bir an önce birileri tarafında öldürülmek istedi, nasıl olduğu hiç önemli değil, silahla bıçakla, işkence ile.. hangisi hiçbir işe yaramayacağını bile bile ilaçların peşinden gitmekten daha kötü olabilirdi ki ?
o gece, doktor ziyareti sonrası, eskiden girmeye korktuğu sokaklara girdi, kaldırımda sıralanmış fahişelerin yüzlerine baktı, anlamak istedi. anlayamadığı ne çok şey vardı..
hem sonra onu bile anlayabilirdi, hatta herkesi affedebilirdi. binlerce kez özür dileyebilirdi. önemsenmeyeceğini biliyordu ama yaptı, sonuç beklediği gibi oldu. şimdilik dikkate almamış olsa bile, o da ne zaman öleceğini öğrenceği bir gün gelirse kesin affederdi nasıl olsa. olmazsa da canı sağ olsun, canı sağ olsun yeterdi.
o gecenin sonunda hala yaşıyordu, en sevdiği şehirde, en sevdiği semt, taksim'de, o otelde. üşüdü, ağladı, ağladı ve ilaçlar tesir edince uykuya daldı.
tam olarak aydınlanmamış bir sabaha uyandı. yağmur, soğuk... Bu şehrin her halini sevdiği halde, istanbul artık mezar gibiydi, bütün anıları toprağın altına gömmüştü, oysa başbaşa daha ne şarkılar dinleyceklerdi, eski güzel birkaç günü hatırlayıp mutlu olacaklardı. buraya kadar mıymış ? sen de mi istanbul ?
öyleymiş. hayata bu kadar öfkeli olmasa mıydı, çok fazla şey istemeseydi de barışsaydı, bugün herşey daha farklı olabilir miydi acaba ? hayat... küsmüş, gidiyordu. dur diyemezdi, çünkü hayat ona gidenlerin asla geri dönmediğini çok güzel öğretmişti.