Şana şöhrete, paraya pula tamah etmemiş kimsenin adamı olmamış, zehir gibi dile, kıvrak zekaya, mangal gibi bir yüreğe sahip insanoğlu. Yeri hala dolmamıştır, keşke kendisiyle tanışma şansım olsaydı dediğim nadir insanlardan.
Devr-i istibdadda söz söylemek memnu idi.
Söyler isen ağlatırlardı ananı.
Şimdi devr-i hürriyetteyiz, kaide değişti.
Önce söyletirler, sonra ağlatırlar ananı.
şu taşlamanın atfedildiği kişilerden biri. diğeri de eşref.
Üstat maddi olarak çok zor durumda kalmış. Bunu öğrenen varlıklı bir dostu yardım kabul etmediğini iyi bildiği neyzen'in yolunu gözlemiş. Neyzen geçtikten sonra cebinden elli liralık bir banknot çıkartarak arkasından koşup Yetişmiş.
- üstadım az önce yanımdan geçerken bu parayı yere düşürdünüz.
Bir paraya bir de dostuna bakan neyzen parayı yavaşça cebine koyduktan sonra.
+ üzülmeyin sevgili dostum o yere düşen benim param değil sizin altın kalbinizdir.
"Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler
Künyeni almak için, partiye ettim telefon;
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!"
Neyzen Tevfik, Osmanlı'nın çöküş yıllarında nazırların (bakanların) kötü huy ve soylarını hicvettiği için defalarca Saray'a jurnallendi, tutuklandı, takip edildi, bir süre ülkesini terk etmek zorunda bile kaldı.. Örneğin, 1908 yılında bir tiyatro temsilinin yasaklanmasını hiciv yoluyla protesto etmesi de tutuklanma nedenlerinden biriydi...
Neyzen Tevfik, çok içki de içti, çok dağıttığı da oldu ömrü hayatı boyunca. Hatta, Bakırköy Akıl Hastanesi'ne de yattı ama her dönem yazdı, ney üfledi ve üfledikçe ağlattı. Bir filmde rol de aldı, plaklar da yaptı, çokça besteler de üretti. Ve 1953 yılının bir Ocak günü öldüğünde, mezarı başında çoğu öğrencileri olan neyzenler, ellerindeki aleti hüzün ve gözyaşı içinde üflerken, Alman Dresden Radyosu'nda ünlü besteci Kurt Strigler'in onun için bestelediği bir eser çalınıyordu...
Kendini de anlattığı bir şarkının sözleri :
"Gitti gelmez gönül virane kaldı
Ne sabra mecal ne takat kaldı
Yadınla teselli bahane kaldı
Üç beş gün ömür var, daha ne kaldı
Gitti gelmez gönül virane kaldı..
Bana Bekri diyorlar, mestim ezelden
Badeyi doldurup verin tez elden
Anlamam kadından, kızdan, güzelden
Talihime bakar bakar ağlarım.."
"Geldikleri gibi gitmediler;
kimi itini bıraktı, kimi bitini.
Kimi de piçini bıraktı!..
Yoksa bu kadar şerefsizin...
bizden olması mümkün değil!"
bir ülkenin işgaline sadece... orospular... ve onları pazarlayan...
dümbükleri ve hacanaları sevinir...
işgalcilerin kaybedip gitmesine de bir tek onlar üzülür...
çünkü gelirleri azalır...
not: aklıma nerden geldiyse..."keşke yunan kaybetmeseydi" cümlesi geldi...
neyzen tevfik’i ucundan kıyısından bu coğrafyada, hatta çevre coğrafyalardaki komşulara varıncaya kadar herkes tanır; kimi küfürlerini, kimi serkeş hayatını, kimi içkiye düşkünlüğünü, kimi nüktelerini, kimi dörtlüklerini, kimi felsefesini, kimi hikayelerini...
“takvimler 24 mart 1979’u gösterir, neyzen tevfik’in 100. doğum yılı. ptt bu vesileyle hatıra pulu çıkarır, trt’de çeşitli programlar hazırlanıp yayınlanır, unesco’nun kararı üzerine türk diyojen’i (neyzen) bütün dünyada çeşitli törenlerle anılır...” özetle, baskısı olmamasına rağmen nadir kitap ve sahaflardan bulma ihtimaliniz var, kitaplığınızda olmazsa olmaz eserlerden biridir, neyzen’i aslında hiç tanımadığımızı, onun halkında duyduklarımızın güneşin saçıntısı birkaç ışın olduğunu anlayacaksınız...
mahzar osman’ın bilindik bir anısı vardır,
-elindeki ne neyzen?
-rakı.
-hani söz vermiştin, içmeyecektin. hem de kiloluk, utanmıyor musun? dök onu hemen!
-dökemem doktor.
-neden?
-yarı parasını ibrahim verdi doktor, yarısı onun.
-o halde yarısını dök.
-dökemem doktor.
-neden?
-alttaki benim...
efsanesinin diğer kahramanı ibrahim çallı’nın da devrim büyük ressamlarından birisi olduğunu hatırlamak gerek.
neyzen “kırk hovardası olan bir orospuyum” derken tam da bunu anlatmak istemişti, o devrinin en yüksek makamlarındaki siyasilerinden, en ünlü sanatçılarına kadar, en fukarasından esrarcısına kadar hepsiyle dostluk kurmuş bir entelektüeldir.
Ömrü meyhane masaları ile tımarhane duvarları arasında geçmiş, delilik ve velilik arasındaki çizginin müdavimi bir hiç.
mezarı benim hanımın aile apartmanına çok yakın, kartal sahil yolunda bir üst sokakta.
çok gitmem, ama ne zaman gitsem üstadı da ziyaret ederim.
sağlığında tanıyamamış olmak bizim için kayıp.
gerisini bilmem de mekanı cennet olsun.