Bir şeyler anlatmaya çalışmış ama başaramış film. Çünkü kendileri de anlayamamışlar. Çok şişirilmesine rağmen 2 saatlik bir zaman kaybı. Film boyunca esip gürleyen bir yüzbaşının çatışma anındaki aczi, sağ kalmış üç-beş askerden birinin tuhaf Atatürk büstü kucaklama hezeyanı, çözülenmeye niyetlenip becerilememiş ruh halleri. Neresinden tutsam elimde kalan bir film. 8.1 diyor IMDB ama yarısı bile etmez. izlemeyin, hiçbir şey kaybetmezsiniz.
filmi birkaç defa izledim. ve her izlediğimde aynı şekilde etkilendim. filmde ne anlatılmak istenmişse başarılı olarak yansıtılmış ancak birkaç askeri hata var. karakol baskını haberi alınırsa veya tehlikesi varsa o askerler binanın dışında pusu atarlar. baskın sırasında kullanılan sabit makinalı tüfek uçaksavar mermileri atıyordu garibime gitti benim.
önemle belirtmek isterim film '93 yılına göre çekildiği için beyaz kamuflaj yoktu o yıllarda. o sebepten karda beyaz kamuflaj kullanmamışlar.
giriş ve gelişme güzel fakat filmin sonu içimi acıttı. komutan ve doktor un iç hesaplaşması sonucu komutanın askerlerini feda etmesi. ve şerefsiz teröristin yüzbaşıyı başından vurması..
film teknik destek görmemsine rağmen savaş koşullarını yansıtmayı başardı örneğin; silahlarda film hilesi kullanıldı (ateş animasyonları) film başında helikopter yerine teleferikten çekim yapılması gibi. böyle bir film amerikada çekilse ve amerikan ordusu anlatılsa para ve askeri mühimmat desteğinin allahını alır. ne yazık ki bizim ülkemizde sadece paşalar sinemaya giderek destekler. recep ivedik gibi dangalaklıkla 2-3 milyon seyirci yapan filme göre kaliteli izleyicileri varmış dediğim bir film olmuştur. ikinci filmin çıkmasını beklemekteyim ancak sanmıyorum bir daha böyle bir işe kalkışırlar mı. belkide tehdit edilmişlerdir kim bilir..
askerin ve coğrafyanın sahip olduğu imkanları gözler önüne seren başarılı bir yapım. insanlar oraya filmde de dendiği gibi tatil yapmaya gönderilmiyorlar. ailelerini, arkadaşlarını, sevdalarını bırakıyorlar geride. ve aslında ne olacağını ve karşılarına neyi alacaklarını bilemeden gidiyorlar.
filmin eksikleri, hataları olduğu kadar dosdoğru yansıttığı ayrıntıları da var. kar üzerinde bölüğün yeşil kamuflajlarla olması gerçekten büyük bir hata. karlı arazi için beyaz kar kamuflajları mevcut. böylesine önemli bir hatayı nasıl yaptılar anlayabilmiş değilim. yüzbaşı ise gerçekten tam bir asker gibiydi. ne bir eksik ne bir fazla. hal, tavır, hareketleri, vurguları, muhabbetleri tam bir askeri anlatıyordu.
çatışma sahneleri ise çok başarılı. seyircinin hiç tahmin etmediği anda başlıyor. denebilecek pek fazla bir şey yok.
filmin içerisindeki nüansları yakalamak ise izleyiciye keyif veriyor. kadın terörist masada kanaması durdurulurken, televizyonda ülkesini güzellik yarışmasında temsil eden, başka şartlarda bir kadın beliriyor. 2 kadın arasındaki farkı çok güzel aktarıyor. türk bayrağını göndere çeken asker, kürtçe türküyle sevgisini dile getiriyor.* "göz yaşlarını akıtma ey güzel"
o bayrak uğruna orada olduğunun ve hizmetini, kanının son damlasına kadar yerine getireceğinin altı çiziliyor.
başka bir nüans; yüzbaşı başta askerlik hayatına sonradan katılan ve büyük sorumluluklar yüklenerek sınır karakollarına komutan olarak gönderilen asteğmenlerin ve orada olmak zorunda olan diğer askerlerin üzerinde baskı kuruyor. kurduğu baskı ise onları her daim ayık tutmak için. telsizde bahsettiği "kredi" konusu ise, telsizi dinleyen terörist grubu şaşırtmak amaçlı kullanılmış.
hele ki askerlerin anneleri ve sevdikleriyle olan telefon konuşmaları insanı içten içe burkan sahnelerin başında geliyor.
zordur askerde "iyiyim" demek. aç yatıyor da olsan "yedim, tokum" dersin. yutkunmaya izin vermeden "siz nasılsınız" sorusunu sorarsın ki, gözyaşlarını saklayabilmek için zamanın olsun. o veya bu, her milletten ananın askerdeki oğluna duyduğu sevgiyi öylesine güzel anlatıyor ki; yüreklere işleniyor sahne.
anne oğlunun sevdiği yemekten bahsediyor,
bir diğeri ağlamadığını yine ağlayarak söylüyor,
bir başka sevgili ise sevgisini kendi dilinde anlatıyor,
sevgililerini kaybeden askerler içindekileri haykıramadan gömüyorlar,
orayı anlamayan, bilemeyen, giden sevgililer,
t-shirt ü yıkamayıp koklayan bir anne,
yüzbaşının karısı ise "ben seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?" ile noktayı koyuyor.
öyle ya da böyle tüm duyguları birlikte yaşayan, sırt sırta vuruşan, birbirlerinin yaralarını saran, yeri geldiğinde aynı konserveden yiyen ve bu vatan toprağı için dökecekleri kanı düşünmeyen isimsiz kahramanların hikayesi bu film. onların hiçbiri otel odasında değiller. hiçbiri de yatmaya gitmiyorlar. davulla zurnayla uğurlanıyorlar. her an ölüm haberleri gelmesinden korkularak sayılır şafaklar.
oradakiler, karakolda şu anda 2-4 nöbetini tutanlar, bu ülkeye en çok emeği geçenlerden.
"büyük şehirlere aşk küçük gelir"
"bir karısı 2 çocugu 1 de yeni aldığı arabası vardı orhan'ın"
"öldün sen istanbullu, kahramanca ölmedin, arkadaşın uyudu diye öldün"
reklam ve klip yönetmenliği yapan levent semercibu filmde de sembolik kareler yakalamaya çalışmış ve o etkiden kurtulamamış olsa gerek.
bugüne kadar türkiye sınırları içerisinde yapılmış gerçeğe yönelik en iyi savaş filmidir. son 30-40 dakikası çok fazla karışık ve anlam veremediğim kaos ortamında geçmesi beni haylice gerdi. ağladım evet ama göz yaşlarımı silen yine kendi parmaklarım oldu.
adam-kadın ayırt etmeksizin ''vatan - sana - canım - feda'' demek istedim; koşulları düşündüğümde ise kırmızı tuborg ve sigaramı bitirmeye niyetlendim. şimdi sevgilim kollarında huzurlu ve güvendeyim.
sevgiliye söylenebilecek güzel sözlerden biridir. yüzeysel olarak değil de derin manalarını ararsak etkileyici olur, fazla kullanımı kıroluğa gidebilir. *
(bkz: nefesim)
birçok klişeyi bir arada sunan, teorikte süper; pratikte vasat bir film.
ancak sırf çatışma sırasında ''öldürecekler bizi... ahahahaha'' diyerekten kafayı yiyen kel asker için bile izlenilebilir.
çoğu zaman askerliğin duyguların bittiği ve başladığı yer olduğunu düşünmüşümdür. kişinin silahından başka hiç bir şeyin olmadığı ve bildiğimiz anlamda bütün sosyal normların ortadan kalktığı vahşi bir ortamda, kişi bence düşmanla değil kendisiyle savaşır, kendiyle hesaplaşma içine girer.
nefesi sinemadaki savaş klasiklerine yaklaştıran olay da bu kanımca. onları üniforma içindeki yeşil bir şey olarak değil ama ağlamalarıyla, gülmeleriyle, annesiyle, sevgilisiyle, askerden dönünce iş kurma arzusuyla ele alması filmi değerli kılıyor. dağın başına hedef gibi bırakılıp - o karakol öyle bir duruyor ki, pkk'ya adeta 'gel, beni vur' diyor - başlarına ne geleceğini bilmeyen askerlerin birleşmiş hayatları.. farklı sınıflardan, kültürlerden, eğitim düzeylerinden, şehirlerden, etnik kökenlerden gelen bu insanları birleştiren tek şey, o zamana kadar hiç görmedikleri bir coğrafyada, o zamana kadar hiç bilmedikleri bir düşmana karşı 'vatanı' koruma sorumluluğu. hayatında eline hiç silah almamış insanlara 3 ay silah eğitimi verip askerliklerinin geri kalan 12 ayında kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda teröriste karşı durmanın psikolojisini izleyenlerine çok iyi indiriyor, nefes. askerler sanki her an baskın olacakmış, her an şehit düşecekmiş halet-i ruhiyesi içinde ki, yalnızca böyle yaşamak bile kafayı sıyırmak için yeterli gelir.
bana en çok ilginç gelen, bir türk filminden beklenmeyecek kadar ağdalı ve felsefe dolu diyaloglardı. bunu yapan kişi yüzbaşıydı. sürekli konuşarak onlara niçin burada olduklarını, neden burada olmak zorunda olduklarını, burada ne yapıldığını vermeye çalışan bu adam, esasen, onların kafasında bu anlamsız çarpışmayı rasyonelleştirmeye çalışıyor. onları tekrar ve tekrar savaşmaya inandırmak istiyor ama öylesine içi boş bir mücadele ki bu, geride bıraktığı yalnızca ağlayan kadınlar.. anneler, eşler, sevgililer.
thin red line filminde bir cümle vardı, "her asker kendi savaşını verir" diye.. nefes bize bunu tekrar ispatlıyor; yüzbaşı ile doktor'un kişisel bir onur mücadelesine dönen savaşları, kendi şahıslarında bağlı bulundukları tarafın ideolojilerini çarpıştırmaları kadar erlerin neredeyse tamamının şehadetle sonuçlanan askerliği, orada herkesin esasen kendi hayatının savaşını verdiğin gösteriyor. ölüm ve yaşam arasındaki çizgi bu kadar ince ve geçirgen: bir nefes kadar, aldın ve verdin, hepsi o..
ankarada sakaryanın sonundan şöyle üst geçit varken kullanmayıp, tehlikeli caddede karşıdan karşıya geçtikten sonra solda kalan, pek güzel gidilesi bar.
ayrıca cuma cumartesi eski 45likler tarzından yaptığı müzikle tadından yenmez duruma gelmektedir.
çalışanlarıyla, tarzıyla rahat mekan.
öncelikle film türk standartlarının üstünde, bayağı emek harcanmış, tebrik etmek lazım. filme gelince güzel bir yapım olduğu kesin, lakin üç beş çapulcuya karşı bu kadar ezik gösterilmeyi anlamıyorum. mesela o son sahnede kafasına sıksan ne olacaktı? izleyici mi üzülecekti? ulan ben orada olacağım üstüne bile işerdim, film de olsa sevinecektik belki bi kahpe daha öldü diye. neyse efendim film iyi hoş olmuş, müziği de schindler's list müziğinden etkilenerek bestelenmiş sanırım, o da iyi olmuş.
o dağlarda askerlik yapanların anlayacağı,gerçeklerin yansıtıldığı izlenesi bir film.eleştiren arkadaşlara acaba siz oralarda kaç gün askerlik yapardınız diyorum.buyursunlar gabar,cudi,kato orada onları bekliyor.gitmek iseyene bilet benden bedava.
tanım; o dönemde bölgede yaşanmış olayları insanların görebilmesi, kaybolan hayatları hatırlaması, pkklıların aslında o kadar masum tipler olmadığının görülmesi açısından faydalı bir film.
ama diyeceğim başka;
asteğmenin kızarkadaşıyla telefonda konuşma sahnesi vardı malum, tribal hareketler, ilgilenmiyosunla başlayıp bitti diye biten muhabbet. heh işte;
bu film hakkında bir çok eleştiri, kritik yapan-ede, sokan-çıkartan veyahut bölen-parçalayan olmuştur lakin murat belge tarafından yapılan şu yakışıklı irdeleme kanaatimce en iyisidir.
şöyle ki;
alamasan bir sorun, veremesen ayrı sorun. filmini izlediğinde apayrı bir sorun. terörle mücadelenin sanal kahramanlıktan öte insani yanını soğukluğunu gözler önüne seren, nefretimizi katlayan film. bir vatan evladının daha kaybını hazmetmek istemiyoruz. nefesimizi kesenlerin nefessiz kalmasına adadık varlığımızı.
bazı dangalakların film hakkında fazla militarist yada cuntacı bunlar diye laf attığı, utanmadan alay ettikleri film. söyleyecek fazla söze gerek yok, hele ki günümüzde orduya ve askerlere anlamsız kin besleyen şakşakcı bir medya ve yavşak gazeteleri varken filmin değerini daha iyi anlıyorsunuz. filmde ölen gençlerin hepsi bu ülkenin evladıdır ve her gün ölmeyde devam etmektedirler, kimisi komşunuz, kimisi kuzeniniz, kimisi kardeşiniz; eleştirirken bunları da düşünmek lazım. filmdeki diyaloglar da aslında herşeyi özetliyor bir bakıma;
-doktor: bu dağlar benim komutan git buradan.
-komutan: bu ülke hepimizin doktor.
-doktor: ...
gerçek bir olaydan alıntı film. günümüz koşullarına uyarlanmış gibi geldi biraz bana. 1993 yılında türk askeri bayrağı göndere çekerken kürtçe türkü söylüyor. annesiyle telefonda kürtçe konuşuyor felan. bunlar o zamanın türkiyesinde imkansız şeyler. ki şu an bile çoğu kişi toplu taşımada yada kalabalık bir ortamda biri kürtçe konuşsa hoş karşılayamıyor bu durumu. adam bir de askeri karakolda yapacak bunu terörün en yoğun olduğu zamanlarda. zaten dikkat edilirse doktor da yüzbaşı ile konuşurken söylediği şeylerden bir tanesi dilimizi yasakladınızdı.
ama militarist ve faşist bir film olduğu kanısında değilim. gayet dozunda ve çok gerçekçi sahnelerle dolu bir film. sonunda söyledikleri şarkıda hepsinin yüzüne bakıp öldüklerini düşünüyor insan. keşke hiç olmasaydı da böyle neşeli bir biçimde bitirselerdi askerliklerini dedim içimden.keşke..bu keşke gerçekten bu bitmeyen terör belasında şehit düşenler için...
türkiyedeki olaylardan haberi olmayan birini tutsanız getirseniz izletseniz, aha bu filmi kesin pkk lılar çevirmiştir diyeceği film.
gerçekleri yansıtmasına kimse bişey demez ama tıkır tıkır türk askeri indirilen bir filmi izlemek hoş olmuyor.
An itibari ile izlediğim ve gözlerimi doldurmuş olan film son sahnesi ile. tamam biraz saçmalıklar var ama her şekilde gerek oyunculuk gerek müzikler harika bir film olmuş.