nilgün marmara

entry343 galeri24
    43.
  1. Yitik Kaynak

    Unutuş bir kaynak olmalı
    Yeni’yi her an’a yaymak için
    Ben sana olmalıyım
    Bana ben bir kaynak

    Görüyorum geç,kıyım çok yakın!
    Biliyorum artık mut uzaklığını
    Sen yüzümü götürüyorsun
    Kendi gözünü bile!

    Gerçek bilirsin,diliyoruz.
    Düz,eğri,çapraz yada değirmi.
    Güzeldir açığa çıkışı yüreğin,
    Sen bil ki,ben de seveyim

    Nilgün Marmara
    1 ...
  2. 42.
  3. Manolya

    O zaman da aynı karanlık, aynı yarasaydı,
    Manolya delirmezden önce.
    Büyükannemizin kocaman bakla bir evi,
    Uzun pencereleri vardı, sedirinde
    Ölü doğmuş fareler pembeliği.
    Okurduk leziz balgamlı gazetelerini büyükbabamızın,
    Okşarken ve korkarken erkek anamızdan,
    Babamız bir gılman, pir şefkat,
    Acımızın cümbüşünde sarsak bir kukla,
    O yokuşta onursuz müezzin kuşları,
    Sabaha karşılar, akşama karşılar hep,
    Dizleri topunun diplerimiz olmuştu,
    Uzun uzadıya bir fener alayı...

    Karanlık aynı, yarasa aynı,
    Bu eller bu yüzden yıkandıktan,
    Manolya delirdikten sonra.

    Nilgün Marmara
    2 ...
  4. 41.
  5. Gizi Kazınmış Aynada Yüzyüze Geldiler.

    Pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. Göz için. Deli. Çöl faresi. Kum bekçisi. Cımbız gözlü. iğne burunlu. Eskiden bir yıldızmış. Göğünü yitirmiş. Kumda şimdi. Falına bakıyor. Yeniden dönecek mi? Taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. Olmuyor, çift çıkıyor. Bazen 'çift' tutuyor içinden. Bu kez de tek çıkıyor.
    Bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. Geceleri iyice umutsuz, renk körü... Çölde her şey birbirine karışıyor. Yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. Penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. Ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. Cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. Işıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. Bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. Paranoyak bir fare. Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de anlamıyor. ikiye ayırıyor tek ve çift gibi. Arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. Suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... Dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. Çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılıyarak, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. Denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... Gözlerime bakıyor. Gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. Renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. Dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. Bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. Diş ve tırnak ve kuymk ve kürk ve hız ve kayma ve... Dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. Hayvan dişlerini. Hayvan güldü. Güldü hayvan oysa, bilemez. Öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı.
    Her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. Hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. Art ve ön. Uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. Pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. Öç alma duygusuyla yanarak 'Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. Neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. Benden tiksiniyor. Donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor.

    Nilgün Marmara
    2 ...
  6. 40.
  7. Ancak Yazgıdır Bu

    Sen ne getirdin bana çocukluğundan? şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı? Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı benim eskil saatlerimde? geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri, deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları? titreyerek uçurulan köpükten balonlar, anlık aşkın tasarımlar mı?

    nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun anılarıma düz baktıran ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım dantelalı tafta yumuşaklıkla savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi hiçlemeye annemi ve uykuyu öğle sonlarında ürkünç odaların!

    diledin mi yanında tümden varolmayı an için ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?

    yok böyle bir şey yok! sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş, sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık, sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin şimd'i_ beni bağışlayan sarsan aşan bizleri mor birliktelik…

    Nilgün Marmara
    1 ...
  8. 39.
  9. Nilgün Marmara, şiirlerinde çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullanırdı.
    0 ...
  10. 38.
  11. TOMORROW WILL BE ANOTHER DAY

    -sevim'e-

    Belki ona gideriz yarın,
    Belleksiz sevgiliye,
    Poplin elli korkak çocuğa,
    Duyarlığı, unutkanlığının kanı
    anaya-
    Ona belki gideriz yarın,
    Gören gözlü kör güzele,
    Çılgın gülüşlü bebeğe,
    Yüreği, sızlanan ruhunun göğü
    yavrucağa-
    Yarın gideriz belki ona,
    Unutuşun türküsü, bekleyiş
    tortusunda,
    Esnek kokulu çiçeğe,
    Kaynak bakışlı Venüs'e-

    Ya nasıl dönüş sonra?
    2 ...
  12. 37.
  13. TOZ-DEM

    Kısacıktı
    karşı yolculuklarımız kara
    ve deniz üzerinde-

    Şafağın bodrumuna inerken sen,
    Hançerin ivmesiyle yükselirdim
    dul pencerelere.

    Azıcıktı
    köpük boz
    denizde ve karada
    Koyu bir saatin içinden
    çıkılamadı
    bir an yine de!

    Belki gülden
    kalma bir iz yanağındaki,
    Eski sabahın sarı gülünden
    üzerine deli gözünü bıraktığın...

    Öldüğünde,
    çekmecemde duran bu göz,
    incelikle çıkarılacak,
    bir jiletin enginliğine,
    Çözülecek gizi
    O çarpık retinanın, ağ tabakanın...

    Kasım, 1985

    Nilgün MARMARA
    2 ...
  14. 36.
  15. KUŞUM VE BEN

    Kuşum ve ben bir aynada
    uyuyoruz, kafesimiz yatağımız
    yüzlerimiz eşlerine baka baka
    sonsuz kar altında uyuyoruz
    kuşum ve ben.
    Eşim ve ben kızıl bir bağla
    bağlıyız birbirimize
    Çözülürse yoksulluk sevinir

    Aynamızın içinde tek bu bağ...
    Kızıl kıskanç eşim kuşum ve ben...

    Nilgün MARMARA
    1 ...
  16. 35.
  17. KUĞU EZGiSi

    Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
    Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
    bekçi gizleri.

    Ne zamandır ertelediğim her acı,
    Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
    -bu şiir -
    Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
    Dost kalmak zorunda bana ve
    sizlere!

    Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
    uykusunu bölen derin arzudan.
    Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
    Kendi saf şiddetini yaşar artık,
    -bu şiir -
    Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
    ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
    Sevda ile seslenir sizlere!


    Nilgün MARMARA
    1 ...
  18. 34.
  19. KAN ATLASI

    Emel'e
    "Ben babamın yuvarladığı
    çığın altında kaldım."

    Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
    her gün her gece eğer adasında,
    Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
    sarmış bedenini çığlıklarken bunu
    su içinde...

    Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında
    uçar adımları.
    Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
    içinden karanlık, tekrar ve ilenç
    sızdıran hayret taşında.
    Soruyor hatırasında, "sırtımda ve
    sırtında gezinen bu ürperti kim,
    bir damla süt yerine bu ağu kim?"
    ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
    -boy atmış da salgıları,
    cücelmiş sezgileri-
    bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...

    Ey, yüzleri
    bir babakuş gölgesine
    çakılmış olanlar,
    Üzgün adım, ileri marş!

    Aralık, 86
    2 ...
  20. 33.
  21. GÖKKUŞAĞINDAN DARAĞACI

    Şimdi'nin bedeni yok,
    Yontuyor geçmiş bilgisiyle
    gelecek belki olur diye taşı,
    taşını kokluyor
    yontu dağılıyor...

    Şimdi'si yitik
    bundan boyuyor
    boyuyor evine aldığı
    ağacın üzerine tüneyip
    duvarını, tavanını, geçmişi
    ve geleceği ve her yanını;
    dal kırılıyor...

    Şimdi'si yitik
    diziyor diziyor notalarını,
    göğe ışık üzerine boncuklarını,
    ucuza getiriyor varlığını
    sonsuzun sessizliğiyle
    sonlunun gürültüsü arasında,
    O bitirince kıyısında gezindiği
    yol çöküyor...

    Şimdi'si yitik
    bundan yazıyor
    yazıyor enine boyuna
    içini ve dışını ve yeri
    ve göğü ve suyu,
    bindiği kadırga
    o inince batıyor

    Ağustos 87
    3 ...
  22. 32.
  23. ÇOK GÜZEL

    Durma artık burada uysal âşık!
    Aydınlık milinin yatağında.
    Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
    Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde
    ağırbaşlılığının.
    Veda geliyor şimdi, öğretmek için
    sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen
    vakitte.

    Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
    yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?

    Bu aklıkta, minarem mavi benim.
    Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
    izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
    insanlığa!

    Nilgün MARMARA
    4 ...
  24. 31.
  25. " biraz büyük bir kız çocuğuydu, biraz küçük bir kadındı o...doğurganlığını reddeden...çoğalmak istemiyordu. neden çoğalmak istemediğini bir gün, gürültü yapan çocuklarını yüksek sesle uyaran ablası aylin'e anlatmıştı; 'işte bu yüzden, kendi çocuklarımı incitirim diye anne olmak istemiyorum.' bir başka sefer, ' mutsuzlar ordusuna yeni bir nefer katmamak için ' anne olmak istemediğini söylemişti. "

    perihan özcan
    k dergisi, 16 kasım 2007, s: 59
    8 ...
  26. 30.
  27. "nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini atarak canına kıymış. ece ayhan söyledi.
    çok değişik bir insandı zelda (bir adı da zeldaydı). akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alanır, bakışlarına çok güzel, ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım, otuzuna değmemişti daha.
    bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.
    dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgünün yüzünde. o zamanlar görememiştim. bugün ortaya çıkıyor"
    *
    4 ...
  28. 29.
  29. 28.
  30. 27.
  31. ılık bir süzülüşle
    geri dön hayat,
    bırakma yeryüzü salına
    tünemiş pek kara kuşlar
    örtsün bakışımı,
    görmek acısı sürsün
    pencere tutsağının
    düşsün hayatı suya...
    2 ...
  32. 26.
  33. "en yakın yabancı sendin,
    daha sürülmemişken ışığın biberi
    yaramıza,
    yaslanırken boşlukta duran bir merdivene
    henüz.

    güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,
    ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran
    yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız
    en güçsüz kollarla-

    çözüldü aşkın zarif ilmeği
    bulandı aynalar duruluğu.
    çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda
    bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık
    olduğunu...

    yabancıların en yakınıydın sen!"
    2 ...
  34. 25.
  35. CANIM SIKINTI SINIRI

    Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine
    bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.
    Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri
    alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.
    Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım
    yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe
    zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının
    yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.
    Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler
    yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden
    satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana
    dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
    3 ...
  36. 24.
  37. "ölümü sevdiği için mi öldürdü kendini
    başkasının ölümünü sevmediği için mi?"
    *
    4 ...
  38. 23.
  39. ''bütün yalnızlıklarınızın ilenci
    korusun çoğulluklarınızı
    cinnet koyun erdemin adını
    maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
    hepiniz mezarısınız kendinizin...''

    asıl adı zelda nilgün marmaradır.

    Nilgun MARMARA "Kugularin ölüm öncesi ezgileri siirleri''ni birakarak 13 ekim 1987 de bekleme salonunu teketti. Ne beklenmeyen ne de garip bir varolustu bu. Zaten 29 yilini, hayatini, siirlerini ve rüyalarini ölümün kiyilarinda yasadi. ''Yerlesik yabanciginin acisini'' hissetti daima.

    Tutunamadi Zelda. Anlayamadi, anlamlandiramadi, alisamadi, varolamadi, katlanamadi. Ugrasti yazmaya calisti. Sayfalara kustu 29 yillik kisa yolculugunun gunluklerini...

    Kayip bir yolculugun hiç anlamsiz, trajik dizeleri kaldi geriye. Hissedebilenlerin hiçte yabanci olmadiklari kelimelerle dolu siirler, metinler ve bir de kirmizi-kahverengi bir defter... yitiris, tiksinti, kaybolus, kopus, ölüm!

    "Azimsanamayacak kadar ölmüsüm / Azimsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde dogan yeni bir ölümü görmeye; kosarak, düse kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasil olursa olsun; görmek için bu eski dostlarinin yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kivilcimlarini geliyorlar. Ölüm sessizligi, toz ve küf kokan evden ayrildiktan sonra seviniyorlar canliyiz diye."

    Hiçbir anlami yok hakkinda konusmanin yada cozmeye calismanin.
    Icine dustugu bu yasami sahiplenemeyen bir kucuk kizin varolus cigliklariyla tunellerde yiten yasaminin dingin melodileri sadece....

    ''Ve simdi yollarinda yasamin
    çiglik tünelleri kazimak
    ve susmak'i
    yazmak
    kalmistir
    isaretleyenlere..."
    8 ...
  40. 22.
  41. küçük iskender ve cezmi ersöz ün kahramanıdır nilgün marmara.
    ey iki adımlık yerküre
    senin bütün arka bahçelerini
    gördüm ben

    ise kayda değerdir.
    7 ...
  42. 21.
  43. cemal süreya onun için "bu dünyayı başka bir dünyanın bekleme odası gibi görüyordu" demiştir.
    3 ...
  44. 20.
  45. 'hayatın neresinden dönülse kardır' demiş ve intihar etmiştir. cebinden çıkan notta bu yazıldır. gögü tanıkları atlarken ve yere düşerken en ufsk bir ses bile çıkarmadığını söylerler.
    2 ...
  46. 19.
  47. büyümek

    Çocukluk gökdeleninden
    ağır bir çökme töreni ile
    alt-üst-bir yüzeye iniyor
    ağlarken kapanıyor toprağa
    bütün yüksekliği açık düşlerin

    büyüyor...
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük