küçükken yaşadığım durumdur. arkadaşın gelip, oğlum .ikiyorlar lan demesi ile hadi lan oradan demiştim. orta 1'e gidiyordum. hala kızarım ona. düzgünce diyemez miydin lan, şerefsiz.
bunu öğrendiğinde erkişinin dünyası başına yıkılır. babası annesini her boşlukta çatır çatır götürmektedir.
ne bekliyordun len hala kuşların getirdiğine mi inanmak istiyorsun?
tamam sana özel bişi yapalım. seni akbabalar getirdi.*
(bkz: anne ve babanın ilişkiye girmesi)
ben çocukluğumdan beri felsefeyi seven, sorgulayan bir insanım dostlarım. tabi çocukken yaptığımın felsefe olduğunu bilmiyordum. bir oyuncağım kırılınca "neden zamanı biraz geri alamıyoruz ki? belki de mümkündür." gibi düşüncelere dalıyordum ama felsefe o zamanlar pragmatizmden ibaretti benim için. yani "bana fayda sağlasın yeter..."
neyse çocukken sıkı takip ettiğim bir dizide adam karısına çocuk istediğini söyledi ve kadını kucağına alıp koşa koşa yatak odasına gittiler. "lan?!" dedim, "nasıl yani?". leyleklerin getirmesi lazımdı, olmadı bebek bankasından alırlardı, o da olmazsa cami avlusunda bulurlardı. neden yatak odasına gitmişlerdi?
işte o an felsefenin pragmatizm kolundan ayrılıp, realizm'e kanatlanmıştım. ilmimin dışında bir gerçek vardı ve ben bunun farkındaydım, fakat neydi o gerçek?
çocukken yatak odasında yapıldığınızı düşünmek nasıl bir duygu bilir misiniz ey dostlar? bilmeyenler için söylüyorum, kendinizi elmas sanarken gümüş olduğunuzu öğrenmek gibi bir duygu. çünkü bankadan yüksek bir fiyatla alındığınızı, leyleklerin büyük zahmetle adrese teslim getirdiğini ya da cami avlusu gibi ulvi bi yerde bulunduğunuzu düşünürken, evin sadece uyumak için kullanılan yatak odasında beleşe yapıldığınızı öğreniyorsunuz.
hemen bu konuyu abime açmıştım. aslında her şeyi bildiğini, fakat yaşım küçük olduğu için bu konulara kafa yormamam gerektiğini, o yüzden anlatamayacağını söyledi.
asıl gerçeği ta ki sekiz yaşımdayken bizzat abimden öğrendim. böyle bir şey olduğu hiç aklıma gelmemişti, yıkılmıştım...