nazim dan ve cendrars dan sonra

    .
  1. onat kutlar babanın kesinlikle okunması gereken $iiri. buyrunuz.

    Geceyarısı geçen güzden kalma birkaç yaprak kırk yıllık kahve
    renkli bahçeler ve bir minibüste
    Kartaldan eminönüne giderken uyumuş titreyen bir çırak
    Karanlık denizi köpürten dalgaları yararak çook gizli bir yere
    giden tenha bir üsküdar alanı gemisiyle
    bu yolculuğa başladım senden ayrılınca

    Balığın karnında yunus bir kumul masalı anlatmaya
    başlarken solgun belleğinde
    Söğütler ve leylak ve kara lale soğanı çorbasıyla
    işe koyulan balıkçıların ilk çektikleri ağa
    takılan dülger balığı gibi çirkin ve şaşkın ve öfkeli
    Yaralı bir arap kısrağı gibi bekleyerek ensemde yağlı kurşunu
    alanın güvertesinde öylece
    kaptan miyim kürek mi bilmeden duruyorum

    Bekçiler görünmez oldu çırak çocuklar ve köpekler
    gizlendiler kuytu köşelere
    Büyük ve paranoyak kaya devinin geniş çeneleri
    boğazından soğuk sular akıtarak çarpıyor
    birbirine ve karşı kıyıda duran solgun sevgilimin
    saçlarına kül bana ateş savuruyor
    Bütün ölü şeyler yangın yerleri eski savaşlar ve ne yapsam
    geçip gidiyor ayrılığın günleri

    Nereden çöküyor bu sis karadenizinin sularını akdenizin kuytu
    ve narların portakallara karıştığı derin koylarına ulaştırıyor
    Nereden başladı bu hüzün güz yapraklarını taa nisan günlerine
    eşiklere rıhtımlara sürükleyip
    yeniden çamura bulaştırıyor
    Alanya kalesinde uçuruma yakın doğan kara saçlı bir oğlanın
    kara keçi pöstekisinde kabaran bir kedi dili gibi diklenerek attığı
    Beyaz niyet çakıllarıyla denizin dibinde yuvarlanan binlerce milyonlarca
    büyük ve mermer güllenin uğultusu ters akıntılarla
    üsküdarın karanlık sularına nasıl geliyor?

    Alanya'da doğdum babam hakimdi
    düzlüğe, kız kaçıranlara, denizin yakın sularına geceleri
    koyunların çene kemiklerinden çift hörgüçlü develer yapıp ablamın
    ağzını büyük bir çuvaldızla diken ve bana
    korkulu masallar anlatan sırmalı nineye
    O günlerden kaldı kulağımda "yeni kesilmiş" nar
    çiçeği ve portakal yapraklarının sesi
    Ve yaşamımdan hiç eskilmeyen uçsuz deniz duygusu
    iki jandarma belirdi alanda, kaptan köprüsünde dolaşıyor
    hergele bir ekip otosunun homurtusu
    Sonra iki daha ve üç daha ve dört
    acı bir hınç rüzgarı kasıp kavuruyor içimi
    Yapraklar savuruyor derin ve çamurlu bir kuyuya
    Üstüne müsteşarların kapıcıların şoförlerin
    yarasa gibi dolaşan ozanların çocukluk anılarımın
    kocalarının dizi dibinde kadınların perşembe tacirlerinin puştların
    ve alanda kurumuş bir zakkum ağacı gibi duran benim üstume
    Bir yere gidiyor bu bozkır gemisi ardında kuyunun çevrintisini bırakıp
    ve senden uzaklaşıp sürekli
    Atlasam karanlık bir deniz

    Hep giden bir bozkır gemisiydi antep, yelkenlerini sam yeli
    yapraklardı
    Boz abalı köylüler geçerken develerle kapımızdan
    Önünde bir yasemin ağacıyla korunan karanlık ve kör mutfağın
    geniş taş döşemelerinde bir kurbağanın
    küflü ve güherçileli duvardan korkusunu
    uzun bir çocukluğun tek düşü olarak yazdım
    çiçekli sayfalarında şiirler bulunan bir deftere
    O defter araştanın ortasında elinde zindiyan asasıyla
    geçmişimize geleceğimize söven bir dilenciden
    kaçarken tekke istiklal ilkokulunun yosunlu havuzuna
    kücük bir kağıttan kayık olup battı
    Beni o gün olağanüstü öğrenciler tahtasına çaktı
    kurutma baskısıyla hocam Ali Rıza

    Saat iki. Genel iş üyesi ve bıçkın şöförüyle bir otobüs
    ışıklarını bir erken vapur gibi yakarak ve harmanlayıp
    gecikmiş sarhoşlarla erken işçileri yola koyuldu
    Bomboş alanda sıkıntıyla hatirladığım öğrencilik yıllarının
    kapısı zor kapanan kırmızı tramvayında
    balık istifi duruyorum sanki ayakta kızgın sıkışık
    Oysa yapayalnızım ve ellerinde kovalar, sopalar ve zamklarla
    uzun bacaklı yabancı kuşlar gibi gölgeleri geçen öğrenciler duvara
    bir anıyı çiziyorlar: Yarın...

    Kuru ve beyaz çakıllarla döşeli dere yataklarından
    geçerdim yağız parlak sağrılı bir atla
    Postalıma takılı bir devedikeni, şebboy kokusuyla havada
    derinlere kırmızı çiçekler çizen arıkuşları ve Lorca
    Aklımda safonun küçük memeleri saçım ateş gibi ve saman
    kokusunu uzak kentlere kadar uçuran rüzgar
    Bütün bir yaz bekleyerek sevgilimi göreceğim günü
    gene aşk şiirleri yazardım dalgın bakarak kağıtların
    denizinde yürüyen şiir gemisine o yıllarda
    fransızca öğrendim ve Hafızdan okumak için biraz farsça

    Ay battı dindi fırtına iskele ışığı sabaha karşının kör sisine
    bulanmış görünmüyor ortalık sessiz jandarmalar
    potinlerini sürüyerek çekip gittiler köfteciler sarhoşlar sabahcılar
    Kimse yok ortalıkta şimdi sen uyuyorsun bir çocuk gibi gülümseyerek
    korkularını çoğaltan düşlere bakıp
    yanımda ufacık ve gülünç bir seyis sırıtarak
    atasözleri söylüyor; demir tavında dövülür
    Herkes uyuyor gümüş saplı bir bıçak... boşver o da olsun
    Yüreğime saplanarak taa derinlerden ve aynı soruyla kıvrılarak
    acıtıyor kararan yüzümü "niçin?" anamın çini bir sandukadan
    çıkarıp şimdi bir bir bavuluma doldurduğu
    zakkum ve ateş ütüsüyle kırıştırılmış
    ilk gençlik anılarını yırtan boynuz saplı bir bıçak
    gölgeye düştü artık hiç titremeyen dünyamızı
    tam ortasından acımasız ikiye ayırarak

    Veznecilere abanoz sokağı arasındaki uzun kanalı bir laz
    arkadaşımın tekleyen motoruyla günaşırı
    geçiyor ve sakız çiğneyen ve bana kocam demeyi seven
    Ve adı kadriye miydi? göbeğinin altında uzun bıçak iziyle
    orospu sevgilime ulaştırıyordum tramvay durakları arabın
    kahvesi palamut tava şiirler ve polislerle
    vuruşurken ölen genç arkadaşlarım ıhlamur ağaçları

    Gölgeleri sahaflar ve asaf halet'in kaldırımlara düşmüş büyük
    yazı defterleri gibi ucuza satılan gençlik yılları
    O yıllarda öykülere başladım.

    Sabah oluyor ölümle yaşamın
    gerçekle düşün geçmişle geleceğin birbirine karıştığı
    Acının keskin düşüşün derin ölümün hazır olduğu saat
    Uzun bir hesaplasmayı bitiriyorum sanırım
    üsküdar gemisi dar boğazın
    en sıkışık en dolaşık ağlarından geçıyor
    Sırtımda dolu bir tabancanın horozu öttü ötecek
    Ve kupkuru dereden bir yıldırım gibi geçen şimdi'nin atı
    Artık düşle gereği iyice karıştırıyorum uyku
    ya da artık yüzünü bile unutmanın saati
    Paris bir yılbaşı gecesi karların
    üstüne düşen aydınlık ve sisli
    katedralin karşısında oymalı tahta gaveau saydam bir konyak
    Sonra yeniden gittim oraya eski kahvelerin
    yerinde yangın artıkları gibi çılgın
    ve amerikalı bir manyak
    chaillot'nun delisi bayan meerson'in her geceyarisi
    lazare'ı ölü anılarından çıkararak helva yedirdiği
    müzeler ve yaşamıma görüntünün
    bitmez tükenmez şeridini sokan sinema paris

    Üsküdar gemisi boğazdan çıktı seni düşünerek
    yazdığım bu şiir bitmek üzere
    Filmin sonu buluşamadığimız günlerin
    ayların ikindi güneşinin sonu
    Hesabı kapatan bir çizgi gibi
    karşı tepelerde ışıyan gün kırçıl bir kalabalık
    Asker asker asker bugün kızıldere bin dokuz yüz yetmiş dokuzun
    bir nisan günü ve aslında çok uzun
    bir acının bir ayrılığın bir susuzlugun
    Ardından ışıyan gün iskelede
    elele tutuşmuş bir delikanli bir kız
    günlük şeylerden konuşuyorlar derslerden vapurdan
    çok geciken devrimlerden ve yüzleri
    Tertemiz deniz gibi aydınlık sakin ve onların
    serinliğinde yeniden başlıyor yaşantımız

    Artık bu şiir bitti, sanırım
    0 ...
  2. .
© 2025 uludağ sözlük