neler yapmadık bu vatan için

    16.
  1. 7.
  2. vatan için adlı orhan veli şiirinde geçer,

    "neler yapmadık şu vatan için!
    kimimiz öldük;
    kimimiz nutuk söyledik."
    6 ...
  3. 18.
  4. Tek yumrum olamadık .. Bölündük her kez ayrı bir tarafa gitti sonuç köprüden son çıkış kaçırdık şuan istemediğimiz bir iktadarda yaşamaya mecbur ettik kendimizi .. Biz burda türbanlı kız rock dinlermi diye tartışırken .. onlar çoktan yola çıkıp başa geçtiler.. biz hala düşünelim nasıl oldu diye ...
    4 ...
  5. 29.
  6. kimimiz öldük,
    kimimiz nutuk söyledik.
    3 ...
  7. 123.
  8. 2000-2008, 50-60 yıllık bir uzaklıktaydı. Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal vardı.
    "41 buçuk", "Dolmuş", "Tef" dergilerinde ve Vatan gazetesinde ilhan Selçuk.
    "Hayat" ve "Life" dergileriyle Galatasaray'daki stüdyosunda Ara Güler.
    ***
    Ankara'da "Kürdün Meyhanesi", "Şükran Lokantası", "Karpiç" vardı.
    "Kürdün Meyhanesi ve Şükran Lokantası"nda Orhan Veli vardı, Cahit Sıtkı vardı, Ahmet Muhip vardı, Melih Cevdet vardı, Şahap Sıtkı vardı, Suphi Taşhan vardı.
    ***
    Sonradan bacağından asılan Mussolini'nin 1930'da italyan Ceza Yasası'na oturttuğu balyozlu maddeler, yalan yanlış bir çeviriyle Türk Ceza Yasası'na hemen kopya edilmişti.
    ***
    Şairleri, yazı adamlarını, ressamları, müzisyenleri, sahne sanatçılarını; tepesine bağdaş kurmuş oldukları ülkeleri dünyaya karşı dikenleri zehirli tellerle kapatmış olan siyasetçiler; içeride sürdürdükleri fanfinfon politikalarının propaganda aracı olarak görmek isterlerdi.
    ***
    Cezaevlerinde Ruhi Su'lar, Nuri iyem'ler, Hasan izzet'ler, Ulvi Uraz'lar, Selçuk Uraz'lar vardı.
    ***
    Gönülleriyle beyinlerinin geniş teraslarından, çağdaş dünyaya bakan ve mutluluğu kalemlerinin, "yazı" lezzetiyle buluşmasında tadan yazarlar vardı.
    Ezen ve sömüren egemen sınıflara karşı ezilen ve sömürülen sınıfların çıkamayan seslerini, orkestralaştıran sanatçılar vardı.
    ***
    Maçka'da Sabahattin Eyüboğlu vardı.
    Yeşiltulumba'da Orhan Kemal vardı.
    Beyoğlu'nda Nuhun Gemisi vardı.
    Nuhun Gemisi'nde Turhan Selçuk vardı, Ferruh Doğan vardı, Eflatun Nuri vardı.
    ***
    Küçük Sahne'nin altındaki "Kulis"te Yaşar Kemal vardı, Şakir Eczacıbaşı vardı, Sadri Alışık vardı, Benli Belkıs vardı, barmen Hakkı vardı.
    Moda'da ilhan Selçuk vardı.
    ***
    Bizlerin arasında, buzlanmış beyinleri çok aşan ortak bir dil vardı.
    ***
    Fındıklı'nın üstünde CHP milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu'nun evinde Cemil Sait Barlas'la oturuyorduk. Cemil Sait, 16 yaşındaki oğlu Mehmet Barlas'ı da getirmişti.
    ***
    Ara Güler'in fotoğraflarıyla, istanbul'u bambaşka bir objektiften gösteren "Al işte istanbul" çalışmaları vardı.
    ***
    Yeni açılmış Divan Oteli'nin amerikanbarında her akşam Doğan Nadi vardı, Yaşar Kemal vardı, bendeniz vardım.
    ***
    Basınköy'de Yaşar Kemal vardı, Orhan Kemal vardı, M. Uykusuz vardı, Yalçın Çetin vardı.
    Her sabah ilhan Selçuk'la en az 1 saat süren telefon konuşmaları vardı.
    Kitaplarımız vardı, tiyatro oyunlarımız vardı, gözaltılarımız ve cezaevlerimiz vardı.
    Tilda vardı, Handan vardı, Kerime'cik vardı.
    ***
    1 ay sonra evliliklerinin 40'ıncı yılını kutlayacak olan Canan Barlas ile Mehmet Barlas'ın nikâh törenleri vardı.
    Nikâh töreninde Canan Barlas ile Mehmet Barlas'ın birer de şahidi vardı; ilhan Selçuk ve bendeniz...
    ***
    Bizlerle sıkı sıkıya dostluk eden ünlü siyasetçiler, militerler, hatta cumhurbaşkanları da vardı.
    Ama kelepçeler, gardiyanlar, Kemikkıran Arif'ler, Hamido'lar da vardı.
    ***
    Pazar akşamı Canan Barlas'la Mehmet Barlas'ın evinde bizler için 50-60 yıllık bir geçmişe doğru akan bir anılar ırmağı vardı.
    Birbiriyle buluşmanın sürprizli sofrasında Yaşar Kemal vardı, Ara Güler vardı, ilhan Selçuk vardı. Bizden sonraki kuşaktan, yine demirparmaklıklar imbiğinden geçmiş Ali Sirmen vardı.
    O ırmağın içinden geçerek, şimdi artık 55'ine basmış olan Mehmet Altan vardı.
    ***
    Türkiye'nin iç çalkantılarını çok aşan bir küreselleşmenin motorları hızla çalışıyordu.
    Modern teknolojinin yarattığı yeni üretim füzelenmeleriyle, işçi sınıfının bedensel enerjisini sömürme dönemleri hızla aşılıyor ve sürekli yenilenip artarak yaygınlaşan üretimin, pazarlarını genişletmek gerekiyordu.
    ***
    Yeryüzünde 4 milyar yoksul insan yaşıyordu. Onların yoksulluğunun baş nedeni, tepelerindeki "yönetim saltanatı" düşkünleriyle kavgacılarının, saçma sapan savurganlıklarıyla silah alımlarına ödedikleri yüz milyarlarca dolardı.
    ***
    Bireyi ezen oligarşik devlet silindirlerine karşı, "insan hakları"nın evrensel kriterleri çıkıyordu ön plana ve "burjuva enternasyonalizmi"; "uzay çağı" ile önü açılan modern teknolojinin sınır tanımaz gücü sayesinde "yer" küresi üstündeki köylülüğü dönüştürme seferberliğine girişiyordu.
    ***
    Canan Barlas'la Mehmet Barlas'ın evindeki Pazar gecesinde bu tür konulara hiç girmedik...
    Bu tür konuların dahi çok üstündeydi bizlerin, ömür takvimlerimizin boy aynalarında, birbirine karışarak yansımış olan hayatlarımız.
    ***
    Bir gün olsun birbirimizi kırmamıştık. Birlikte, gece yarıları kahkahalarla gülerek daha uzağa işeme yarışları da yapmıştık; cezaevleri ranzalarında birlikte uyumuştuk da...
    Paris'te de uzun süre birlikte bulunduğumuz olmuştu, isveç'te de...
    ***
    Pazar gecesi de, azalan takvim yapraklarına hiç aldırmadan; konuştuk, dalga geçtik, birbirimizin albümlerini döktük masaya...
    Sonra da birbirimizle yine sarmaş dolaş olarak ayrıldık ve silinip gittik gece istanbul'unun uzayan yollarında...

    çetin altan
    2 ...
  9. 19.
  10. ''atatürk'ten sonra neler yaptık?'' sorusunu akıllara getiren cümle.
    2 ...
  11. 17.
  12. kimimiz nutuk soyledik,
    kimimiz olduk...
    2 ...
  13. 53.
  14. Geçmiş bayramlara da, gelecek bayramlara da; daha ilkokullardayken takılmak istenen "at gözlükleri" yerine, "evrensel gözlüklerle" bakıldığında; nerelerde "havanda su dövüldüğü" de anlaşılır, nerelerde -uzay çağı ile küçümenleşen dünyada- taptaze adımların nasıl atıldığı da...
    * * *
    istanbul'da bayramı, değişik bir şekerleme gibi tatlandırmak isteyince; hava sümbülî olsa bile, gidip Çubuklu'da "Hidivin korusunda" anıtsal ağaçlarla, bakımlı bahçeler ortamında demli bir çay içmek ve o canım Boğaz'a tepelerden bakmak, yeter de artar bile...
    * * *
    Mısır'ın son Hidiv'i Abbas Hilmi Paşa'nın, Kanlıca ile Beykoz arasında Boğaz tepelerini kaplayan koruların doruğundaki kâşenesi...
    * * *
    isterseniz çay içerken, II. Mahmut dönemindeki buruk şeker bayramlarına kadar da uzanabilir ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın, 30'uncu Osmanlı padişahına nasıl baş kaldırıp, kendisini Nizip'te nasıl yendiğini de düşünebilirsiniz.
    isterseniz dünkü Milliyet'in manşetini de bir kez daha hatırlayabilirsiniz:
    "Gabar şehidi Mehmet ve ailesi için 'yoksul' kelimesi yetersiz kalır
    Bir tek canı vardı, onu verdi
    işte Mehmet Coşkun'un hayatı: 9 yaşında oto tamircisi, 10'unda ayakkabı boyacısı, 11'inde simitçi, 13'ünde yetim, 14'ünde hamal, 20'sinde şehit... Açlık, yoksulluk... "
    * * *
    Şimdi dostlar ola ki soracaklardır:
    - Bayramın tadı böyle mi çıkar?
    Havanda nasıl su dövüldüğünü irdelemek, tadını kaçırmaz bayramların. Tadı kaçmaya başlayan bayramların "tadını", kaçtığı yerde bulmaya başlar.
    * * *
    Enseyi karartmayın; Genel Cerrahi Uzmanı Başhekim Op. Dr. Kemal Memişoğlu'ndan bir fıkra işte...
    Hoş, Kemal Memişoğlu'yla tanışmamız da ayrı bir fıkra ya...
    * * *
    Evrensel değerlerimizden Gazi Yaşargil, meslektaşı ve dostu Uğur Türe ile bendenize lütfedip, sanatsal düzeyde birkaç eser göndermiş, Türe de bana telefonla, nasıl buluşabileceğimizi sormuştu.
    Her sabah beyin ameliyatlarına giren Uğur Türe'yi, zora sokmak istemediğim için:
    - Ben gelir sizi bulurum, demiştim.
    * * *
    Ne çare ki, Uğur Türe'yi kendi hastanesinde bulmak yerine, yanlışlıkla hemen yakınındaki başka bir hastanede bulmaya gitmiştim.
    Ve garip bir rastlantı, orada da Op. Dr. bir Uğur Bey vardı.
    * * *
    Böyle bir adres sakarlığı sonucu, genç mi genç Başhekim Kemal Memişoğlu ile tanışmıştık.
    Memişoğlu, her zaman rastlanmayan türden, tıp dünyasıyla da şakalaşmasını bilen esprili bir hekimdi.
    * * *
    Ben, bir cerrah ile bir pataloğun matrak bir diyaloğu ile başlayan "Mor Defter" oyunundan söz açmıştım.
    Patalog, en sağlam teşhisi kendisinin koyduğunu söylüyor; cerrah, bir ölüye konan teşhisin hiçbir işe yaramayacağında ısrar edince de:
    - Senin, diyordu; teşhisi yanlış koyup, adamı öldürmen ne işe yarıyor sanki?
    * * *
    Kemal Memişoğlu da şen şakrak, başka bir cerrah fıkrası anlatmıştı:
    Bir dahiliyeci, bir cerrah, bir patalog ava çıkmışlardı.
    Dahiliyeci bir kuşun havalandığını gördüğünde, tüfeğiyle nişan almak yerine karar vermeye çalışıyordu:
    - Acaba avlanacak türden bir kuş mu, eti yenecek cinsten mi; keklik de olabilir, karga da; kesinlikle serçe değil ama, bıldırcın olduğunu da sanmıyorum; belki de sığırtmaç...
    * * *
    Cerrah ise kuşu görür görmez ateş ediyor ve şöyle diyordu:
    - Ne vurduğumu gidip patalog saptasın.
    * * *
    Memişoğlu'nun fıkrasında cerrah, politikacıya; patalog da, tarihçiye benziyordu.
    * * *
    Şimdiye kadar yaşadığımız Şeker Bayramları...
    Türkiye'den de, dünyadan da habersiz yaşadıklarımız; uydular döneminden sonra TV ekranlarından gördüklerimizle yaşadıklarımız...
    Buruk olanı, buruk olmayana...
    * * *
    Evrensel bir gözlükle bakıldığında ise; o kadar değişik görünüyor ki her şey...
    insan, hem son Hidiv Abbas Hilmi Paşa'nın hayatını da düşünüyor, hem Gabar şehidi Mehmet Coşkun'un da hayatını...
    O zaman da daha iyi görüyor, "burukluk"ların nerelerden tohumlandığını.
    * * *
    Beyinlerin buzlanmışlığı yeterince çözülebilse; bayramların tadı sık sık kaçmaz, kaçan tatlar da geri dönerdi.
    * * *
    "Yönetim saltanatı" didişmelerinden, "üretim saltanatı" bütünleşmelerine doğru, nice nice bayramlara...

    cetin altan
    2 ...
  15. 116.
  16. Televizyonların "haber saatleri"ndeki doludizgin görüntü akışlarını; eğlenceli olarak değerlendirmelerden biri de, ekranların sesini iyice kısmak.
    Gerek yerel, gerek küresel "başrol kahramanları"; Şarlo'nun, sessiz sinema dönemlerinde çevirmiş olduğu filmlere benziyorlar.
    * * *
    Yana doğru açılan eller, öne doğru uzanan parmaklar, ileri doğru kalkan kollar...
    * * *
    Çocuklar için kutular içinde satılan oyuncaklar vardır. Kutuların birinden kapıları, pencereleri, iç bölmeleriyle önce kurulacak bir evin parçacıkları çıkar.
    Öteki kutudan da, evin içine yerleştirilecek eşya; minik koltuklar, masalar, karyolalar, mutfak avadanlığı...
    * * *
    Siyasetçiler; önce bir ev kurup, sonra da içini yerleştirmeye olanak sağlayan oyuncaklarla oynamaya dalmış çocuklara benziyorlar biraz da.
    Sadece oyuncakları; çeşit çeşit ülkeler, bazılarınınki de dünya boyutunda.
    * * *
    Aynı oyuncaklarla oynamak ve onları kendilerine göre yerleştirmek isteyen başka çocuklar da var.
    Ne çare ki ülke boyutundaki oyuncak 1 tane.
    Hadi söve saya, tekme tokat bir kavga.
    * * *
    Gelelim siyasetçilerin çok büyük boyutlu oyuncakları içinde yaşayan milyonlarla milyarlara...
    * * *
    Bilim adamlarının oyuncakları bambaşka.
    Bir de bakıyorsunuz uydular gitmiş uzaya ve izlenir olmuş evlerden "yer"yüzünde olup bitenler.
    * * *
    Sanatçıların oyuncakları ise, DOĞA ve iNSAN arasındaki görünmez tülbentlerden süzülüyor.
    Şairler, üreme tılsımının saklı olduğunu "aşkı" ve engellenmiş aşkların acılarını yazıyorlar; yoksulluğu yazıyorlar, kimsesizliği yazıyorlar, ölümü yazıyorlar.
    * * *
    Müzisyenler, unutulmaz seslere dönüştürüyor iNSAN'a ait hem acılı, hem "zamanı unutma" özlemlerine uzanan titreşimleri.
    * * *
    Ressamlarla heykelcilerin de oyuncakları; siyasetçi oyuncaklarının çok dışında.
    * * *
    Eski bir efsane vardır.
    20 yaşında tahta çıkmış bir şah, ülkesindeki bilge kişileri toplayarak:
    - Gidin, demiş; bana dünya tarihini yazın. Ülkemi iyi yönetmek için öğrenmek istiyorum dünya tarihini.
    Bilge kişiler:
    - Emredersiniz şahım, demişler ve çekilip gitmişler.
    * * *
    Aradan geçmiş 30 yıl. Şah gelmiş 50 yaşına.
    Bilge kişiler, 10 deve yükü kitapla kapısına dayanmışlar sarayın.
    * * *
    Şah, 10 deve yükü kitabı görünce:
    - Bunların tümünü okumaya benim artık vaktim yok, demiş; gidin biraz daha özetleyerek gelin şu dünya tarihini.
    Bilge kişiler:
    - Emredersiniz, diyerek geri dönmüşler.
    * * *
    Aradan geçmiş 10 yıl, şah gelmiş 60 yaşına.
    Bilge kişiler bu kez, 2 deve yüklü kitapla dönmüşler geri.
    * * *
    Şah:
    - Bu kadar kitabı okumaya da vaktim kalmadı, demiş. Gidin biraz daha kısaltın şu dünya tarihini.
    Bilge kişiler geri dönmüşler yine.
    * * *
    Şah, artık ölüm yatağındayken, bir eşeğin üstünde bir kocaman kitapla dönmüş saraya bilgilerden biri ve şah yarım açık gözlerle koskocaman kitabı görünce:
    - Bunu da okumaya vakit kalmadı, demiş; hiç değilse ağızdan özetle bana şu dünya tarihini.
    * * *
    Bilge, şahın kulağına eğilmiş ve özetlemiş dünya tarihini:
    - Doğdular, acı çektiler ve öldüler.
    * * *
    Birkaç tane de kıvrak söz:
    Yolsuzlukla yozlaşmanın en beteri; yasaları çiğnemeye değil, onları bizzat yapmaya kalkmaktır.
    * * *
    Siyasetçilere karşı yapılan övgüler, repoya yatırılan paraya benzer; faiziyle geri dönmesi için.
    * * *
    iki tane de bizim Av. Taner Aktop'un derlediklerinden:
    Yeniçeriler niçin kazan kaldırmışlar?
    O tarihlerde halter olmadığı için.
    * * *
    Duvardaki barometrenin düşmesi neyi gösterir?
    Çivisinin iyi çakılmadığını.
    * * *
    Ahmet Cemal'den bir şiirle bitirelim yazıyı:
    Uyarı
    Bir kadeh daha varma üzerime, ne olur!
    Duvarlarım dolu dizgine yıkıldı yıkılacak.
    Ben, uzatmalı yalnızlıkların gece bekçisiyim.

    çetin altan
    2 ...
  17. 135.
  18. ilk cemrenin "hava"ya düşme arifesinde, birdenbire ya beyaz, ya pembe çiçeklerle donanıveren badem ağaçları...
    Her yıl beyazla pembe gelinliklerine, daha şubatta bürünüveren badem ağaçları; hem mutluluğun müjdesi, hem müjdenin mutluluğudur.
    Kışın artık bitmekte olduğunun, fısıltılı bir duyurusudur o gelinlikler.
    ***
    Türban tartışmalarına karışan Sevr ve Lozan tartışmaları; Sevr ve Lozan tartışmalarına karışan, barajlardaki su azlığı sorunu; barajlardaki su azlığı sorununa karışan, tersanelerdeki işçi ölümleri vurdumduymazlığı.
    ***
    Türkiye'nin, sisli puslu bir görünmezlik arkasında bırakılmış gerçek metabolizmasını, kim ne kadar biliyor ki?
    ***
    Geçen akşam, tahtından da vazgeçtikten sonra, kendisine hançerlerle saldıran Kabakçı Mustafa tayfasına karşı, varlığını elindeki neyle savunmaya çalışan III. Selim'in, alaturka bestelerini dinlemeye heveslenmiştik.
    ***
    Nasıl olduysa oldu, hiç farkında olmadığımız bir CD geçti elimize.
    Avusturya'da, "Zappel müzik kuruluşu"nun gerçekleştirdiği müzik CD'leri arasında; bir de Hüseyin Oktay'ın derleyip toparlamış olduğu "Osmanlı Saray Müziği" vardı.
    Tanzimat dönemindeki padişah ve sultanların, çoksesli orkestralar için yapmış oldukları besteleri; "Henschel Kuarteti" piyanist Vedat Kosal'ın eşliğinde peş peşe çalıyordu.
    ***
    "Osmanlı Saray Müziği" CD'sinin içindeki küçük albümde Arsal Soley, kompozitör sultanlar hakkında şu çarpıcı bilgileri veriyordu:
    1- V. Murad'ın torunu ve Şehzade Selahaddin Efendi'nin oğlu Ahmed Nihad Efendi'nin, piyano için birçok bestesi arasında CD'deki parçası "Çiçekli Bir Fidan" adlı "Mazurka"sı...
    ***
    2- Şehzade Mahmut Necmeddin Efendi'nin CD'deki 2 eseri "Vatan-Polka" ve "Yaşasın Özgürlük".
    ***
    3- II. Abdülhamit'in oğlu Şehzade Mehmed Burhaneddin Efendi, Osmanlı hanedanının en iyi piyanisti olarak kabul edilmişti.
    Avrupa ve ABD'de verdiği konserler; oralarda da piyano ve çello virtüözü olarak tanınmasını sağladı. ABD'de, kendisinin plak kayıtları da yapılmıştı.
    Burhaneddin Efendi, ayrıca iyi bir ressamdı da; tabloları Avrupa'nın ünlü galerilerinde sergilenirdi.
    CD'deki bestesi "Marş-ı Ali".
    ***
    4- V. Murat'ın büyük kızı Hatice Sultan da bir kompozitördü. "Osmanlı Saray Müziği" CD'sinde yer alan "Vals"i babası için bestelemişti.
    ***
    5- II. Abdülhamit'in kızı Ayşe Sultan da, hem bir müzisyen, hem bir ressam, hem bir kompozitördü. Çok iyi piyano, arp ve keman çalardı.
    CD'deki parçanın adı, "Majesteleri Halife II. Abdülmecit Han Marşı".
    ***
    6- V. Murat'ın kızı ve Hatice Sultan'ın kardeşi Fehime Sultan da, iyi bir piyanistti, birçok da bestesi vardı.
    CD'deki parçası "Meşrutiyet Galopu".
    ***
    7- Sultan Abdülaziz de bir müzisyendi. Piyano ve ney çalardı. Orkestralar için besteleri de vardı.
    CD'ye alınmış parçasının adı "Valse Davet".
    ***
    8- Sultan V. Murat... "Ben bir padişah değil, bir müzisyenim" diyen V. Sultan Murat...
    Kendisinin 488 piyano parçasını, genç yaşta hayata veda eden piyanist Vedat Kosal arşivlemiş.
    "Osmanlı Saray Müziği" CD'sinde tam 11 bestesi var.
    ***
    Arsal Soley, CD'deki besteci sultanları 3 ana grupta topluyor:
    1- Padişahlar; Abdülaziz, V. Murat.
    ***
    2- Padişah kızlar; Ayşe Sultan, Hatice Sultan, Fehime Sultan.
    ***
    3- Padişah oğulları; Şehzade Mehmet Burhaneddin Efendi, Şehzade Mahmut Necmeddin Efendi, Şehzade Ahmed Nihad Efendi.
    ***
    Ta III. Ahmet'ten bu yana, neredeyse 300 yıla yakın bir süredir; Batı tipi bir çağdaşlaşma çabaları içindeyiz.
    Ne var ki, ekonomik altyapıyı değiştirmeden; köylü ağırlıklı ilkel bir tarım üretimiyle burjuvalaşılamayacağının farkına hiç varılamadı.
    Ve tüm Batılılaşma özeni, salt "imaj"dan ibaret, bir burjuva taklitçiliğinden ibaret kaldı.
    "Üretim saltanatı", "siyasal egemenlik saltanatı"nın üstüne çıkamadı.
    ***
    173 ülke arasında, "bireylerin yaşam kalitesi" kriterlerine göre, 95'inci sıradayken; ikide birde AB üyesi ülkelere haddini bildirmeye kalkmamız da, "psiko-sosyolojik" ayrı bir vak'a...
    ***
    "Onlar-biz" ayrımıyla, 21. yüzyıl küreselleşmesinin dışında kalmak yahut kalmamak...
    Hazine'den geçinmeli "mevki sahipleri"nden bir bölümü; "iç düşmanlar-dış düşmanlar" kükremesiyle yeğleyebilirler, "gizli bir iç sömürge" görünümü de çizen bir kümesin tepesinde, horozluklarını sürdürmeyi.
    ***
    Bir Köyceğiz gecesinde, şöminenin karşısında kompozitör sultanların bestelerini dinlemek de, çok şeyler düşündürüyor bazen insana...
    Politik ihtiraslar nedeniyle, aralarında hakları yenenler de çok mu oldu acaba?
    ***
    Türkiye'nin sisli puslu bir görünmezlik arkasında bırakılmış gerçek metabolizmasını, kim ne kadar biliyor ki?

    çetin altan
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük