nazım hikmet ran şiirleri

entry109 galeri0
    82.
  1. 81.
  2. Siyasi ideolijilerden kaynaklı değeri öngörülemen şiirlerdir.
    0 ...
  3. 80.
  4. Hapsurdugumda; cok yasa, iyi yasa yerine benimle yasa deseydi keske.. Bende; sende gor degilde, emrin olur deseydim sessizce.
    0 ...
  5. 79.
  6. necip fazıl ın şiirlerinden iyi oldukları kesindir.
    1 ...
  7. 78.
  8. Sana gelince.
    Ne ben Sezarım,
    Ne de sen Brütüssün.
    Ne ben sana kızarım
    Ne de zatın zahmet edip bana küssün.
    Artık seninle biz,
    Düşman bile değiliz.
    0 ...
  9. 77.
  10. kerem gibi oyununda genco erkal tarafından fazlasıyla etkileyici olarak söylenmektedirler.
    2 ...
  11. 76.
  12. saman sarısı
    .....
    seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları.
    ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde.
    gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın.
    kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin.
    cıgaranın ucunda senin,
    ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda,
    ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi.
    aklından geçenlerdeydi ayrılık.
    benden gizlediklerinde gizlemediklerinde,
    ayrılık rahatlığındaydı senin.
    senin güvenindeydi bana,
    büyük korkundaydı ayrılık.
    birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın.
    oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin.
    ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin.
    ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem.
    tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı.
    ....
    nazım hikmet
    0 ...
  13. 75.
  14. BERKLEY

    Behey
    Berkley!
    Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
    Felsefenden tüten günlük kokusu
    başımızı döndürmek içindir.
    Hayat kavgasında bizi
    dizüstü süründürmek içindir.

    Behey
    Berkley,
    Behey Allahın
    Cebrail şeklindeki Ezraili,
    Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
    Hâlâ geziyor iskoçya köylerinde
    adımlarının sesi.
    Hâlâ uluyor adımlarının sesine
    tüyleri kanlı bir köpek.
    Hâlâ
    her gece titreyerek
    görüyor gölgeni iskoçya köylüleri
    evlerinin
    camlarında!
    Hâlâ
    kanlı beş parmağının izi var
    o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!

    Behey
    Berkley!
    Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
    Kıralın şövalyesi,
    sermayenin altın sesi,
    ve Allahın peskoposu!
    Felsefenden tüten günlük kokusu
    başımızı döndürmek içindir.
    Hayat kavgasında bizi
    dizüstü süründürmek içindir!

    Her kelimen
    kelepçelerken
    bileklerimizi,
    kıvrılan
    bir yılan
    gibi satırların
    sokmak istiyor yüreklerimizi.
    Beli hançerli bir isaya benziyor resmin.
    Sivriliyor kitaplarından ismin
    sivri yosunlu ucundan
    kızıl kan
    damlıyan
    yeşil bir diş gibi.
    Her kitabın
    diz çökmüş önünde Rabbın
    kara kuşaklı bir keşiş gibi..
    Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
    inandıracaktın?
    Biz isanın vuslatını bekleyen
    bir rahibe değiliz ki!

    Behey
    Berkley!
    Behey tilkilerin şahı tilki!
    Çalarken satırların zafer düdüğü,
    küçük bir taş parçasının en küçüğü
    imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
    hemen anlaşmak için
    bir kapı açıyorsun,
    binip Allahının sırtına
    soldan geri kaçıyorsun!
    Kaçma dur!
    Her yol Romaya gider,
    - bu belki doğrudur -
    fakat
    fikri evvel gören her felsefenin
    safsata iklimidir yelken açtığı yer!
    Bu bir hakikat
    - hem de mutlak cinsinden - !
    işte sen
    işte senin felsefen:
    Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
    cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
    parlak
    yuvarlak
    elmaya:
    «Fikirlerin bir
    terkibidir,»
    diyorsun!
    Dışımızda bize bağlanmadan
    var olan
    varlığı
    inkâr ediyorsun!

    Şu mavi deniz
    şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
    kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
    Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
    mademki kendi fikrindir umman,
    ne zaman var,
    ne mekân!
    Ne senin haricinde bir vücut
    ne senden evvel kimse mevcut,
    ne senden sonra kâinat baki
    bir sen
    bir de Allah hakikî.

    Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
    Senin dışında değil miydi
    kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
    Yoksa kendi altında sen
    kendinle mi yattın?
    Diyelim ki senden evvel baban yok
    isa gibi.
    Yine fakat bacakları arasından çıktığın
    Meryem gibi bir anan da mı yok!
    Diyelim ki yapyalnızsın
    Turu Sinada Musa gibi,
    ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
    Çok yalan söylemişsin çok.

    Sen emin ol ki Berkley
    - olmasan da zarar yok -
    bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
    biraz alay
    biraz şaka
    ve birkaç tokat
    - eldivensiz cinsinden -
    Neyleyim?
    Neş'e kavganın musikisidir.
    Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
    neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
    neş'e ... iyi şeydir vesselam,
    - baş döndürmezse eğer -
    ve işte bizimkiler
    güldüler mi,
    ağız dolusu gülüyorlar.
    Kabahat onların kuvvetinde:
    yoksa ne sende
    ne de bende!

    Dinle Berkley!
    - dinlemesen de olur -
    Biz dinleyelim:
    Beynimiz bal yoğuran
    bir kovan.
    Ona balı dolduran
    arıdır hayat.
    Aldığımız hislerin
    sonsuz derin
    pınarıdır kâinat!
    Kâinat geniş
    kâinat derin
    kâinat uçsuz bucaksız!
    Biz onun parçaları,
    biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
    Biz o bacaksızların
    - anasını inkâr etmeyen cinsi -
    Çünkü biz
    emredenlere emir verenlerden değiliz!
    Bağlıyız toprağa
    kalın halatlar gibi kollarımızla!
    Çelik dişleri şimşekli çarklılar
    koparırken kara toprağın esrarını,
    biz
    seyretmedeyiz
    cihan içinden cihanların
    doğuşunu;
    kehkeşanların
    gümüş aydınlığında!
    Görmüşüz,
    görmedeyiz
    yılların yollarında toprak oluşunu
    kızıl kadife dudaklı kızların!
    Çiziyor hareketi gözlerimize
    sonsuz maviliklerde
    kuyrukluyıldızların
    sırma saçlarından kalan izler.

    Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..

    Şu denizler,
    şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
    rüzgârların uğultusu.
    Şu ipi kopmuş
    inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
    şu bir damla su,
    uzaklaştıkça, yaklaşılan
    hakikati gizler..

    Her yeni ummanla beraber
    bir yeni imkân!
    Kâinat geniş
    kâinat derin
    kâinat uçsuz bucaksız!

    Behey!
    Berkley!
    Behey bir karış boyuna bakmadan
    Karpatları inkâr eden cüce!
    Ahrete gittiysen eğer
    oradan bir taç gönder,
    süslemek için Allahının kafasını!
    Fakat buradan
    topla hemen tarağını tasını,
    Haraç mezat!
    Haraç mezat!
    götür pazara bir pula sat:
    Topraktaki saltanatın
    göğe çıkan tahtını!

    Yok üstünde tabiatın
    tabiattan gayri kuvvet!..
    Tabiat geniş
    tabiat derin
    tabiat uçsuz bucaksız!..
    0 ...
  15. 74.
  16. 73.
  17. Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
    ses yalan söylüyorsa,
    söz
    yalan söylüyorsa,
    ellerinizden başka her şey
    herkes yalan söylüyorsa,
    elleriniz balçık gibi itaatli,
    elleriniz karanlık gibi kör,
    elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
    elleriniz isyan etmesin diyedir...

    Nazım Hikmet RAN
    2 ...
  18. 72.
  19. TAHiR iLE ZÜHRE MESELESi

    Tahir olmak da ayıp değil
    Zühre olmak da..
    Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
    Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
    Yani yürekte.
    Mesela bir barikatta dövüşerek
    mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
    mesela denerken damarlarında bir serumu
    ölmek ayıp olur mu?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    Seversin dünyayı doludizgin
    ama o bunun farkında değildir
    ayrılmak istemezsin dünyadan
    ama o senden ayrılacak
    yani sen elmayı seviyorsun diye
    elmanın da seni sevmesi şart mı?
    Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
    yahut hiç sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    Nazım Hikmet - 1947
    0 ...
  20. 71.
  21. bir ayrılış hikayesi.

    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR...
    3 ...
  22. 70.
  23. içlerinde aşkı, özlemi ve vatan sevgisi gibi yüce duyguları barındıran şiirlerdir.

    ne de olsa (bkz: nazim hikmet ran)
    0 ...
  24. 69.
  25. insan
    ya hayrandır sana, ya düşman.
    Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
    ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...

    (bkz: rubailer)
    2 ...
  26. 68.
  27. atatürk

    dağlarda tek tek,

    ışıklar yanıyordu

    ve yıldızlar öyle ışıltılı,

    öyle ferahtılar ki,

    siyah kalpaklı adam

    nasıl ve

    ne zaman

    geleceğini bilmeden

    güzel, rahat günlere inanıyordu

    ve gülen bıyıklarıyla

    duruyordu ki

    mavzerinin yanında

    birdenbire,

    beş adım sağında,

    o'nu gördü.

    paşalar o'nun arkasındaydılar

    o, saati sordu

    paşalar: ''üç'' dediler.

    sarışın bir kurda benziyordu,

    ve mavi gözleri,

    çakmak, çakmaktı.

    yürüdü...

    uçurumun başına kadar

    eğildi,

    bıraksalar,

    ince uzun bacakları üstünde yaylanarak

    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi

    kayarak,

    kocatepe'den afyon ovasına atlayacaktı.

    nazım hikmet
    2 ...
  28. 67.
  29. Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
    Günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma
    Fakat ne tuhaf şey hayalin ondan daha çok kalacak
    Benden uzun ömürlüdür muşamba...
    2 ...
  30. 66.
  31. 65.
  32. Makinalaşmak istiyorum!
    trrrrum
    trrrrum
    trrrrum!
    trak tiki tak!
    Makinalaşmak
    istiyorum!

    Beynimden etimden iskeletimden
    geliyor bu!
    Her dinamoyu
    altıma almak için
    çıldırıyorum!

    trrrrum
    trrrrum
    trrrrum!

    Mutlak buna bir çare bulacağım
    ve ben ancak bahtiyar olacağım
    karnıma bir türbin oturtup
    kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
    0 ...
  33. 64.
  34. olağanüstü şiirlerdir. insan aklının neleri düşünüp neleri kağıda dökebileceğini anlatan ve aklın ne kadar geniş olduğunu ve düşünmenin sınırlarının olmadığını yansıtan şiirler. tarif edilmesi imkansız gibi.
    1 ...
  35. 63.
  36. 46 bin mısrası kayıp olan şiirlerdir.
    1 ...
  37. 62.
  38. Nazım şiirleri okuyorsunuzdur ve akıllının biri atlar:
    - aaa solcu musun sen?
    sizin daha bunu düşünmeye fırsatınız olmamıştır ama Nazım öyle etkilemiştir ki sizi aydınlık bir yüzle
    -evet kuşkusuz! dersiniz
    1 ...
  39. 61.
  40. 11-11-1933
    Bursa
    Hapishanesi

    Bir tanem!
    Son mektubunda:
    'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun.
    'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
    diyorsun;
    'yaşıyamam! '
    Yaşarsın karıcığım,
    kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
    kızıl saçlı bacısı
    en fazla bir yıl sürer
    yirminci asırlılarda
    ölüm acısı.
    Ölüm
    bir ipte sallanan bir ölü.
    Bu ölüme bir türlü
    razı olmuyor gönlüm.
    Fakat
    emin ol ki sevgilim;
    zavallı bir çingenenin
    kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
    geçirecekse eğer
    ipi boğazıma,
    mavi gözlerimde korkuyu görmek için
    boşuna bakacaklar
    Nazıma!

    Ben,
    alaca karanlığında son sabahımın
    dostlarımı ve seni göreceğim,
    ve yalnız
    yarı kalmış bir şarkının acısını
    toprağa götüreceğim...

    Karım benim!
    iyi yürekli
    altın renkli,
    gözleri baldan tatlı arım benim:
    ne diye yazdım sana
    istendiğini idamımın,
    daha dava ilk adımında
    ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
    kellesini adamın.

    Haydi bunlara boş ver.
    Bunlar uzak bir ihtimal.
    Paran varsa eğer
    bana fanila bir don al,
    tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
    Ve unutma ki
    daima iyi şeyler düşünmeli
    bir mahpusun karısı.
    2 ...
  41. 60.
  42. Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
    sanki gidenler hiçbir zaman
    hiçbir menzile erişemeyecekti.
    Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
    Ve onlar
    ayın altında dönen ilk tekerlekti.
    Ayın altında öküzler
    başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
    ufacık kısacıktılar
    ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
    ve ayakları altından akan
    toprak,
    toprak,
    ve topraktı.
    Gece aydınlık ve sıcak
    ve kağnılarda tahta yataklarında
    oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
    Ve kadınlar
    birbirlerinden gizleyerek
    bakıyorlardı ayın altında
    geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
    Ve kadınlar
    bizim kadınlarımız:
    korkunç ve mübarek elleri
    ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
    anamız, avradımız, yarimiz
    ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
    ve soframızdaki yeri
    öküzümüzden sonra gelen
    ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
    ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
    ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
    ışıltısında yere saplı bıçakların
    oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
    kadınlar,
    bizim kadınlarımız
    şimdi ayın altında
    kağnıların ve hartuçların peşinde
    harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
    aynı yürek ferahlığı,
    aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
    Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
    ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
    Ve ayın altında kağnılar
    yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
    2 ...
  43. 59.
  44. Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
    yorulmuşsundur;
    nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
    ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
    susamışsındır;
    buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
    acıkmışsındır;
    beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
    memleket gibi yoksuldur odam.

    Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
    ayağını basdın odama
    kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
    güldün,
    güller açıldı penceremin demirlerinde
    ağladın,
    avuçlarıma döküldü inciler
    gönlüm gibi zengin
    hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

    Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
    4 ...
  45. 58.
  46. Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
    Bu memleket bizim!
    Bilekler kan içinde, dişler kenetli
    ayaklar çıplak
    Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
    Bu cehennem, bu cennet bizim!
    Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
    yok edin insanın insana kulluğunu
    Bu davet bizim!
    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    Ve bir orman gibi kardeşçesine
    Bu hasret bizim!
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük