neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri0
    151.
  1. Bütün eski fotoğrafları yırtıp attım diyordu bir hanımefendi...

    Elbet de yer küresi üstünde hayat, ne bugün doğan bebekle başlıyor, ne bugün ömür takviminin son yaprağını koparmış bir insanoğluyla bitiyor.
    Ama bugün doğan bebek için hayat bugün başlıyor ve ömür parantezini kapatan insanoğlu için de bugün bitiyor.

    * * *
    Boğaz kıyılarındaki bir lokalde, şenlikli bir gece...
    Sağ yanımda Yıldız Kenter oturuyor.
    Yıldız Kenter'i ilk gördüğümde, Ankara Konservatuvarı'nın tiyatro bölümünde son sınıf öğrencisiydi.
    O tarihlerde Ankara'ya 'Comédie Française' sanatçılarından küçük bir grup gelmişti. Bendeniz de onları, istekleri üstüne konservatuvara götürmüştüm ve Yıldız, okul sahnesinde bir mim gösterisi yapmıştı.
    Grupta bulunan Paris'in ünlü aktrislerinden Michel Alfa, omzuma dokunmuş:
    - Bu kıza dikkat edin, çok büyük bir yıldız olacak, demişti.

    * * *
    Yıldız'ın babası Naci Bey de, Londra'da genç bir diplomatken; âşık olup evlendiği bir ingiliz balerini nedeniyle -bir yabancıyla evlendiği için- diplomatlık kariyerinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
    * * *
    Bazı sabahlar Ulus gazetesine yürüyerek giderken, Ankara Postanesi’nin karşısındaki Kürdün Meyhanesi önünde Naci Bey'le karşılaşırdım.
    Ve birlikte beklerdik meyhanenin açılmasını, ilk kadehleri tokuşturmak için.
    * * *
    Yıldız Kenter yanımda oturuyordu. Boğaz gecesine ışıklar vuruyordu.
    Bir hanımefendi:
    - Bütün eski fotoğrafları yırttım attım, diyordu.
    * * *
    Bütün eski fotoğraflar, ömrümüzün bitirilmiş günlerini gösterir; kaybolmuş hayatımızın mezar taşıdır hepsi. Sadece sonuncusunu göremeyiz.
    * * *
    Köyceğiz Gölü'nün kıyılarındaki Ölemez Dağı'nda; 2300 yıl öncesine ait antik bir tiyatronun kalıntıları var.
    Bir büyük kavis halinde kat kat aşağılara inen taştan izleyici yerlerine bakarken; aklıma hep aynı soru takılır:
    - Acaba Sofokles'in eserleri de oynadı mı burada?
    * * *
    Ömrümüzün eski fotoğrafları ve Sofokles...
    Ne var ki Sofokles'in eserleri eski bir fotoğraf değil; doğanları ve ölenleriyle iNSANLIĞIN canlı heykeli...
    * * *
    Yıldız'a:
    - insanlar, dedim; günlük hayatta çeşitli rollere bürünürler. insanın gerçeğini tiyatrolar sergiler.
    Ve bir şey daha dedim:
    - Beynimizdeki süper ego sansürünü gevşeten şarap içilmiyorsa; kendi gerçeklerimizle, günlük hayatta rol yapan krallarımızın da, kahramanlarımızın da gizlenmiş zaaf ve hergelelikleriyle yüz yüze gelmeyi istemez ve tiyatrodan yoksun yaşamaya doğru kırarız dümeni.
    * * *
    Bir Afgan şahı, görmek ister mi tiyatroda bir şahın nasıl mastürbasyon yaptığını?
    * * *
    Gelişmiş ve bir türlü gelişmişliğe terfi edememiş yöreler...
    Birincilerde hiç tiyatroya gitmemiş kimse var mıdır; ya ikincilerde?..
    * * *
    Bir de gelişmiş kesimdeki oynanmış piyeslere bakmalı...
    Molière'in, bir papazın sahtekârlığını yazıp oynadığı 1660'lı yıllarda; Avcı 4. Mehmet Padişahtı istanbul'da.
    Molière, bir Osmanlı olsaydı da istanbul'da, bir Hoca'nın sahtekârlığını yazıp oynamaya kalksaydı; imkânı mı vardı?
    * * *
    O yıllarda Fransa tahtında oturan 14. Louis ise, bol bol şarap içer, dans etmeye bayılır ve koyu bir Katolik olan annesinin hışmına karşı Molière'i hem kollar, hem piyeslerine olan hayranlığını esirgemezdi kendisinden.
    Molière öldüğünde, kilise cenaze töreni yapmayı reddettiği için; 14. Louis geceleyin gömdürmüştü Molière'i.
    * * *
    Boğaz kıyılarındaki eğlenceli toplantıda, dostlardan bazılarının babaları da, sıcak dostlarımdı bendenizin.
    Onlarla da evlerde, lokantalarda buluştuğumuz çok olmuştu.
    * * *
    Kaybolmuş dostları düşünmek de, eski fotoğraflara bakmak gibi, hüzün veriyor insana...
    Yıldız:
    - Acaba babam da, görüyor mu bizi şimdi, dedi.
    - Görüyor, dedim; nasıl olsa bir gün yine hep buluşacağız.
    Gözlerimiz karşılaştı, kırık bir gülücükle.
    * * *
    Politikanın gündemi:
    - Şimdi ne olacak, ne olmayacak; acaba kim bastı düğmeye, niye bastı?
    - ...
    - Ekonomik bir kriz kapıda mı, değil mi?
    * * *
    Ay aman yahu... Boğazın sularına doğru kaydı bakışlarım ve elim de şarap kadehine doğru uzandı.
    Sulara vuran ışıklar, Yahya Kemal'in mısralarıyla oynaşıyor gibiydi:
    Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde
    Ve:
    Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç

    çetin altan
    0 ...
  2. 152.
  3. 'Atıp' tutma politikacılığı, atıp atıp tutamamaya dönüştükçe



    Siyasal coğrafyadan bakılınca, yer küresindeki karalarla adalar, 200 devlete bölünmüş.
    Başka bir açıdan bakıldığında, dünya nüfusu sadece 2’ye bölünmüş; 4 milyarı yoksul ve köylü, 2.5 milyarı da -kademeli olarak- hayatın tadını paylaşan burjuvazi.

    Yoksulu bol ülkelerde politikanın getirisi çok büyük ve hazineden yapılan harcamaların da şeffaflığı hiç yok.
    * * *
    Buna karşılık yoksul yığınlara:
    - Şöyle yiğitsiniz, böyle kahramansınız, atalarınız şanlı şerefliydi, sizler de onurlu ve gururlusunuz; yabancılara karşı dimdik başımızla, nurlu ufuklara doğru gün günden hızlanan koşumuza herkes hayran olmada; nutukları çekilmekte.
    * * *
    iktidarı ele geçirme hırslarıyla, gizli-açık kutuplaşmalardaki yoğunlaşmalar da, ateşli mi ateşli...
    * * *
    Türkiye'de son 80 yılda atılmış nutukların bir dökümü yapılsa...
    Ve 73 milyon nüfus içinde, elini bir tek gazeteye bile sürmemişlerle; aileleriyle birlikte 10 milyonluk politikacı kesimi içinde, hayatında bir kez bile tiyatroya gitmemişlerin çoğunluktalığı karşılaştırılsa...
    * * *
    Atıp tutma politikacılığının, atıp atıp nasıl tutamamaya dönüştüğü de çıkar ortaya.
    * * *
    Phoenix eski Mısır mitolojisinde kendini yakıp, kendi küllerinden kendini yeniden yaratan bir masal kuşu; Zümrüt-ü Anka...
    NASA; pazar gecesi Mars gezegenine inen uzay aracına, Phoenix-Anka Kuşu adını vermişti.
    Mars gezegeni, bizim yer küresinden 711 milyon km. uzaklıkta.
    Dünyanın ortasından geçen “ekvator” kuşağının uzunluğu ise 40 bin km.
    * * *
    Uzayda 20 bin km hızla yol alan Anka Kuşu, 10 aylık bir yolculuktan sonra, hızını kendiliğinden 8 km'ye indirerek bir helikopter gibi konmuş Mars gezegenine.
    * * *
    Başbakan Tayyip Bey de, GAP için 18’inci olan yeni bir proje paketi açtı; 5 yılda gerçekleşeceği vaadiyle.
    Bizim kuşağın ömrü, sürekli açıklanıp duran GAP projeleriyle geçti ve bizim kuşağın ömrü neredeyse bitti, GAP projeleri bitmedi.
    * * *
    içine girdiğimiz yeni yüzyılın 2'nci yarısında, belki de devlet başkanları Mars gezegeninde buluşmaya başlayacaklar.
    * * *
    Malezya'da da, namaz kılan bir robot yapılmış.
    ister misiniz, burjuva enternasyonalizmi yaygınlaştıkça ve yoksul yığınlar da; dünya nimetlerinden yararlanmayı, öldükten sonra cennet nimetlerinden yararlanmaya yeğledikçe; camilerde imamların yerini de robotlar almaya başlasın.
    Olmaz olmaz dememeli.
    Olmaz olmaz.
    100 yıl önce ezanların, hoparlörlerle okunacağı akla mı geliyordu; artık hiçbir müezzinin şerefeye çıktığı yok.
    * * *
    Dünkü Milliyet'te Mutlu Bozdağ'ın, '4 günlük bebeği camiye bıraktılar' başlığıyla bir haberi vardı.
    Sultanahmet Camii avlusunda yeni doğmuş bir kız bebek bulunmuştu.
    Ordu'nun Karacaömer köyünde de, bir evin kapısına yeni doğmuş bir erkek bebek bırakılmıştı.
    * * *
    Yeni doğmuş bazı bebekleri, özellikle cami avlularına bırakmak neden bu kadar eski zamanlara kadar uzanıyor ki bizde?
    Doğanın libidosu, yerelin geleneklerine sık sık ağır mı basıyor acaba?
    * * *
    Faruk Nafiz Piç şiirinde şöyle diyordu:

    Henüz bir el değmeden daha ilk göz yaşına
    Kundağını serdiler bir musalla taşına.
    Gözlerin bir camiin avlusunda açıldı.
    Atıldın doğduğun gün hayata tek başına.

    Şayet annen olsaydı, ömrün yine bahardı,
    Sana dar günlerinde açık bir kucak vardı.
    isa’yı oğlum diye bağrına bastı Meryem.
    Bir babasız yavrudan bir peygamber çıkardı.
    * * *
    Mars gezegenine doğru başlayan bir uzanma ve yer küresi üstünde yaşayanların, 4 milyarlık yoksul kesimi...
    200 devletten yoksulu bol olanlar, şayet tek başlarına yok edebilselerdi yoksulluğu; şimdiye dek ederlerdi.
    * * *
    Nutuk söylemekle yoksulluk yok olmuyor.
    Ama bu arada Türkiye'de, allem kallem egemenlik saltanatını ele geçirenler, kestirme bir yöntem bulmuşlardı; yoksulluktan söz edenleri, 'vatan haini' suçlamasıyla içeri tıkıyorlardı.
    * * *
    Yaşam kalitesi açısından, Yunanistan'ın 65 basamak altında boşuna kalınmadı.
    * * *
    Türkiye, burjuvalaşma gibi üretim ile ilgili sorunları, eğitim'le ilgili sandı; yönetim saltanatı'ndan da, üretim saltanatı'na geçemedi.
    * * *
    AB üyeliği gerçekleşinceye dek, 25-30 yıl süreceğe benzeyen bir çalkantı döneminden geçilmesi, kaçınılmaz gibi.
    * * *
    Neyse ki Yemen'de hastane açıyoruz, ne güzel!
    Çoktan unutmuş olmalıyız ünlü Osmanlı deyimini:

    Kendi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede

    çetin altan
    0 ...
  4. 153.
  5. Elektrikler kesildiğinde karanlık merdivenler de çok sakıncalı

    3 tarafı 4 değişik denizle çevrili küçük Asya yarımadasında, istanbul gibi içinden denizin de geçtiği bir kentte şayet martılar, nafakalarını sokak kedileri gibi çöp tenekelerinde aramaya ve damların baca kıyılarında yumurtlamaya başlamışlarsa; oralarda insan yaşamları da, bin bir çeşit ölümcül eziyetin tırpanlarıyla taranıyor, ama demagoglar saltanatı tarafından umursanmıyor olabilir.
    * * *
    Haziran ayı boyunca, hemen her akşam saat 20-20.30 arasında Göztepe'nin martıları damlarda yumurtadan çıkıp yürümeye başlayan kül renkli yavrularını, çığlık çığlığa uçurtma seferberliğine giriştiler.
    Martılardaki koloni dayanışması, toplumsal örgütlenmenin dışında kalmış mahalle dayanışmasından çok daha güçlü...
    O bembeyaz martılar, yavru uçurtma seferberliği sırasında çığlık çığlığa, ne de güzel kavisler çiziyorlar kanatlarını açmış uçarak...
    * * *
    Uçmaya çalışırken yere düşmüş ve yerde kalmış 2 martı yavrusu gördüm; biri akşam karanlığında karşı bahçeye düşmüştü, annesiyle babası dam kıyısından yavrularına bakıyorlar ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
    Ötekine de gündüz, tanıdık bir manav dükkânının önünde rastlamıştım; acemice yürümeye çalışıyordu.
    * * *
    Geçen haziranda da, bizim apartmanın bahçesine düşmüştü bir martı yavrusu. Solmaz, hemen aşağı inip yavruyu almış ve balkondan karşı damdaki annesiyle babasının yanına doğru uçurtmuştu. Yavru da uçmuştu oraya kadar.
    * * *
    Trafik kazalarında ölenler, yaralananlar ve bir süre sonra ölenler bazen günde 15-20’yi buluyor.
    * * *
    Düğünlerde, maç zaferlerinde maganda kurşunlarıyla ölenler de az değil...
    Töre cinayetleri, sokak kavgalarındaki cinayetler de cabası...
    Şimdi bir de kene belası geldi eklendi bunlara...
    * * *
    Pazartesi akşamı saat 21'i geçerken, her günün sonunda o saatlerde ışıklarıyla uzaktan pırlanta bir kolyeye benzeyen Kınalıada kapkaranlıktı.
    Besbelli ki Kınalı'da elektrikler kesilmişti.
    * * *
    istanbul'da elektrik kesintileri sıklaşmaya başladı. Görünüşe bakılırsa, daha da sıklaşacak.
    Pazar günü saat 14'ü gece Cihangir'de de kesildi elektrikler.
    * * *
    Değerli dostum Av. Taner Aktop ile eşi Mireille, Fethiye'den kalkıp istanbul'a gelmişler ve güncel olaylar dışı, fıkralı kahkahalı sohbetlerimizin Köyceğiz'de kesilmiş tefrikasını sürdürmek için bize de uğramışlardı.
    * * *
    Hep birlikte Yeşil Ev'de; kızım Zeynep Bakan, eşi Gürkan Bakan ve torunlarımdan Tuğçe ve Ali'yle buluşmaya gidecektik; Gürkan’ın yaş yıldönümüydü.
    * * *
    Elektrikler kesik olduğu için asansör çalışmıyordu ve bir mimari kepazeliği olan dik merdivenler de zindan karanlığı içindeydi.
    * * *
    Katlar arasındaki sahanlıklara inerken; merdivenlerin son basamağını görmeyip de, bittiğini sanarak yürümeye kalktığın an...
    Ayakların son basamağa takılıp da, yüzü koyun yere kapaklandığında; bazen kırılıverir bir bacağın da...
    * * *
    Gerçi böyle bir kazanın, ne vatanı ve milletiyle devletin bölünmez bütünlüğü ilkesine, ne Anayasa Mahkemesi'ndeki davalara, ne de Ergenekon ile ilgili soruşturma ve gözaltılara bir etkisi olur ama; bacağı kırılana çok etkisi olur, hele bir de yaşlıysa...
    * * *
    Tabii ülke sorunları yanında; elektrikler kesildiği için karanlık merdivenlerden inmeye çalışanların düşerek kırdıkları bacakları, sorun falan sayılmasa da...
    Bacağı kırılanlar için durum pek öyle değildir.
    Tıpkı sıcak temaslarda çocuklarını kaybedenlerin durumları gibi...
    * * *
    iran da; birkaç yıl içinde Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin’de genişliğine kaynayan kanlı bir kazanın içine katıldığında...
    20-25 yıla kadar Rusya da, AB'ye üye olduğunda ve Avrasya vatandaşlığı Atlas Okyanusu'ndan Büyük Okyanus'a kadar yayıldığında...
    Türkiye de, burjuva enternasyonalizminin; Katolik, Protestan, Ortodoks, Angilikan, ate mozaiğine katılmış, islam etiketli bir parçası olacak...
    * * *
    Şimdilerde inanması zor gibi görünse de, en geç 50 yıl içinde bu mutlaka böyle olacak...
    * * *
    Burjuvazi, sağken dünya nimetlerinden yararlanmayı; öldükten sonra cennet nimetlerinden yararlanmaya yeğleyen zenginleşmiş bir kentliliktir.
    Yerel yönetim saltanatlarının yerini, küresel üretim saltanatı aldıkça; mistik inançların da katılığı azalır ve ılımanlaşırlar.
    * * *
    Ortaçağ'da papazlar da, müzikli lokallerde kadın kahkahalı masalarda oturmaz ve dansa kalkmazlardı.
    Şimdilerde burjuva masalarının neşesine katılıyor ve dansa da kalkıyorlar.
    * * *
    Bizde de imamlar çoktan başladılar araba kullanmaya.
    Müezzinler de, 5 vakit şerefelere çıkmak yerine, teyplerin düğmesine basıyor ve seslerini yükseltiyorlar hoparlörlerin.
    * * *
    Tek değişmeyen şey, değişimdir ve bu engellenemez.
    Değişime karşı çıkan yönetim saltanatları ise, maalesef kanlı bir çalkantı döneminden geçme zorunda kalacaklar...
    * * *
    Martılar için böyle bir sakınca yok.
    Ama elektrikler kesildiğinde, epey bir sakınca var karanlıkta merdiven inmek ve çıkmak zorunda kalacaklar için...
    * * *
    50 yıl sonra öyle bir sakınca da kalmayacak.
    Ne mutlu 50 yıl sonra doğacak olanlara...

    çetin altan
    0 ...
  6. 154.
  7. Kışla parfümlü siyaset ile cami parfümlü siyaset kutuplaşmaları... Tencere dibin kara, seninki benden kara polemikleri... Ergenekon adında gizli, silahlı ve çizme kokulu umacı örgütlenmeler... Askeri darbe kıpırdanmaları... Meclis'te çoğunluğu oluşturan siyasal partileri kapatma davaları...
    Ve de önce sabaha karşı, sonra da sabahın erken saatlerinde hem Ergenekon örgütü, hem de askeri darbe kıpırdanmalarıyla ilgili, gazetecilerle emekli orgeneralleri de çemberleyen gözaltına almalar...
    * * *
    Bir yanda seçimsel bir şeriatçılığa kayıldığı iddiaları, bir yanda militarist bir laiklik bayrakdaşlığının demokrasi düşmanı olduğu iddiaları...
    Bir yanda da, şiddet eylemlerine karşı süre giden ve sınır ötesine de uzanan askeri operasyonlar...
    * * *
    Apaçık ortadaki, çağdaş ve demokratik bir ülke olma iddiasıyla bağdaşan bir tablo değil bu.
    * * *
    Vaktiyle bendenize, istiklal Mahkemesinde idam istemiyle yargılanmış olan Hüseyin Cahit de; 24 yıl sürgünde kalmış olan Refik Halit de; yine sürgündeyken 17 yıl Paris'te garaj işçiliği yapmış olan Ref'i Cevat da kibarca ima etmişlerdi ki:
    - Türkiye'nin iç siyaset kavgalarında fazla bir şey değişmez.
    * * *
    Bendenizin görünmeyen bakışları ise, olup bitenlerle medya gümbürtülerinin çok dışındaki, unutturulmak istenmiş bir gerçeğe; incirlik Askeri Hava Üssü'ne takılmada.
    ABD kaynaklarından, Türkiye'nin pas geçmeyi yeğlediği bir açıklamaya göre; incirlik, Pentagon'un Ortadoğu'daki bir atom bombası deposuymuş ve 90 atom bombası varmış incirlik Askeri Üssü'nde.
    * * *
    Saddam'ın devrilmesinden sonra, Irak'ın da nihayet demokrasiye kavuştuğu iddia edildiği bir sırada, demokratik tek islam ülkesi olduğu böbürlenmesindeki Türkiye'de, bir askeri darbenin gerçekleşmesi...
    Biraz rigolo olmaz mıydı?
    * * *
    Darbecilik özenine kapılmış birkaç üst düzey militer; bu kadarını dahi düşünememişler ve ABD'nin de nasıl olsa şeriatçılığa karşı olduğu varsayımına düğmüklenmişlerdi herhalde.
    * * *
    Türkiye'nin son 100 yılını şeffaflaştırmaya kimse yanaşmadı ve Türk'e Türk propagandasıyla, onlar-biz ayrımlarının üstüne yatıldı.
    ilkokullarda ezberletilen şiirlere bir örnek:
    Orda bir köy var uzakta,
    O köy bizim köyümüzdür.
    Gezmesek de tozmasak da,
    O köy bizim köyümüzdür.
    * * *
    Biz kimdik, o köyde yaşayanlar kimlerdi?
    Mahmut Makal, Bizim Köyü yazdığı için, az belaya girmedi başı.
    * * *
    Son 80 yıl boyunca, bütçeden bakanlıkların ne kadar pay aldığı ve nerelere nasıl harcandığı hiç tartışılmadı.
    * * *
    Ve yine şu çelişkiler de hiç tartışılmadı:
    1- Şehitlik payesiyle laiklik yan yana gelebilir miydi, gelemez miydi?
    * * *
    2- Halkçılıkla milliyetçilik ve “milliyetçilikle laiklik yan yana gelebilir miydi, gelemez miydi?
    * * *
    3- Öldükten sonra -tıpkı burjuvaların sağlıklarında olduğu gibi- cennet nimetlerinden yararlanmayı hak etmeye çalışan yoksullukla, laiklik yan yana gelebilir miydi, gelemez miydi?
    * * *
    4- Laiklik, sağken dünya nimetlerinden yararlanmayı yeğleyen zenginleşmiş burjuvazinin yarattığı bir ilke olarak; köylülüğü bir türlü aşamamış yoksul bir ülkede, ne kadar kök salar, ne kadar kök salamazdı...
    * * *
    Hele hele bir de hem onlar-biz ayrımına sığınılmış; hem de muasır medeniyet seviyesine erişme, ilkesi benimsenmişse...
    işin içinden çıkamayınca da, biz bize benzeriz övünmesiyle, yoksulluktan söz etme yasaklanarak...
    * * *
    Okullarda ezberletilen bir başka manzume de şuydu:
    Binlerce can dirilse de nakletse geçmişi,
    Dağlar lisana gelse de anlatsa hepsini,
    Garbın cebin-i zalimi affetmedim seni,
    Türküm ve düşmanım sana kalsam da tek kişi.
    * * *
    1. Dünya Savaşı'nda kimse Türkiye'ye saldırmamış; Türkiye ve Enver Paşa, Alman imparatoru II. Wilhelm'in tetiklemesiyle Romonof Rusyasına ve dolayısıyla -o zamanın NATO'su sayılan- itilaf devletlerine saldırmış ve yenilmişti.
    * * *
    Ama sanki Rusya, ingiltere, Fransa, italya, Japonya ve ABD'nin; neden bize yenilmediğine kızılıyor ve:
    Garbın cebin-i zalimi affetmedim seni,
    Türküm ve düşmanım sana kalsam da tek kişi.
    Diye yazılmış manzumeler ezberletiliyordu öğrencilere.
    * * *
    Resmi tarih saptırmacalarıyla, tanımlaması bir türlü yapılmayan kavram karışıklıklarının ve ekonomik gerçeklerden kopuk hamasi demagojilerin, gitgide en sonunda yarattığı yeni bir tabloydu yaşadığımız olaylar.
    * * *
    iran da, ister istemez kanlı bir çalkantı banyosundan geçecekti ve Türkiye, nihayet köylü ağırlıklı olmaktan kurtulup; ekonomik altyapısıyla da burjuvalaşmış bir islam ülkesi olarak, AB üyeleri arasına katılacaktı...
    Ama 20 yıl sonra, ama 30 yıl sonra...
    * * *
    O zamana kadar da daha kim bilir ne gariplikler yaşanacaktı?
    * * *
    Şairlere, yazarlara, sanatçılara, düşünürlere, bilimcilere zulmedilmiş ülkelerde, birtakım çalkantıların yaşanılması kaçınılmazdır.
    * * *
    Çünkü efendim doktorların, hastalıkları teşhis etmeleri yasaklansa bile, hastalıklar devam eder giderler.

    çetin altan
    0 ...
  8. 155.
  9. 156.
  10. arkadaşlar tankla ezme vs. olaylar yaşanmamıştır..
    orospu çocuğu medyanın servislerine inanmayın..
    açın o tankın videosunu izleyin..
    bilinçli bir durum yoktur..
    eğer ezmek istelerdi bir tank yoktu sadece olayda ve 1 kişi ile kalmazdı..
    yemeyin bu şerefsizlikleri..
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük