Düşmanlığın kaynağı yurdumuzun dışında, onu Türkiye’ye bin bir kalıba sokmak suretiyle sinsi sinsi yürütmeye çalışanlar ise içimizdedir. Kızılı, masonu, nurcusu, K*rtçüsü gibileri başta olmak üzere bunların çoğunu biliyorsunuz. Ancak, bunlarla birlikte bilmeniz gerekli bir grup daha vardır. En belirsiz ve sinsileri oldukları için, Türklük düşmanlığını en rahat yapabilen bu grup, son imparatorluğumuzun Türkiye Cumhuriyeti’ne en kötü mirası olan “imparatorluk artıkları” dır. Türkçü Gençlere / Nejdet Sançar
Nihâl Atsız'ın erkek kardeşi. Onlarca yayımlanmış kitabı, yüzlerce makalesi vardır. Sançar, hayatta olduğu sürece kendinden yazı isteyen tüm Milliyetçi-Türkçü dergilere yazı göndererek katkı sağlamıştır. Yaklaşık 560 tane yayımlanmış makalesi vardır. Türkçüler Derneği'nde (= Bir dönem Türkiye Milliyetçiler Birliği adını kullanmıştır.) 1964 - 1970 yılları arasında genel başkanlık yapmıştır.
Yayımlanan eserleri şöyledir.
Tarihte Türk-italyan Savaşları, Aylı Kurt Yayınları, istanbul, 1942
Irkımızın Kahramanları, Aylı Kurt Yayınları, istanbul, 1943
Hasan Âli ile Hesaplaşma, Aylı Kurt Yayınları, istanbul, 1947
Kızıl Cennet Masalı, Komünizmle Mücâdele Yayınları, Zonguldak, 1950
Komünist Nedir?, Komünizmle Mücâdele Yayınları, Zonguldak, 1950
Mehmet Emin Yurdakul ve Şiirleri, Komünizmle Mücâdele Yayınları, Zonguldak, 1951
Türk Moskof ve Komünist, Toprak Yayınları, istanbul, 1959
Afşın'a Mektuplar, Afşın Yayınları, Ankara, 1963
Türk Kahramanları, Afşın Yayınları, Ankara, 1965
Gizli Komünist Belgeleri, Afşın Yayınları, Ankara, 1966
ismet inönü ile Hesaplaşma, Afşın Yayınları, Ankara, 1973
Nâzım Hikmet Masalı, Afşın Yayınları, istanbul, 1975
Türkçülük Üzerine Makaleler, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara, 1976
Türk ve Yabancı Millî Destanlarından Örnekler, Hazırlayan Serkan Akgöz, Bozkurt Yayınları, istanbul, 2016
1944 Türkçülük,Turancılık davasındaki efsane savunmayı yapmış, Atsız Ata'nın kardeşi ulu Türkçü şahsiyet.
--spoiler--
Beni beraat ettirin demeyeceğim çünkü benim için suç olarak gösterilen şey bu toprakları, bu ırkı sevmekten başka birşey değildir.
Yurdumu ve ırkımı seviyorum, onun içindir ki Türk ırkçısıyım.
Bu sevginin manasını anlamayanlara sözüm yok.
Eğer bu günahsa beni mahkum ediniz. Bu mahkumiyeti övünçle kabul ederim, şeref sayarım.
Sizden adalet bekliyorum da demeyeceğim çünkü bu mahkeme adil değilse, o zaman büsbütün manasızdır.
En büyük mahkeme olan tarihin huzurunda alnı açık bir Türk oğlu olarak, hiç endişem yok.
On ayı doldurmakta olan ve büyük kısmı tahta masalarda yatmakla geçen hürriyetsizliğimi, millet yolunda çekilmiş, şerefli bir felaket olarak sayıyorum.
Duvarlar, ezilmiş hayvanların kan lekeleri ve rengini kaybetmiş, köpeklerin bile yatmayacağı pis hücrelerde geçen haftalarım içinde bir ışık sızacak kadar küçük deliği olmayan, tavanı basık bir inde, hayır bir in değil, mezarda, ışığa güneşe ve hayata hasret çekerek geçirdiğim günlerim, uykusuz gecelerim, yarın benim için acı fakat övünçlü hatıralarım olacaktır.
Bunlardan yılmış değilim. Bilakis bahtiyarım.
Yuvamın dağıtılmış olmasına, eşimin bir Türk anası olmak şerefini kazanacağı günlerde çektiği dayanılması güç ızdırapları ve akıttığı gözyaşlarını unutmamış olmama ve bugün hayat kavgasında minimini yavrusuyla tek başına kalmış olmasının ruhunda yarattığı fırtınalara rağmen bahtiyarım.
Türk'ü sevdim, seveceğim.
Ama bunun sonunda ızdıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşılacak türlü kahpelikler doluymuş.
Hepsi kabul!
nihal atsız'ın öz kardeşi ve türk ırkı sağolsun! sözünün sahibi.
soyadlarının farklı olması, soyadı kanunu çıktığında farklı yerlerde olmasından kaynaklanmaktadır.
''ve ben bu mukaddesatın ulu maneviyatıyla dolu olan gönlümü türk'ten başkasına kaparım. benim kalbim babil kulesi değildir. orada arab'ın ve çorabın yeri yoktur. ''
''Genç Türkçü!
Şu kahpelikler ve kahpeler dünyasında; soyuna yurduna ve devletine hizmet aşkıyla dolu kalbinle giriştiğin mücadelede en büyük gücün Tanrı'nın sana müstesna bir bağışı olan damarlarındaki kandır. O kan üç bin yılı aşkın tarihindeki ölüm meydanlarında kazanılmış eşsiz zaferlerden, yaşadığın toprakları süsleyen mimari eserlere; minyatür, yazı şiir vesaire gibi sanat ürünlerinden yiğitlik, azim, fedakarlık, erdem, namus, haysiyet vesaire gibi en büyük insanlık meziyetlerine kadar bütün büyüklüklerin ve ululukların temelidir. Türk'ü, eski yüzyıllarda, dünyanın birinci milleti yapmış olan o kandı. Yarın, o eski şanlı hayatına kavuşturacak da yine o kan olacaktır. Çünkü o kan ile yapılamayacak iş, erişilemeyecek hedef yoktur.''
Türkiye'nin Osmanlı sülâlesinin ilk on padişahı hep değerli ve kahraman başlardır. Milletimize her
birinin ayrı ayrı büyük hizmetleri vardır. Kimisi Batı'nın birleşik ordularını ezmiş, kimisi zaferleri ile
tarihte yeni çağlar açmış, bazıları seferde veya savaşta ölmüş ve hepsi Türk bayrağını zafer yelleri ile
yarıştırmış hükümdarlardı. Fakat birbirinden değerli bu on hükümdar içinde bütün sülalenin en
kahraman çocuğu dâhi bir asker olan Yavuz Sultan Selim'dir.
Selim, daha şehzade iken ne yavuz bir Türk olduğunu herkese göstermişti. Korku nedir bilmez bir
gönüle, çeliklerden daha sert bir azme sahipti. Çok savaşçı bir ruh taşıyordu. Tanrı Türklüğün "hâkim
olma" vasıflarını onun şahsında toplamıştı. Babası ikinci Bayazıt'ın uyuşuk hareketlerini sona
erdirmek için Osmanlı tahtını onun elinden zorla aldığı vakit, Türkiye, kahramanına kavuşmuş
oluyordu. Fakat ne yazık ki, bu koca kahraman ebedi Türk milletinin başında dokuz yıl kalabilecekti.
Yavuz'un tarih sayfalarımızı süsleyen iki büyük savası ve zaferi vardır. Bunlardan birincisini Doğu'da
iran'a karşı yapmıştır. O zaman iran'da Türk soyundan Safeviler padişahlık yapıyorlardı. Sülâlenin
kurucusu olan şair ve kahraman Safevi ismail, sahip bulunduğu Türk ordusuyla iran'da güçlü bir devlet
kurmuştu. Şiiliği vasıta yaparak Anadolu'ya da hâkim olmak istiyordu. ikinci Bayazıt çağından beri
yaptığı propaganda ile kendine Türkiye'den hayli de taraftar elde etmişti. O, gizli propagandalarına
yeni sultan zamanında da devam ederken. Yavuz da yurdundaki Şiilerin gizlice sayılarını toplatıyordu.
Bunun sonunda kırk bin Şiinin kafasının vurulması, Türkiye sultanının iran Şahı'na ilk ihtarı oldu. Fakat
bununla her şey hallolunmuş değildi. Bütün savaşçı Türkler gibi sahip olduğu sınırların dışındaki
ülkelerde gözü olan Safevi ismail, büyük bir tehlike olarak Türkiye'nin doğusunda duruyordu. Bu
tehlikeyi ancak Yavuz'un pençesi yok edebilecekti. Padişahın bu maksatla ve Türklük için ilk büyük
yumruğu indirmek üzere ordusu ile doğuya doğru yürümesi, tarihimize bir zafer daha kazandırdı.
Safevi ismail, karşısındakinin ne yavuz bir asker olduğunu bildiğinden çekiliyor. Türkiye ordusunu
hareket yerinden uzaklaştırarak gücünden düşürmek istiyordu. Fakat bu çekilme devam etmedi.
Yavuz, birden Çaldıran'da düşmanının karşısına dikildi. Çaldıran iki Türk kahramanının buyruk verdiği
iki Türk ordusunun pek yaman vuruşmasına sahne oldu.
Safevi ismail'in ordusunun Türkmenleri çok savaşçı erlerdi. Onun seçilmiş atlılardan mürekkep bir de
zırhlı tümeni vardı. ismail de iyi bir kumandandı, o zamana kadar yenilmemişti. Yavuz'un
buyruğundaki Türkiye ordusu ise yorgundu. Padişah, erlerine dinlenme payı bile vermemişti. Fakat bu
ordunun başı, Çingiz Kağan gibi yok edici, önünde durulmaz bir bahadırdı. Bu halde vuruştular. Zafer,
biri Türklük, diğeri iranlık adına vuruşan iki Türk'ten, milleti ve devleti için çarpışanda kaldı. iran adına
vuruşanlar bütün yiğitliklerine rağmen alt olmuşlar, er meydanının şerefini kendi tarihleri için
dövüşen ırkdaşlarına bırakmışlardı. Hem de öyle yenilmişlerdi ki başlan Şah ismail güçlükle kaçabilmiş,
karısı bile tutsak olmuştu.
Kahraman Yavuz, ikinci büyük savaşını Mısır'a karşı yaptı. O çagda Mısır'da Kölemenler sultanlık
yapıyorladı. Bunların Türkler'le, Türkleşmiş Çerkezler'den mürekkep iyi bir orduları vardı. Hattâ ikinci
Bayazıt çağında bu ordularla Türkiye'yi bile yenmişlerdi. Yavuz, çelik yumruğu ile Çaldıran'da Şah
ismail'i yıktıktan sonra iki yılı hazırlıkla geçirdi. Sonra babasının barışla bitirdiği işin hesabını sormak
üzere ordusunu sürdü. Kölemenler'le ilk çarpışma Halep yakınlarındaki Mercidabık'ta oldu. Eşsiz
Yavuz, kölelere ilk yumruğunu burada indirdi, ordularını yok etti. Sonra düşmanının bile pek
beklemediği büyük bir işe girişti, Mısır'ı zapt etmek için o koca çölü geçti. 30.000 kişilik seçme
ordusuyla Kölemenlerin karşısına dikildi. Bu son vuruşmada Kölemen ordusunun Türk atlıları büyük
erlik gösterdiler. Lakin Yavuz gibi bir başa sahip olan bir ordunun yenilmesi imkânsızdı. Türkiye ordusu
yine üstün geldi. Kölemen ordusu yok edildi, Mısır Türkiye'ye eklendi. Yavuz, istanbul'a yalnız büyük
bir zafer ve devlete eklenmiş koca bir toprakla değil, aynı zamanda halife olarak dönüyordu.
Yavuz'un atalarının ve çocuklarının gözleri hep Batı'ya çevrilmişti. Bunun içindir ki Türk orduları
Viyana kapılarına kadar dayanmışlardır. Fakat dâhi Yavuz'un sert bakışlı gözleri güneşin doğduğu
taraflarda dolaşıyordu. Çünkü Türklük güneşi bu ufuklarda idi. Onun içindir ki Safevi ismail'i tepelediği
savaşta yarıda bıraktığı işi tamamlamak istememesi mümkün değildi. Netekim, Mısır zaferinden sonra
iran'a yeni bir sefere hazırlanıyordu. Bu sefer kim bilir nerelere kadar yürüyecekti? Onun Mısır'ı yok
eden çelik azmi ve askerliği, muhakkak ki iran'ı da aynı sonuca götürecekti. Belki de Türklük için çok
sevinçli çağlar doğacak. Türkiye'nin Selçuklular sülâlesi zamanındaki büyük halı yeniden meydana
gelerek Türkistan, iran ve Anadolu Türkleri birleşecekti. Fakat şaşkın ölümün bu işleri yapabilecek
güçteki koca Yavuz'a pek erken kıyması bütün bu kutlu işlerin yapılmasına engel oldu. Çin'in önce
yarısını, sonra tamamını Çingiz'in ve Temür'ün, italya'yı da Fatih'in elinden kurtaran kötü talih, iran'ı
da Yavuz'un pençesinde kıvranmaktan esirgedi. Ölüm, milletine adını, kahramanlığını ve askerliğini
hatıra bırakan Yavuz'u Türkler'den ayırdı.
Selim; adı gibi yavuz, ulu, çok zeki, pek şiddetli, alim, şair koca bir Türk'tür. Türk milletinin cihangir
ruhuna sahipti. Bir haritaya bakarken söylediği "Dünya bir padişaha yetecek kadar geniş değilmiş!"
sözleri, ölümün bu koca bahadıra vakitsiz çatmakla, Türklüğe ne büyük kötülük ettiğini anlatmaya
yeter. Kim bilir daha ne ülkeler aşacaktı. Vezirlerinin Rodos adasını almak için kendisini kışkırttıkları
bir sırada "Ben ülkeler aşmak istiyorum, siz beni bir hırsız adasına götürmek düşüncesindesiniz!"
diye haykırmıştı.
Bir millete verdiği zarar bakımından ölümün bu kadar kahpeleştiği yer azdır.
insanlık tarihinin en üstün soyu ve milleti olan Türkler, yüzyıllarca cihan hakimiyetini ellerinde bulundurduktan sonra, yakın çağlarda gerilemiş, dağılmış ve güçsüz bir hale düşmüş bulunuyorlar. O hakimiyet yüzyıllarında savaştığımız ve çarpışmaların çoğunda yendiğimiz milletler, bu devamlı yenilgilerinin tesiriyle Türklere karşı düşmanlık duygusuyla dolup taşmışlardır. Türk atlarının dolaştığı ve Türk Bayrağının dalgalandığı üç büyük kıtadaki milletlerin çoğunun Türke karşı olmasının sebebi budur. Avrupa kıtasındaki toplumların Türk düşmanlığı ise, sürekli yenilgiler dışında bir sebebi daha vardır. Bu sebep, çağlar boyu sürüp giden HiLAL-HAÇ savaşlarında, haçlıların, karşılarında yenilmez güç olarak hep Türk soyunu bulmalarıdır. Batının, islamlığın kökünü kazımak emel ve ihtirası, bu yüzden başarısızlığa uğramış ve en ulu dinin cihan hakimiyeti bu sayede sağlanmıştır.
Tarihi hadiselerin sonucu olan bu durum, bugünün ve yarının Türk nesillerine büyük bir vazife yüklemektedir. Bu vazife; Türklüğün düşmanlarını öğrenip tanıma,düşmanlıklarının derecesini tespit etme ve bu düşmanlıklara karşı, ayakta kalmış son kalemiz olan Türkiyeyi korumanın yollarını araştırıp bulmadır. Bu konuda en büyük yük,gençlerin omuzlarındadır. Türk gençleri, kendilerini yetiştirmekle görevli bulunanların sürüp giden bağışlanması imkansız ihmallerine ve çevrelerini saran türlü yıkıcı propagandalara rağmen, soylarındaki o eşsiz sağduyunun da yardımı ile, gözlerini açmak, tarihin ve kaderin kendilerine yüklediği vazifeye sarılmak zorundadırlar. Gençler, bu vazifelerini gereği gibi yapmadıkları takdirde, ufuklarımızı sarmış bulunan kara bulutların, son vatan parçasının üstüne çökme tehlikesi önlenemez. Bu vazifenin yapılmasının ilk adımı, manevi pusatlanmakdır. Türk genci tepeden tırnağa kadar, Türklük ruhu ve şuuru ile dolmaya mecburdur. Ancak bu ruh ve şuurdur ki, Türk gencine, bu günün çetin dünyasında yapmak zorunda olduğu büyük mücadele, yenilmez bir güç sağlayabilir.
Bu vazifenin yapılmasının ilk adımı, manevi pusatlanmakdır. Türk genci tepeden tırnağa kadar, Türklük ruhu ve şuuru ile dolmaya mecburdur. Ancak bu ruh ve şuurdur ki, Türk gencine, bu günün çetin dünyasında yapmak zorunda olduğu büyük mücadele, yenilmez bir güç sağlayabilir. Türkiyeyi, tarihin özlenen o büyük Türkiyesi yapacak yola, milli şuur ile milli ruh kapısından girebilir. Türk düşmanlarının, Türkiyeyi de yıkma çabalarını ve bu niyetle yaptıkları saldırıları, ancak milli ruh ve milli şuur seddi durdurabilir. içteki sinsi hainin, maskesinin ardındaki kızıl salyalı korkunç yüzü, bütün çıplaklığı ve korkunçluğu ile Türke gösterecek projektör, ancak, milli şuurun ve milli ruhun ışığı olabilir. Türk gençleri, bunun için, milli ruh ve milli şuur ile dolup taşmak zorundadırlar. Ve artık bu, tarihi bir vazife, büyük bir Türklük vazifesi olmuştur. Her genç; milli şuur ve milli ruh ile önce kendi dolacak, sonra çevresindeki gençleri aynı kutsal ateşle doldurmaya çalışacaktır. Tarih boyunca, önünde diz çöktüğü Türke öç duyguları ile dolu dünya milletlerine karşı ayakta durabilmenin en sağlam yolu, bu yoldur. Türkiyenin dört bucağında ve hele sınır boylarındaki Türk Gençleri!
Tarihin derinliklerinden gelen sese kulak verin! Bu ses, sizi, silahı elinde ve yürümeye hazır düşmana karşı, kutsal Türklük vazifesine çağırmaktadır.
''Türk'ü sevdim, seveceğim. Ama bunun sonunda ızdıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşılacak türlü kahpelikler doluymuş. Hepsi kabul! Türk Irkı sağolsun!"sözünü inönün sovyet yanlısı Türkçü düşmanı mahkemesine karşı söyleyip gönlümüzde taht kurmuş değerli dava adamı ayrıca bugün doğum günüdür.
Nejdet Sançar başkadır.
Hiç şiir yazmamıştır mesela.
Sigaradan tiksinir.
Sporcu olan kaç Türkçü var?
Fenerbahçe'de forma giymiştir.
Oğlu Afşın 16 yaşında ölünce felç geçirmiştir ama kendisi öldüğü zaman bile daktilosunda bir yazısı yarımdır.
13 kitap ve 551 makale yayınlamış; eserlerini yayın hakkını TSK'ya bırakmıştır.
Atsız Beğ'in yazdığı bir şiirle analım.
"Bütün ömrünce onun tuttuğu,
Buzlu bir dağ, kavuran bir çöldü.
Nice haksızlığa, kin darbesine,
Feleğin kahrına yalnız güldü.
Tüketip Türklük için varlığını,
En metin ruh ile sessiz öldü."
--spoiler--
Belki kimsenin bilmediği acılar içinde yaşayan, yoksulluk devirleri geçiren Nejdet Sançar'ın kaybı benim için bir kardeş kaybından daha ileri, bir ülküdaş kaybetmenin ıstırabıdır.
Afşın, Nejdet Sançar'a karşı sırayı bozduğu gibi, Sançar da bana karşı sırayı bozdu. En büyük kanun olan ölüm sıra diye bir şey dinlemiyor.
--spoiler--
evet, atatürkçülük, gazi mustafa kemalin heybetli varlığını siper yaparak, o siperin arkasından kendi adi çıkarlarını, siyasi ihtiraslarını veya türklük aleyhindeki melun fikirlerini kolayca, rahatça ve hatta şirretçe söylemenin, yazmanın adından başka bir şey değildir. öyle olmasaydı, hürriyetçisinden diktacısına, sosyalistinden kapitalistine, solcusundan komünistine, renksizinden türklük düşmanına kadar o yıllardan beri o kadar kişi atatürkçülük taslayıp durabilirler miydi?