yalnız güneş şahitti filminden beri kasıklarımda bu denli ağır bir titretme yaratan bir şeyle
karşılaşmamıştım, gerçi tek kişi yapmaya alıştıktan sonra hafifleyen bir seyir izledi bu heyecan ama aşk, dostluk, vefa, kadirşinaslık üzerine böylesine semantik bir parçayla daha
karşılaşmadığım için yine de fazlasıyla değerlidir, ara ara sesini sonuna kadar açıp merdaneli bir
çamaşır makinasının içine sıkışmış insanlığın var olabildiği mecralarda dik durabildiği tek
alandaki iki kişilik sevgilileri hatırlarım.
ayyyyy "nights in white satin" diye ağzımı geniş geniş açarak minik kız çocuğu sesiyle dayımı
arar ağlarım. "nights" in geceler, "in" in içinde, "white" in de beyaz olduğunu bilir, ama satin in ne demek olduğunu korkumdan soramayıp şofbenle oynarım. sonra ulan acaba nigts de mi yanlış yoksa diye düşünüp ayağıma normalde oturmasına rağmen çekicek kullanarak ayakkabımı giyer evde gezerim.