gerçek dünyasını ve değişkenliğini göz önüne seren samimiyetsizliklerdir.
belli bir kesimin kalemşörlüğünü yapacaksa, belli bir kesimin fikir önderliğine soyunuyorsa daha dürüst ve daha samimi olması gerekirdi. ama o böyle bir karaktere sahip değildir.
söz gelimi 1934 yılında nakşıbendi şeyhi (bkz: abdülhakim arvasi) ile tanışmasını kendisi için milat sayar. öyle ki; " kendi ifadesine göre hayatı değişti. Arvasi ile evinde yapılan sohbeti “buhran gecesi” olarak adlandırdı. O gün Arvasi kendisine “keşke bu kadar zeki olmasaydın!” demişti. Bu iltifat, çocukluğundan beri kendisini çok özel, çok zeki, çok farklı biri olarak gören Necip Fazıl’a muhtemelen çok iyi gelmişti. Arvasi’nin etkisini ise “Mürşid” şiirinde şöyle anlattı:
“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;/Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”
bu tarihten sonra "çakılan çivi" üzerine eğreti ve militan bir düşünce yapısı ve fikir bayraktarlığı inşa ederken içkili, kadınlı, kumarlı bohem hayatını uzunca sürdürüyor. yani hoca verir talkımı kendi yutar salkımı. meşhur kumarane baskını mesela 1951 yılında oluyor. hani gözlerine bir baktı ve ruhuna çivi çakmıştı? sen bir yandan milleti gaza getirip, bundan da utanmadan menfaat sağlayıp yine de gidip bildiğini mi okudun birader? bir de utanmadan "ben yazarım oraya araştırma yapmaya gittim" diyor. çıkıp erkek gibi söyle diyeceğim ama söyleyemezsin değil mi? söylediklerin ve gaza getirici konuşmaların seni öyle bir bağlıyor ki yalana dolana sapıyorsun.
böyle aciz durumlara düşen kanaat önderi olur mu?
hani senin geçmişin çöplüktü? yassıada duruşmalarında bülbül gibi ötüyor sonra, aldığı paraları bir bir açıklıyor örtülü ödenekten. memuriyete geri dönmek için celal bayar'ı araya sokuyor, bir telefon, şak yeniden giriyor bankaya. utanmıyor musun be adam? bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?