Nazım Hikmet nasılda bayılırım kendilerine. Türkiye'ye gelen en önemli kişilerden biri olsa gerek. Gerçi değeri sonradan anlaşıldı. iyi insanları hep kaybettikten sonra önemsiyoruz. Sorun biz de insanlarda.
Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
fakat iyice ısınmadı daha
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık…
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin.
sen ülkemin yaz geceleri gibisin.
saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
beni unutma...
ahh! saklı gülüm...
sen hem zor hem güzelsin.
...
sen memleketim kadar güzelsin
ve güzel kal..
delikanlım!.iyi bak yıldızlara,onları belki bir daha göremezsin....
belki bir daha yıldızların ışığında kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..
delikanlım!.senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel,korkunç,kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir .
delikanlım!.sen ki, ya bir köşe başındakan sızarak kaşından gebereceksin,ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara onları göremezsin bir daha
delikanlım!.belki beni anladın,belki anlamadın.kesiyorum sözümü.
sevmek mükemmel iş delikanlım.sev bakalım...
mademki kafanda ışıklı bir gece var,benden izin sana,sevsevebildiğin kadar...
Türkiye'nin görüp görebileceği en iyi şair değildir. Şiirleri zerre samimi gelmiyor. Yok olmamış bı dahaki hayatında bu işlere bulaşmasın.
Ama kabul etmek gerekirse güzel şiirleri var şimdi yiğidi öldür hakkını yeme.
Aşkına sadıklığıyla, Piraye’yi sevmesiyle kıskandığım adam Nazım Hikmet.. Hep kendi kendime sorardım Nazım Hikmet’in sevdiği gibi biri beni sevecek mi diye.. Sonra hadi canım öyle bir şeyin olması mümkün değil diyordum..
Nazım Hikmet şöyle dediği kadını; ”Piraye, gel, sana muhtacım” diyen adam bile sevdiği kadını aldattı.. Nazım Hikmet bile Münevver için Piraye’den vazgeçti, Nazım Hikmet bile sevdiği kadını param parça etti..
Ne yazmıştı Piraye’ye mektubunda Nazım Hikmet; “Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır.. Bütün bunlara rağmen gel.. Sana ‘gel’ diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam, ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel.. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!”
Aldatılmış aşık kadın Piraye.. Zirâ Nazım, Piraye'ye şiirinde şöyle demiştir; Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım fakat Yapı Kredi'nin Nazım ve Vera sergisinde de görülmüştür ki; kayışta Vera yazmaktadır.. Aşkta hiç bu kadar hayal kırıklığına uğramamıştım sanırım.. Sen de mi Nazım? Benden artık aşka inanmamı beklemeyin.. Nazım Hikmet bile aşık olduğu, bu satırları yazdığı kadını aldattı be..
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
dünyada son günlerin en cefakar en vefakar rolünü oynayan sağlıkçılara, yıllar önce bu dizeleri adamış ustad.
"Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler."
Bursa cezaevinde kalıyorlardı...
Bir öğle vakti Orhan Kemal ve iki arkadaşı Nazım’ı yemeğe davet ettiler...
Yemek maltızda pişirilmiş sucuklu yumurtaydı...
Yemeği yediler karınlarını doyurdular...
Nazım sordu;
-”Siz bu yumurtaları ve sucuğu nereden alıyorsunuz?..”
-”Hapishanenin bakkalından...”
-”Kaç para veriyorsunuz ben de masrafa katılacağım...
Bundan sonra size ortak olacağım...
Borcumu aybaşında ödeyeceğim...”
Orhan ve arkadaşları Nazım’ın bu sıcak girişiminden çok mutlu oldular...
Nazım yine sordu;
-”Siz nerede kalıyorsunuz?..”
-”Aynı koğuşta...”
-”Bana ayrı yer ayırmışlar...
Yalnızlığı hiç sevmem...
idareden izin alıp ben de sizin koğuşunuza geçeceğim...”
Türk şiirinin efsane ismi Nazım Hikmet’le, Türk öykü ve romanının usta ismi Orhan Kemal arasındaki dostluk böyle başladı...
Orhan Kemal o yıllarda kendini “şair” sayıyor ve devrimci şiirler yazıyordu...
Hapishane arkadaşları günün birinde Nazım’a Orhan’ın şiirlerinden söz ettiler...
Nazım;
-”Okuyun da dinleyelim...” dedi.
Orhan çekine çekine okumaya başladı...
Daha ilk dörtlük bitmeden Nazım;
-”Yeter kardeşim yeter...” dedi...
Orhan Kemal bir başkasını okurken, Nazım yine sözünü keserek;
-”Berbat...” dedi,
“Bir başkası lütfen...”
Orhan başka bir şiirini okumaya koyuldu...
-”Rezalet!..
Kardeşim, bu laf ebeliklerine, bu hokkabazlıklara ne lüzum var... içtenlik duymadığınız şeyleri niye yazıyorsunuz?..”
Orhan buz gibi oldu... Bütün hevesi kırıldı...
-”Sizin tahsiliniz nedir?..”
-”Okuldan tasdikname aldım, yani atıldım...”
-”Yabancı dil biliyor musunuz?..”
-”Pek az Fransızca...”
-”ilerletmek ister misiniz?..”
-”Elbette...”
-”Pekala öyleyse... Felsefe deyince ne anlıyorsunuz?..”
Orhan aklında kalan tanımlamaları sıraladı...
Bunun üzerine Nazım Hikmet;
-”Sizinle yakından ilgilenmek istiyorum... Önce Fransızcayı ele alacağız...
Sonra da öteki konuları, tahammülünüz var mı?..”
-”Var...”
-”Pekala bu iş oldu...”
Böylece anlaştılar...
Nazım sabırlı ve hoşgörülü bir öğretmen gibi Orhan Kemal’le uğraşmaya başladı...
Aradan birkaç ay geçti...
Orhan, Nazım’dan azarı işittikten sonra şiiri bırakıp, düz yazı denemelerine girişti...
Günün birinde onun, bir romana başlangıç olarak yazdığı bir yazıyı arkadaşları Nazım’a gösterdi...
Nazım, Orhan’a döndü;
-”Siz mi yazdınız bunu?..”
-”Evet...”
-”Birader neden söylemediniz bunları... Siz düzyazı yazın, düzyazı... Bir küçük hikaye deneyin, göreceksiniz ki başaracaksınız...”
Böylece Orhan Kemal cezaevinde tam üçbuçuk yıl Nazım’ın öğrencisi ve en yakın dostu oldu...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya.