Ne demeli şimdi
Bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişim
Göğe mi dokunmalı, ucuna mi körpe filizin
Öyleyse karanlık sokaklarda koştuğumu düşün
Ay gene bir kadın gibi sarkıyorken denize
Dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün
Oradan göğsümü kaplayışını soğuk bir terin
ilk sözcüğü anlamla birleştiren çocuğu düşün
Onun kavradıkça derinleşen şarkısını
Vay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak
Vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak haz
Telaş, kıvranış parıltılı gözlerdeki atılganlık
Ya görevin ne senin görevin
Oynaşmak değil mi içimdeki savaşmak duygusuyla
Ve benim nevresimim kararmışsa kirden, rutubetten
Sarhoşsam gülümseyişlerden ağlayışlardan
Ve kaynak sularıyla üstüme yağan aydınlık hulyaları
Senden gelen ısıyla koruyorsam
Ne demeli simdi
Ey serçelerin sabahlarla doluştuğu cıvıltı
Ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkatti çeken hayal
Kalbimi çevreleyen sevda gözeneyi
Acıyış, şefkat, umursayış, hırçınlık seli
Beni düşün öyleyse
Beni hayretin ve karanlığın eşiğinde
Beni fitillerde başlayan bir fısıltı
Anında ilk satırı yazarken bir bildirinin
Kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağrında
Beni dar camlarda değil
Bir bulutun seyrinde düşün
Burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerim.
Siyasetine bakmadan yazdığı satırlarda gözün, kalbin, vicdanın gezdirilmesi gereken şairlerden...
Haydi dedim yüreğim gidelim bu şehirden;
Bu şehir koparmak istiyor beni özlemlerimden!
"Yorgunum;
Çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var"
Yine de yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına;
Düşmanlarım ulaşamazlar..."
artık yurt'ta yazan ve 20 mart'ta yayınlanan "Darbenin gerçek kaynağı" başlıklı yazısıyla doğru tespitler yapan yazardır:
Darbenin gerçek güç kaynağı
Egemenlerin en güçlü darbe silahlarından biri medyadır. Ordunun, emniyetin, gizli istihbarat örgütlerinin gücü medyanın gücü yanında ne ki? Asıl korkutucu güç medyadır. Napoleonun, Üç gazete beni yüz sancaktan daha çok korkutur! sözünde bu anlam gizlidir.
Ordunun tankı, topu, tüfeği varmış! Silahın en âlâsı medyanın kendisidir. Etki gücü, etki alanı ile atom dahil, silahların hiçbiri onunla yarışamaz. Gücü, en etkili darbe silahı odur. Medya ile yapılmamış ve medya ile yapılanmamış bir darbe var mı? En tazesi ve en yakınımızdaki AKP Sivil Darbesidir. Ki yapılma ve yapılanma sürecinde AKPye silah olmuştur. Bu anlamıyla da silahlı bir darbedir!
3. Dünya ülkelerindeki ABD güdümlü sivil ve askeri darbeler saymakla bitmez. Bir o kadarı da hazırlık aşamasındadır. Bunu söylemek için kahin olmaya gerek yok; CIAnın belgelerine, emekli ABD ve CIA yetkililerinin anılarına bakmak yeter. Bu ülkelerdeki darbelerin hamur teknesi ve oklavası ABD ve CIAdır. Yerli malı olan sadece tuzu, biberidir. Ambalaj ve servisi medyanın görevidir. Darbenin hazırlık süreci ve yapılanmasında, o ülke medyasında, ABDde eğitim görmüş yazarların türemesi, ABD çıkarlarıyla çelişen yazarların ayıklanması rastlantı mıdır? Afrika, Asya, Latin Amerikaya falan bakmak zorsa, Türkiyeye bakın yeter. Medyada AKP cilacıbaşılığını kimler yapmış; sola saldıranlar kimler? Dün Libyaya, bugün Suriyeye karşı ABD savaş düdüğünü kimler üflüyor? Kimlik bilgilerini araştırın, en sivrilerin ABDde Ortadoğu siyaset ilişkileri üstüne eğitimli olduklarını görürsünüz.
RTE, Milletimizin iradesiyiz dese de, seçilecek hükümeti çoğunluğun belirlediği sadece bir palavra. Bırak, kontrolü altındaki ülkeleri, kontrolü dışındaki 3. Dünya ülkelerinde bile halkın iradesine saygının S si ABDnin lügatinde yer almaz. Kendi piyonu medyayı besler de besler. En taze örneği Venezuela. Her girdiği seçimde halkın ezici çoğunluğunca seçilmiş Chavez, ABDye ve piyonu liberal zibidilere göre diktatör sayılmış, hem de açık ara kazandığı her seçimin hemen ertesinde ABD destekli sivil, asker darbe girişimlerinin hedefi olmuştur. ABD çıkarlarıyla çelişip de askeri ya da sivil darbeye hedef olmamış 3. Dünya ülkesi yoktur. Bunun en çıplak göstergelerinden biri de Türkiyedir. Ülkemizdeki son ABD darbesi, seçimle yapılan AKP Sivil Darbesidir. Darbenin hesapları AKPnin kurulma öncesine dayalıdır. Ordu, bürokrasi ve siyasette ABD güdümlü cemaat güçlendirilmiş, medyaya cemaatten ve sol döküntüsü liberallerden kadro devşirilmiştir. Bu kadrolar, Ortadoğu siyaseti konusunda ABD de eğitim görmüş türeme tiplerle süslenmiştir. Sivil darbeye uygun hale getirilmiş ortamda AKP kurulmuş ve birkaç ay sonra da iktidar olmuştur. Seçim sonuçlarını ABD Sefirinin AKP Genel Merkezinde RTE ile birlikte izlemesi, seçimin aynasıdır.
Darbe yaptık mı diyecekti? Hükümetin demokratik yoldan değiştiği söylemi de, Seçim sonucunu dindar halkın oyu belirledi yorumu gibi palavradır. Dindarlıksa, Erbakanın dindarlığı hem yereldi hem içten! Sivil darbe manipülasyonunda medya çok etkin rol oynamıştır. Sanat çevrelerinin ünlülerinden, profesörlere dek soldan devşirme liberallerin TV ekranlarında, gazetelerde birden bire mantar gibi türediği o günleri bir düşünün! Solun bütün değerleri (en fazla da, askeri darbelerin zulmüne karşı mücadele mirası) liberal deformasyonla AKP sivil darbesine ortam için kullanıldı. Bu sivil darbenin namlusu medyadır. Bugün hükümet eden ve hedefi tek şeflik olan sivil darbe, polis ve askeriyle sadece emekçiye, öğrenciye, memura değil, yandaş medyasıyla da tüm topluma karşı orantısız güç kullanmaktadır. Askeri darbelerde olduğu gibi, yargıdan eğitime en hayati toplumsal kurumlar dinci, gerici ve ABDci tek şefliğin denetimindedir. Büyük medyada demokrasicilik tek kale maç halinde oynanmaktadır. Sistemin, kendiyle uyumsuzluk gösterenleri ayıklaması, ilk dönem destekçilerine dek dayanmıştır. Düşünün ki, AKPnin seçim ve yapılanma sürecinde medyada kullandığı suni tatlandırıcılarına dahi tahammülü yok! Eh, iktidarın medyası, yapısının da aynası!
yarın türkiye komünist partisi üye ve dostlarının ankara'daki "sosyalizm kazacanak!" buluşmasında elbette olacak, komünist şair.
şöyle bir çağrısı var:
"Sosyalizm kazanacak" sözüyle "insanlık kazanacak, yaşam sürecek, insana yaraşır bir dünyamız olacak, zulüm ve sömürü son bulacak" gibi sözler benim inancımda aynı anlamı taşırlar. "Sosyalizm kazanacak" diye haykırmak ilkin bu nedenle benim için çok önemlidir. Sonraysa, tabii ki o sözün gereğini yerine getirmek. Yani gerçekleşmesi uğrunda dövüşmek. Özelde yurdumuzun genelde dünyanın içinde debelendiği zifiri karanlıktan kurtulabilmesinin biricik yolu budur: Sosyalizmin kazanması. Şan olsun sosyalizmin kazanması için yüreğinde kavga kıvılcımı taşıyanlara, 29 Ocak etkinliğine güç verenlere selam olsun!
iki haftada bir çarşamba günlerinde haber sol'da yazan dava adamı. bir tanesini de alıntılayalım hatta.
seni.... che
ünlü şilili şair pablo neruda, anılarında, cheyi son kez, bir gece yarısı, havanada gördüğünü yazıyor. che o günlerde ekonomi ve maliye bakanlığı görevini yürütmektedir. buluşmalarını şöyle anlatıyor: che çizme ve savaş urbaları giymişti. kemerinde tabancalar vardı. giyimi büronun havasına uymuyordu. pek belirli bir arjantinli şivesiyle, açık havada, ovalarda ve iki çobanpüskülü çalısı arasında konuşmaların adamıydı. kısa cümleleri, bir gülümsemeyle sona eriyordu. bakışları, gözlerim ve banka odasının karanlık penceresi arasında gidip geliyordu. kübaya bir kuzey amerika saldırısı olasılığını görüşüyorduk... bolivya dağlarında, en son anına kadar, arka çantasında iki şey taşımış hep. aritmetik defterini ve benim büyük türkü şiir kitabımı... şimdi, o tarihten dört yıl sonra, şiirlerimin ona ölümde arkadaşlık ettiğini düşündükçe titriyorum.
bu satırların yazılışından bir süre sonra ve chenin vuruluşundan altı yıl sonra, şilideki faşist darbe günlerinde, bu kez de neruda yaşamla ölümün kesiştiği noktadan bakıyordu dünyaya. cortazarın değimiyle, bakışları cheninki gibi, teslim olmadan ölenleri anımsatıyordu.
kübalı şair nicolas guillen, kumandan che şiirini, guevaranın vurulduğu haberini aldığında yazmıştı. ekim 1967de: vuruldun fakat / sönmedi yüreklerimizde yaktığın ışık
nicolas guillen, yankısı yüreğine vuran ışıkta parıldayan sözcüklerini, chenin, yaşamla ölümün kesiştiği noktada, yeryüzüne saçtığı kıvılcımlardan toplamıştı: her yerdesin / kızılderililerin bakırdan rüyalarında / dalga dalga isyanında karaderilinin / petrol kuyularındaki, tuzlalardaki ömürde / korkunç çaresizliğinde muz bahçelerinin / kesimhanelere yetiştirilen sürülerin yayıldığı pampada / ve şekerde ve tuzda ve kahvede / öldürüp yok etmek istedilerse de seni / dökülen kanda yaşıyorsun / kumandanımızsın / dostumuz
söylediği her şey gerçekti. aynı gerçeği, fidel castro şu sözlerle niteliyordu:tarihte bir kişinin, bir ismin, bir örneğin, bu kadar kısa bir zamanda ve böylesine güçlü bir tutkuyla evrensel bir nitelik kazanması son derece enderdir. ya da hiç görülmemiştir.
yunanlı şarkıcı, kumandan che guevera diye başlıyordu şarkısına. meksikalı ressam, direniş simgesi olarak chenin ölüme gülümseyişini işliyordu duvara. fransız düşünür sartre,ben bu adamın, yalnızca bir aydın değil, çağımızın en yetkin insanı olduğu kanısındayım diyordu.
filistinli mücahitten perulu gerillaya, kürdistanlı peşmergeden afrikalı özgürlük savaşçısına dek, asturiasın deyimiyle, yeryüzünde kahramanca özveri ruhunun simgesi olmuştu. varlığını, ölümle yaşamın kesiştiği noktaya dek taşımadaki insani hünerinden geliyordu bu. öyle ki, ölüm barajında sönmüyor, kıvılcım olarak tekrar yaşama dönüyordu. üstelik yaşlanmıyordu artık. lorcanın, köpüklerle ışığın öpüşlerini ölümsüz kılan ırmakları; mayakovskinin, inancın örsünde şekil verdiği öfkesi; martinin, çıkarsız halk sevgisiyle büyüttüğü sevinçleri gibi, hep genç kalacak yaşlanmayacaktı. çünkü, politikanın ihtiyatlı gelişme taktikleri ne aldırış etmeyen bir şiir gibi, yaşamını halkın yaşamına kıvılcımlarla yazmıştı. içtenlik, coşku ve cesaretle
kuşkusuz ki, diğer erdemlerinin de yanısıra, chenin varlığına şekil veren erdemleri, sadece bir devrimcinin değil, onuruyla yaşamak isteyen, üretmek ve yaratmak isteyen herkesin taşıması kaçınılmaz olan erdemlerdir. bu duygular yaratan ve üreten insanın bileğitaşlarıdır.
che vurulduğunda, küba devrim konseyi, 8 ekimi kahraman gerilla günü olarak ilan ediyor ve onu ölümsüzleştirmek ve anısını gelecek kuşaklara örnek olarak aktarmak için gerekli olan her şey yapılacaktır kararını alıyordu.
fotoğrafları, direniş simgesi olarak mitinglerde taşınmış, adı baş eğmezliğin simgesi olarak silahlara kazınmış, duygusu halka bağlılığın simgesi olarak şarkılara, şiirlere işlenmiş, anıla geliyor che.
anılmanın başka türleri de var. dallas şapkası yla, teslim olmanın en iğrenç kılıklarına girip yankee emperyalizminin önünde halk düşmanlığı dansı yapanları da anıyor insanlık. anacak. zorbalığın köpürdüğü günlerde, korku ve çıkar hesaplarıyla karanlık mahzenlere saklananları da. dönekleri, teslim olanları, başeğenleri, satılanları da. beş kuruş karşılığında, zorbaya kapıkulu olup, halkına tuzak kuranları da anacak insanlık. köy korucularını, devlet yardakçılarını, ellerine halkın kanı bulaşmış katilleri de. devrimciliği, burjuvazinin güdümünde, içi boş gevezeliğin sınırlarına kilitleyenleri de; faşizmin gerilaya ölüm borusunu öttürenleri de anacak, fakat nefretle.
seni ise che, yeryüzünün kıvılcımlarından topluyor insanlık. şarkılarla, şiirlerle
yürüyorsun
yüreğin, silah ve sözün fırtına ve yediveren gülleri
yürüyorsun, yarıçıplak göğsünü gere gere
durmak yok senin sözlüğünde
selam sana guevara.
bugün tüyap'ta gördüğüm ve arkadaşımın kitabını imzalattığım yazar. kendisi isviçre'de yaşıyormuş kısa bir sohbetimizde söyledi yurt dışında yaşama sebebini türkiye'de kitaplarının yasaklanması olarak söyledi hak vermedimde değil o yüzden konuyu üstelemedim.
kitabı imzalarken "insanın insanca yaşadığı bir dünya dileğiyle..." olarak imzalamıştır.
1995 yılında dyp şişli binası önünde nöbet tutan rüştü erdem isimli polisi, çapraz ateşe alarak öldüren grubun içinde yer alan sibel yalçın'a "selam yoldaş selam sana selam silah elde düşenlere" dizeleriyle başlayan sibel yalçın destanı isimli şiirle selam eden adam.
Toprağın iştahıyla dallardan
kuruyan yaprakları topluyor rüzgar
üşüyen çocukların teniyle kelebekler
sindi solgun çiçeklerin dibine
göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar
tel tel sıyrılıp bulutlardan
göçtü uzaklara
yaz bitti...
Nasıl isterdim, ah yazgımı değiştirmek
öpüşür gibi sessizlikle
su içen bir ceylanın
halka halka dudaklarından
çakılların, yosunların köpükteki nazına doğru
başıboş
akıp gitmek bir derede...
Zift ve kemik arasında sıkışıp
ezilmiş filizin uğultusuyla
taşıdığım ruhumdan utanarak
otları dinliyorum
ne başka sızım olsaydı keşke
ne başka sözüm artık
kaçsam, kaçıp gitsem buralardan
kederi beni daha fazla boğmadan
uzağında bulandığım kırların...
Koynumda özleyişin kusursuz ürpertisi
güvercinlerim
ve ömrüm sıra huylarıma dolaşan
çocukluk günlerimdeki telaş
ah, sadece şiirle yaşasaydım
giziyle düşteki ışıltının
dallara kuşlar ve sincaplar kadar yakın
gülüşleri dolunnay
öpüşleri sarmaşık
güzelimi her sabah
salkım salkım leylaklar
yağmur ve gonca kokusuyla anarak...
En yüce yaratıktı oysa
ateşi ve sevdayı bulurken insan
yazık ki artık
bir kelebeğin titreyişleri kadar olsun
sahici gelmiyor bana
sorsalar, söyleyemem yeniden
hangi şehrin renkleri gökyüzünün dengidir
ya da yolununca gönlündeki sümbülü
küskün öten bülbülün
derdini kim üleşir;
çölden kopan rüzgar bile
ufkunu böylesine onulmaz
böylesine arsızca ağılayan insandan
daha kumsuz daha nar...
Çaresiz dinecek bu çile bir gün
tırnak ve nasır gibi ruhumda katılaşan
bereketsiz bu kalabalıktan
soluyup alacak beni duldasına doruklar
durulaya kurulaya büyütmek için
yeni doğmuş kuzuların sesiyle
toprağını kayalardan emziren hızıyla yaylaların...
Güzelim, serçeler mi taşıdı sana
bahçelerden, çimen çimen
karadut oyası zülüflerini
çiğdem tüten gamzeleri omuzlarına
kırdan mı sardın
yad ellerden esen yelde sevdalın mı var?
Unutma: hiçbir şey yakışmıyor kalbime özlemin kadar.
Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.
Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz.
Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz
değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.
Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.
yılmaz güney'in hapishane yıllarında sanatsal faaliyetlerini pratiğe dökebilen kişi. ayrıca kaliteli bir kişilik olarak söylememizin abartı olmayacağını düşünüyorum.
Sihriydi tutkuların. Şiir bitti!
Solunarak süzülen tılsımı kalmadı gönlün..
Şiir bitti! Kurudu esin çağlayanı umudun
Dindi suların tendeki çılgın uğultusu
Öpüşlerden düşlerin filizleri yolundu
Kimse ağlamıyor özlerken..
Şiir bitti! Uçukladı dudakları sevginin
Bakışlar yapayalnız, yalnızlık çırılçıplak
Gülüşler kuşsuz, kıvılcımsız
Can bitkin, dil tutsak..
Şiir bitti! Bulandı yüreğin özgür sesi
Teslimiyet başıboş
Yiğitlik evcil
Onur sessizce köreldi gözevlerinde
Dişlerin arasında bilendi küfür: paslı, keskin
Oyuncu arsız, seyirci bezgin
Ne dövüş soylu ne seviş
Çığlığı duyulmuyor sevincin..
Şiir bitti! Tozlandı hançeresi sezginin
Susan da ikiyüzlü konuşan da
ihanetin sinmediği giz unutuldu
Yalan doruklarda çığırtkan
Şiir bitti! Bozuldu ışıktan büyüsü duyguların
Korkunun da ucuzları türedi coşkunun da
Erdem sığlaşıp özüne yabancılaştı
Dal kuru, dalga uysal
Herkes her şeyin sahtesine alışkın...
Şiir bitti! Soldu içli sesin beslediği tomurcuk
Alaycı çalgıcılar dökülüyor şarkılardan
Hüzün sürgün, aşk yılışık..
Şiir bitti! Dindi rüzgârı tükenmez gücün
Ağıtlar yetim, türküler öksüz
Zalim yaradana pervasız, mazlum ölümüne çaresiz..
Şiir bitti! Soğudu tezcanlı yüreğin yanardağı
Ne dövüşün külhanı kaldı ne sevişmenin
Suskunluk kanıksandı, kabalık azgın
Ne Dadal'a sadık halk ne Karacaoğlan'a
Sokakta sabrın tiryakisi ruhsuz bir kalabalık..
Tek umut ki - yaşam bitti demeye varmıyor dilim -
O da çocukların sesleri..
ibrahim kaypakkaya' nın mezarını kitaplarının telifiyle yaptırmış, kitap yazarken paraya önem vermediğini, yani siyasi konuları ticaret malzemesi yapmadığını herkese göstermiştir.