Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur :
Kâat helvası yesem her gün diye düşündü
5 yaşında.
Mektebe gitsem diye düşündü
10 yaşında.
Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam diye düşündü
11 yaşında.
Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar diye düşündü
15 yaşında.
Babam neden kapattı dükkânını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına
diye düşündü
16 yaşında.
Gündeliğim artar mı? diye düşündü.
20 yaşında.
Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?
diye düşündü
21 yaşındayken.
işsiz kalırsam diye düşündü
22 yaşında.
işsiz kalırsam diye düşündü
23 yaşında.
işsiz kalırsam diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
işsiz kalırsam diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında ihtiyarladım dedi,
babamdan bir yıl fazla yaşadım.
Şimdi 52 yaşındadır.
işsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına :
Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.
Denizde balık kokusuyla
döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.
Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
"Bizi esir ettiler, bizi hapse attılar: beni duvarların içinde, seni duvarların dışında.
Ufak iş bizimkisi. Asıl en kötüsü: bilerek, bilmeyerek hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması..." Nazım Hikmet
Şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
Ata binmesini de bilmezsin, diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
Ve ikiniz de uzaktasınız...