kendisi hakkında bi halt bilmeyen insancıkların "vatan" kavramından dem vurdukları büyük şair. birincisi kendisi vatanını ve türk dilini en fazla savunan insanlardan biridir, ikincisi ise özellikle üzerine vardığı kavram özgürlük değil eşitliktir.
cehaletini entari yapan zerzevata duyurulur.
Memleket meselelerini kendine dert etmiş, memleket hasretiyle!Rusya da hayata gözlerini kapatmış türk şairidir. Dün gösterime giren 'Mavi gözlü dev' adlı filmde hapishanede iki isyancıya gaz veren, memleket meseleleriyle değil de kendi meseleleriyle hayatını geçirmiş, beceriksiz,iktidarsız, iki kadın arasında kalmış, bir karakter karakter var. Filmde Nazım Hikmet övülmüş mü yerilmiş mi anlayamadım.
Göğsümde 15 yara var!.
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!
Göğsümde 15 yara var!
Sarıldı 15 yarama
kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!
Karadeniz boğmak istiyor beni,
boğmak istiyor beni,
kanlı karanlık sular!!!
Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!...
Göğsümde 15 yara var!.
Deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!
Yandı 15 yaramdam 15 alev,
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
Kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
ÇAR-PA-CAK!! **
Hasan Bey'in vurdurduğu
Irgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağı çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında kör, sağır, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben,
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu,
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle Irgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
Irgat Osman'ın hikâyesinin yer aldığı halk türküsü
Akpınar'ın taşında
Osman'ım on beş yaşında
Osman'ımın ölümü
Kurumtere başında.
Parsamazın dağları
Horhor eder çamları
Toktamış o Hacı Ethem
(Hasan Bey'in babası)
iyi beklesin damları.
Parsamazdan geçtin mi?
Soğuk sular içtin mi?
A benim yiğit Osman'ın
Sen dünyadan geçtin mi?
Parsamazın söğüdü
Seni kimler sürüdü
Türk Ali ile Hacı Ethem
Aldı bıçağı yürüdü. "
Bu ülkenin gördüğü ve göreceği tek mavi gözlü devin, Mustafa Kemal Atatürk olduğunu unutan insanların elim bir şekilde mavi gözlü dev benzetmesini yakıştırdıkları yüce şahsiyettir hazretleri.
Şu anki dünya düzeninde elle tutulacak tek dayanağı kalmamış bir düşüncenin gerçekleşme hayallerinde yüzen insanların son kozlarından birisidir nazım hikmet.
Kendisi yaşında gençler taşla, sapanla, kazma kürekle vatan mücadelesine koşarken bu mavi gözlü dev!! kazım karabekir'e gideceğiz yalanıyla sovyetlerde okumaya gitmiştir. Bu yüzden dev'dir o çoklarının gözünde. Uzaktan gördüğü, duyduğu kahramanlığın destanını yazmakta çok zordu be kardeşim. işte bu yüzden vatansever...
Amerika şerefsizlerinin, Hirosima'ya attığı bombadan ve ya nükleer santrallerden dolayı ölen çocuklar ve kore'ye giden mehmetçikler yüzünden sadece amerika'ya verip veriştirirken, kucağında yattığı stalin'in döneminde öldürülen 4,5 milyon insandan, Kırımda yaşayan bir milyon türk'ü çoluk çocuk, yaşlı, genç demeden bir gecede trenlerle kazakistan çöllerine salan, Azerbaycan'ın 3 te birini sibiryaya süren stalin hakkında tek bir satır yazmadı, yalanmaktan başka. Bu yüzden insan...
Hayatı boyunca taraflı düşünerek şair olunabilir belki ama ne gerçek vatansever ne de insan olunmayağını bilmezler bazıları. Düşünceler beynin bir tarafını köretmişse insan vasfını yitirmiştir o anda.
Bu yüzden mavi gözlü dev'dir nazım. sırf bu yüzden.
"aha çok pis laf soktum" mantalitesinde olanların eleştirdiği kişi. ee o zaman onların tarzında cevap vereceksek şunu soralım ona; "sen ne yaptın bu ülke için?" onun için bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayalım.
bir tanem!
son mektubunda:
''başım sızlıyor,
yüreğim sersem!''
diyorsun.
''seni asarlarsa
seni kaybedersem;''
diyorsun;
yaşayamam!''
yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı!
herhalde insanların gözünü kör eden bağnazlığa, iktidar müstevlilerinin dikte ettirdiği boş masallara, eşitsizliğe, yoksulluğa, bağnazlığa karşı duyulan nefreti, yazdığı şiir ile en iyi dile getiren büyük insan. türkçe yazan türkçe söyleyen şair:
yaldızlı meşin kabı
parçalanmış kitabı
ay altında dün gece
deli bir derviş gibi
mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi
okudum saatlerce.
yaldızlı meşin kabın
parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın
çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını
sandım ki eşiyorum bir mezar toprağını...
ince el yazıları canlandı birer birer
masallarda çizilen yüzleri gösterdiler
iblis bir yılan oldu, adem havvaya kandı
kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm
koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandı
ufuklardan güvercin bekleyen nuh'u gördüm
ismail'in topuğu kumdan çıkardı zemzem
tur-u sina da musa kaldırdı kollarını
asasını vurunca yarıldı bahr-i kulzem
buldu ben-i israil kudüs'ün yollarını..
zekeriya zikrini
bir sonsuz aha verdi
doğdu isa bikrini
meryem allah'a verdi
kureyş-i muhammed'e kucak açtı medine
bir ateş mezar oldu kerbela hüseyin'e
sayfalar döndükçe bunlar hep birer birer
doğrulup devrildiler
ay battı güneş doğdu
kalbimde ateş doğdu
yaldızlı meşin kabı
parçalanmış kitabı
varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya
attım kör bir kuyuya
yazık yazık bize ki asırlarca aldandık
karanlıkta çizilen izleri görmek için
görüp yüz sürmek için
yazık yazık bize ki bir çırağ gibi yandık
ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet
çalışan esirlere isa, musa, muhammet
sade bir satır dua bir tütsü buhur verdi
masal cennetlerinin yollarını gösterdi
ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları
zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları
yine biz köleleriz efendilerimiz var
yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar
esir efendi diye koymuş da adlarını
iki bahta ayırmış arzın evlatlarını
efendi işletiyor esir işliyor gene
yine efendilerin gümüşlü sofrasından
kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından
kırıntı artık bile düşmüyor işleyene
yine biz esir geçen her günün akşamında
eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz
gece yağmur inlerken evimizin damında
ısınabilmek için güneşi bekler gibi
birbirine sokulan hasta köpekler gibi
yırtık yorganımızın altında titriyoruz
çiftimiz balyozumuz sonsuz çalışmamızla
asırlardır bağrında inleyen kazmamızla
heyecana geldi de kara toprağın kalbi
kendini teslim eden taze bir kadın gibi
çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç
biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç
efendiler gösterip sırıtan dişlerini
birer birer topluyor bütün yemişlerini
efendiler ağalar evliyalar keşişler
ebedi karanlığın boğulsun kollarında
artık temiz ruhların aydınlık yollarında
sade bir din bir hak bir kanun varsa
o da işleyen dişliler...
tahir ile zühre
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey
kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
hapisteyken kendisine acıyanlara net bir cevap veren kişidri de aynı zamanda. kendi fikirlerini açıkça beyan ettiği bu şiir de, kendisine neden acınılması gerekmediğini ifade edeen bir kişi. ölemden önce iki üzüntüsü vardı; 1. istanbul'u ve vatanını bir daha göremeyecek olmak ve kurtuluştan önce ölecek olmak. hapisteyken yazıdığı şiir aşağıdaki gibidir.
sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar bursa kalesinde.
hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,
en âlâ mertebeye ermiş yatar,
yatar bursa kalesinde.
memleket toprağındadır kökü,
bedreddin gibi taşır yükü,
yatar bursa kalesinde.
yüreği delinip batmadan,
şarkısı tükenip bitmeden,
cennetini kaybetmeden,
yatar bursa kalesinde.
...
Sonra birden anladım ki, yıllardır, ama uzun yıllardır bu tirende yaşıyorum.
- ama, bunu nasıl, neden anladığıma hâlâ şaşıyorum -
ve hep aynı büyük, aynı umutlu türküyü söyleyerek
sevdiğim şehirlerle sevdiğim kadınlardan boyuna uzaklaşıyorum
ve hasretlerini etimin içinde işleyen bir yara gibi taşıyorum
ve bir yerlere yaklaşıyorum, bir yerlere yaklaşıyorum.
Haydi güle gülü gülüm
haydi güle güle
Hani ağlamak yoktu?
Ağlama kızım,
gözüne batacak sürmelerin.
Taksiye bindin işte,
işte hapishanesinde yattığım şehrin
geçiyorsun içinden.
Şöför belki ben yaşta bir adam
dikiz aynasından bakıyor sana
anlıyor bu güzel kadının ağlamasını.
Belki onunda içerde yatanı vardır,
belki tanır beni, belki kendiside bizdendir.
Biliyorum:
Demirlerden seyrettiğim bu şehir
kaplıcalar
türbeler
ipek fabrikaları ve kocaman bir çınardır.
Ve sahici insanları
benim insanlarım
nasılda perişan...
Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur
sen gözyaşları arasından
onlara baktığın zaman.
Sen bu şehre bundan öncede geldin demek?
Sen bu şehre gelesinde beni aramayasın!
Öylemi? AĞLA GÜLÜM!
Hemde hüngür hüngür ağlamalısın.
Hayır ağlama, Allah belamı versin benim ağlama!
Etrafına bak:
Ben ve şehir çoktan arkada kaldık
ferzan özpetek in cahil periler filminde büyük ve gizli bir aşkın başlamasına sebep olan kitabın yazarı. iki kişi italyada bir kitapçıya girerler ve aynı kitabı arıyorlardır. kitaptan bir tane kalmıştır..