Mezarını ziyaret ettiğimde sonradan fotoğraflarıma baktığımda ‘ellerimde karanfiller, yüzümde gülümsemeler’ gördüm. insan bir mezar taşına gülümseyerek bakar mı?
Ben baktım!
Muazzam insanın huzurunda olmak çok güzeldi.
Saygıyla!
Tepeden tırnağa kavga,
hasret ve
ümitten ibaret Nazım Hikmet!
“Küstürmeyin insanları hayata...
Sonra her şeyden vazgeçiyorlar...
Bir dağ başında kalmayı, bir adada mahsur kalmayı, nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar...
Küstürmeyin işte bazı insanları...”
Türk şair, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı. "Romantik komünist" ve "romantik devrimci" olarak tanımlanır. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.
Hakkında en çok dava açılan edebi kalemlerden, ayrıca Ömrünün 12 yılı tek parti iktidarı döneminde hapiste geçmiş bir solcudur.
1938'de bu kez "orduyu ve donanmayı isyana teşvik" suçlamasıyla tutuklandı ve yargılandığı davada 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. istanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde aralıksız 12 sene kaldıktan sonra, 14 Temmuz 1950'de çıkan Genel Af Yasası'ndan yararlanarak, 15 Temmuz'da serbest bırakıldı.
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiç bir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...
bu şehirde ludwig carl friedrich dedloid adında bir erkek çocuğu dünyaya gözlerini açar.
büyüdükçe huzursuzluğun ne olduğunu anlar, çünkü annesi ve babası sürekli kavga etmektedir.
aileyi ve carl’ı çok seven yakınları, bu kavgalardan etkilenmesin diye carl’ı bir yetimhaneye verirler.
12 yaşına kadar bu yetimhanede kalır carl, çok eziyet çeker, dayak yer ve artık kaçmaya karar verir. bir gece çarşafları birbirine bağlar ve kaçarak hamburg’a gelir.
daha 12 yaşındaki carl, bir gemide miço olarak iş bulur. çok sıkıntılı bir 3- 4 ay geçirir. miço olduğu gemi istanbul boğazından geçerken kız kulesini görür carl, denize atlar ve kız kulesine kadar yüzer.
o sıralar kız kulesi cüzzamlıların kapalı tutulduğu bir minik adadır. carl yakalanır ve emin ali paşa’nın yanına götürülür. paşa sorar niye kaçtın diye, dayaktan der, peki de 3- 4 aydır denizlerdesin neden istanbul der paşa, çocuk kız kulesini gösterir, bu kule yüzünden, ben bu kuleyi çok sevdim…
tabi bu büyük bir haber olur, almanlar çocuğu ister ama emin ali paşa vermez ve himayesine alır.
adı mehmet ali olur, askeriyeye gönderilir. eğitimler alır ve sonunda paşa olur, artık adı carl dedloid değil, mehmet ali paşadır. çok başarılı bir asker olur, bir çok savaşta ve anlaşmada osmanlıyı temsil eder.
bu arada evlenir, dört tane kız çocuğu olur. evlatlarından birisinin adı leyla hanımdır, leyla hanımın da bir kızı olur, adını celile koyarlar. celile hanımın da bir oğlu olur.
adını nazım koyarlar, nazım hikmet.
yani nazım hikmet, 12 yaşında kız kulesine sığınan adı carl dedloid olan sonra da mehmet ali paşa’nın torunudur.
Sevda yüzünden ölmenin ayıp olmadığını öğreten adam ışıklar içinde uyu…
Bu bir türkü:
– toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:
– alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
işte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş’emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
--spoiler--
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam, gemi mi yoksa?
Balık mı olsam, yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.'
--spoiler--