda hem beş hem üç ettiği de olur.
--spoiler--

Önemli olan hayatta kalabilmek değil, asıl önemli olan insan kalabilmek.

http://www.youtube.com/watch?v=lstDdzedgcE
Şunu da şuraya bırakıp gidiyorum.
"Sadece hayatta kalmak önemli değil, asıl önemli olan 'insan' kalabilmek."

görsel

https://www.imdb.com/title/tt0087803/
insan, ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına karalanmış tek bir sözcük bile bırakamadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi?
yahu adam, sınırları sürekli değişen bölgeyi ortadoğu, kuzey afrika ve hazar denizinin güney doğusu olarak belirlemiş kitapta. bu nasıl bir öngörüdür ?

araba ve makina modellerindeki kısaltmaları bilirsiniz. tdi, amg, suv vesaire gibi. işte bu kısaltmalar bugün almanya ve ingilterede tartışılıyor. dilin anlatım gücünü yok ettiği düşünüldüğü için.

biliyorsunuz sürekli tüketen, mutluluğu, var olan her şeyi tüketmek üzerine kurulu bir nesil peydah oldu. bu nesil okumuyor, okumadığı için de kelime haznesi çok düşük. kendisini ifade edemiyor, retoriği ve terminolojisi yetersiz çünkü. koca bir nesil bir dönem sonra dilin sadeleşmesine, birçok kelimenin de unutulup gitmesine yol açıyor. kitapta da bahsedildiği üzere başarısız bir politikayı ancak çok çeşitli kelimeler kullanarak eleştirebilirsiniz. fakat savunmak için fazla konuşmanız gerekmiyor. bugün de böyle değil mi ? adam çıkıp "yol, köprü, tünel, camileri ahır yaptılar, tüp kuyrukları..." diyor. gayet yalın ve anlaşılır biçimde kendi propagandasını kitlelere aksettirebiliyor. fakat sen bunların yanlış olduğunu anlatmak için tarihe hakim olmalısın, gramere hakim olmalısın, ekonomiye hakim olmalısın, kısacası ansiklopedi gibi adam olmalısın. çok yorucu değil mi sizce de ?

şu yazdığımı okumak bile yorucu yahu. kolay tüketmeye alışmış toplumlar da kolay tüketebileceği ne varsa ona yöneliyor işte. birkaç kelimelik propagandayı anlayabilmek kolay. okumak kolay. eni konu düşünmek de gerekmiyor. ne ala.

bu nedenle yenisöylem sözlüğü sürekli güncelleniyor kitapta, dilden sürekli kelime azalıyor, insanlar sürekli olarak içinden daha da çıkılmaz bir duruma doğru sürükleniyor.

bu hikaye her yönüyle çok tanıdık.
Ülkemizde son zamanlarda yaşananlar hep bu kitabı hatırlatıyor bana.Dün geceki(akşamki?) ilginç darbe girişimide öyle keza.Kendi halkını bombalayan Okyanusya devleti geliyor hep aklıma.Sebebi de iş gücünü,halkın desteğini ayık tutmak.Halk zaten orada köle,koyun ne deseler inanıyorlar,yapıyorlar.Kendi halkını rahatça bombalıyorlar ve düşmanla hala ateşli bir savaştaymış havası veriyorlar.Ne kadar da sağlam bir kurgu ve kitap dedirtiyor sürekli kendine bu kitap.Çok alakalı gelmeyebilir ama öyle.Bu adam 1948 yılında bunları düşünmüş.Bugüne çok daha gelişmiş komplo olaylarını görmek de mümkün.Dün akşamdan beri olanlar ileride olacaklara yönelik bir uyarı.
okurken türkiyeyi anımsayın, anımsattırın.
George Orwell'in 1900'lü yılların başında yazdığı, diktatörlüğün son boyutlarını anlatan, şuan Celal Üster'in çevirisini yaptığı ve can yayınlarında 53. Baskısı yayınlanan kitap.
ingilizcesi olmayan yazarlar için 1984. Okuyun, okutun.
Okuyun, okutturun.
ülkemizdeki sol kesimin, ergen devrimcilerin hatta marksistim diye geçinenlerin; "ya o komunizm eleştirisi yapıyor, amerikan destekli propaganda kitabı" olarak tanımlama gafletine düştükleri muazzam eser. 1984 bir felsefi eser, distopya olmanın yanında rahatsız edici bir romandır. karakterlerin ya da en gözümüze sokulan karakterin; eserin dünyasında olup biteni bizlere gelecekten korkmamıza sebep olacak kadar derinlemesine hissettirmesi, orwell'in muhakkak ki sadece bir fikir adamı değil aynı zamanda muhteşem bir yazar olduğunu gösterir. öyle bir dünyadır ki, tüm insanoğlunun eleştirisini görürsünüz orada. sadece bir rejime bağlı kalmadan, her rejimin, tüm hiyerarşilerin ve onu elinde tutan insanların eleştirisini yapar 1984. hükmetme arzusunu, insanların gözünde devrimci, kahraman gibi görünen kişilerin; dünyayı daha iyi hale getirmesi gereken ideolojilerini ve bu ideolojilerin bile yozlaşmaya ne kadar yatkın(hatta mahkum) olduğunu anlatır. insanların ilizyonlarını, gerçeğin nasıl tanımlandığını; tarih denilen şeyin hükümdarlar tarafından yaratılmış bir masal olduğunu çok rahatsız edici bir şekilde gösterir size, bitirdikten sonra inanı şaşkına çevirir. okuyun, okutun.
george orwell romanı, aynı romandan uyarlama michael radford filmi. ben filmle ilgili bir iki yorum yapıcam çünkü romanla ilgili eleştiri yapmak haddim değil henüz.

filme başladığımda öyle büyük bir beklentiye girmedim hiç hatta kötü bir film olduğunu bilerek izledim. zaten kitabı okurken kafamda ben de bir kaç tane film çektim ve hiçbiri bir halta benzemedi. 1984 filme aktarılması çok güç bir roman bence. bu nasıl ifade edilir bilmiyorum ama romandaki havayı, derinlikli felsefeyi filme yansıtamazsınız. mesela başarılı kitap uyarlamalarında fight club'ı düşünelim, kitaptaki felsefenin yanında filmdeki felsefe ne kadar yavan kalsa da filmi başarılı buluyoruz (daha doğrusu buluyorlar) çünkü bir aksiyon var bir akıcılık var ve bunu romandan filme taşıyabilmiş David Fincher. Ama 1984'te böyle bir şey yok.

- Burası biraz spoiler kokuyor baştan uyarayım -
Kitaptaki olay örgüsünü kısaca düşünelim; başkarakter Winston var, arkaplanda süregelen hayat ingsos ile yönetilen okyanusya ülkesi var. winston aslında içten içe partiye ve büyük biradere nefret besliyor ve bunun düşünce polisi tarafından farkedilmesinden korkuyor. daha sonra bunu kesen bi kız var julia. winston onu düşünce polisinin ajanı zannediyor ama meğer julia da onun gibi partiden nefret ediyor ve winstona aşık olduğunu bi kağıtla iletiyor. bir süre gizli gizli takılıyolar birlikte sonra yakalanıyolar ve işkence edilip beyinleri tertemiz yıkandıktan sonra geri salınıyolar.

evet şimdi böyle baktığımızda çok içine çeken bir olay örgüsü yok, zaten kitabı başyapıt yapan orwell'in dili ve anlatmaya çalıştıkları. michael radford'a bu kitabı filme çekme cesaretini gösterdiği için saygı duymakla birlikte çekilebilecek en kötü filmi çektiği için de öfke duydum. ben bu kitabı kafamda 4 saate sığdıramazken adam çıkmış bir saat elli dakikalık film çekmiş orayı kırpmış burayı kırpmış, kitabın ne felsefesini ne de o okyanusyanın içinde bulunduğu karanlığı filme adapte edememiş. 1984 yılında 1984'ün filmini çekmiş olmak için çekmiş bence. mesela winston'ın fare korkusuna hiç değinmemiş filmde*, dolayısıyla kitabı okumayan birisi 101 numaralı odanın anlamını asla kavrayamayacak. yenisöylemin dil üzerindeki amacı etkisi hiçbiri yok filmde. çok çok eksik bir film olmuş kısacası. her ne kadar bu kitabın filminin çekilemeyeceği görüşünde olsam da en azından 1984 yapımı 1984'ten çok daha iyisi çekilebilir. 6/10
Filmlere,şarkılara,kitaplara konu olmuş bir rakam.
Ben, ne konusu olduğu filmi izledim ne de konusu olduğu şarkıyı dinledim.
Bu entryyi girmeme sebep olan kitabını okuduğum için buradayım.
Kitap Hakkında bir şeyler karalamak istiyorum açıkçası. Karalamak derken, bir şey yazmak yani. Kullandığım araç kalem değil farkındayım fakat yazma işlemi de bu devirde sadece kalemle yapılmıyor di mi? Karalama işlemi de sadece kalemle yapılmıyor, orası ayrı mesele.
Neyse konuyu fazla saptırdım sanırım.
Kitaba dönmek istiyorum.
Kitap, distopik romanlar arasında, en baş sıralara koyulmayı hakeden bir kitap.
Belki de bana hatta bize yakın olan distopyayı anlattığından, beğenimi bu kadar çabuk kazandı.
Beğendiğime bakmayın, zira kitap insanı harikulade kötü hissettiren, insanı paranoyak olmaya, kolaylıkla iten bir kitap.
Kötü hissetmemi sağlayan iki farklı cümle var bu kitapta; 'özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir' diyor winston smith.
Kitabın ilerleyen sayfalarında, başka bir cümle dikkatimi çekiyor.
'Farkında olmadan, masanın üstündeki toz tabakasında parmağını gezdirdi: 2×2=5'
Bunun sonucunda da george orwell'in yarattığı parti sloganında;
'savaş barıştır, özgürlük köleliktir, bilgisizlik kuvvettir'
Kısmında özgürlük adına yazılmış olan şeye, kolaylıkla hak vermem (şu zamanda bile) beni kötü etkiledi diyebilirim.
Paranoya kısmına gelirsek,
'Big brother is watching you.'
Bu kitaptaki slogan olan "Big brother watching you" ya doğru adım adım gidiyoruz. ilk okuduğumda adam ne distopya yapmış dedim ama şimdilerde ne kadar gerçek olduğunu görüyorum. Ne hale gittiğimizi gösteren harika kitap, okunmalıdır.
george orwella ait okuyun okutun kitabı. kitapta gerçeğe yakın bir distopya anlatılmaktadır. korkutucu kısmı da budur sanırım. kitapta yazılanların yavaş yavaş gerçekleştiğine şahit olmanız.
Çok yerinde tespitlere sahip, bakış açınızı genişletecek olan kitaptır. Ancak kimse de bu kitabı okudum hayatım değişti demesin. Öyle bir dünya yok ! Bir kitapla insanın hayatı değişemez. Yüzlercesi, binlercesi okunması lazım.

--spoiler--
Okyanusya'ya ingsos hakim, tamam. Ancak keşke diğer ülkeler olan Avrasya ve Doğu Asya'da farklı yönetim şekilleri olsaydı ve bunlar kıyaslanabilseydi. Tamam Avrasya'da Yeni Bolşevizm, Doğu Asya'da Ölüme Tapınma var ama bunlar ismen farklı olsa da içerik olarak aynı diye anlatılıyor kitapta.
Gerçi bunun üzerine de saatlerce kafa patlatılabilinir. Her yönetim şeklinin eninde sonunda aynı kapıya çıktığı, kitabında zaten bunu anlatmaya çalıştığı ve benim dediğim gibi tahlillere yer verse, roman olmaktan çıkıp bilimsel makale tarzında olacağı da söylenebilir.
--spoiler--
o'brien'ın ne bok olduğu çok geç anlaşılan kitap.
saat 14.00'da iletişim sosyolojisi kapsamında yapılacak olan final sınavında sorumlu olduğumuz roman. 334 sayfa kitap 8 buçuk saatte bitti.
bir george orwell romanı. 1947 yılında yazılmıştır. konusu geleceğe dair karamsarlıktır, bir distopyadır. 1984 yılındaki ingiltere'yi anlatır. her tarafta big brotherın gözleri vardır, bu da toplumu zorunlu olarak rejime sadık olmaya iter.
sayfalarını çevirdikçe insanı geren, umutsuzluğa sürükleyen bir başyapıt. özellikle bugünün dünyası ve özellikle bugünün türkiye'sini düşününce anlamı bir kat daha artıyor...
yarın vizesine gireceğim kitap. Yaktın beni big brother Yaktın hacı.
Az önce bitirip ölümün, yalnızlığın, sevgiden mahrum kalmanın içler acısı hâlini yaşadığım; okunması gereken, başyapıtlar listesinde baş sıralardaki güzelim kitap.

"Bilinçleninceye kadar başkaldırmayacaklar; başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler."

"partinin varlığını sürdürmesi düşünce polisinden de çok, partinin görüşlerine körü körüne inanan, onu sorgulamayan böylelerine bağlıydı."

"...orgazmları bir zaferdi. partiye vurulmuş bir darbeydi. Bir siyasal eylemdi."

"ceviz ağacının altında, ben seni sattım sen de beni."

"geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder; şimdiyi kontrol eden, geçmişi kontrol eder."

"Büyük Birader'in gözü üstünde."

"Bir umut varsa kesinlikle proleterlerdeydi."

gibi daha onlarca aforizmanın aklıma kazınmasını sağlamıştır varın siz düşünün George orwell ağabeyimizi.

Bana asıl koyan ise, julie gibi bir sevgi, bir aşk, o totaliter düzende yaşadıkları aşka bu daha özgürlükçü(!) düzende bile ulaşamamdı.
bunu seven animal farmı da sevdi.
Demokrat ve özgürlükçü bir sosyalist olan Orwell'in totaliter rejimleri eleştiren yapıtıdır. aslında hangi açıdan bakarsak bakalım, mesele burada bireysel özgürlüklere tecavüz edilmesidir. geçen dönem aldığım sanat * * dersinin sınavında yazdığım essay'daki gibi, burada asıl mesele paternalizm/ataerkil düzendir. Filme ve romana hakim olanlar ve cinsiyet felsefesi üzerine eğilmiş olanlar özellikle farkedeceklerdir ki, çoğu yapıttaki gibi kadının geri plana atılması ve sömürülmesi burada da iyi yansıtılmıştır.

Zıt ikizi için:

(bkz: jennifer government)
(bkz: max barry)
george orwell`e ait kitap.

kitaba başlamadan önce, okuyan insanlara düşüncelerini sordum, yorumları okudum. hemen hemen herkesin dediği şey 'kitabın sonu tahmin edemeyeceğin gibi bitiyor.' bende hiç öyle olmadı, yani sonrasının oralara geleceği çok belliydi.

aynı adlı filmi de var. detaylar kitaptan farksız işlenmiş filmde, gayet başarılı. yalnız winston ın yaşadıkları karşısındaki iç ses, kitapta daha derin detay işlenmiş.

yurt dışında 'big brother' bizde 'biri bizi gözetliyor' gibi programlar, ismini bu kitaptaki 'big brother' karakterden almıştır.

---spoiler---

w: bunu daha önce yaptın mı?
j: tabii ki, yüzlerce defa.
w: parti üyeleriyle mi?
j: evet.
w: iç parti üyeleri mi?
j: o alçaklarla değil.
w: bak, saflıktan nefret ederim. iyilikten nefret ederim. faziletin var olduğu hiçbir şey istemiyorum. herkesin bozulmasını istiyorum.
j: o halde ben de sana uymalıyım. tamamen bozuğum.
w: bunu yapmaktan hoşlanıyor musun? kendimi kastetmiyorum.
j: buna tapıyorum!

---spoiler---

---spoiler---

o: günlüğüne yazdığını hatırlıyor musun? 'özgürlük, 2 artı 2 nin 4 ettiğini söyleyebilme özgürlüğüdür.'
w: evet.
o: kaç parmağımı kaldırdım?
w: 4.
o: eğer parti 4 değil 5 olduğunu söylerse, o zaman kaç?
w: 5.
o: hayır. faydası yok. yalan söylüyorsun. kaç parmak, lütfen?
w: 4. başka ne söyleyebilirim? 5 ya da ne istersen. şunu keser misin lütfen? acıyı durdur.

w: nasıl yardım edebilirim? gözümün önünde gördüğüm şeye, nasıl yardım edebilirim? 2 artı 2, 4 eder.
o: bazen winston. bazen 5, bazen de 3. bazense hepsi aynı anda.

---spoiler---
fazlasıyla karamsarlık içeren, moral bozukluğunda kafa dağıtmak için okunmaması gereken george orwell eseri. okunacaksa kesinlikle ve kesinlikle diferansiyel denklemlere çalışıyormuş gibi sessiz bir mekanda dikkatle okunmalıdır. dikkatle okunduğunda bir komünizm eleştirisinin de ötesinde olduğu rahatça görünecektir. kitapta çok açık bir şekilde komünizm, emperyalizm, faşizm, güç ve insan kavramları üzerinde duruluyor ve hepsi de yerden yere vuruluyor.

aslında günümüz dünyasına bakınca orwell'in ne demek istediğini daha iyi anlıyorsunuz. en basitinden kitaptaki tele ekranların bugünkü güvenlik kameralarından ne farkı var?