mütareke yıllarında istanbul da fuhuş

entry1 galeri0
    1.
  1. mütareke yıllarında istanbul bugün ki gibi kozmopolit bir şehir. ingiliz üniformalı Sih subayı, Senegalli Fransız çavuşu, italyan jandarması, Yunan Efsun askeri yani bin bir çeşit insan.
    işgal kuvvetlerinin yanı sıra, sayıları hayli yüksek ruslar ve ekim devriminden hemen sonra istanbul'a gelen, Beyaz Ruslar...

    istanbul'da fuhuş böyle bir ortamda yükselmişti. Varyeler Rus kızlarından oluşuyordu,'' Wrangel'' ordusunun artıkları istanbul'a pavyon'u ve gece kulübünü getirmişti; tombalacı rus kızları kahvene, kahvene dolaşarak ırk ayırt etmeden bütün kesimlere şans diliyordu...

    Resmi kayıtlara göre, Bu dönbemde istanbul'da vesikalı 2,125 fahişe çalışıyordu. vesikasız iş tutanların sayısı ise 979'du. Ve sanılanın aksine çoğunluğu müslüman kadınlar oluşturuyordu. Ve bu kadınların arasına zaman zaman katılanlar da oluyordu.
    işgal yıllarında Sıhhiye Heyeti'in raporlarına göre, vesikalı hayat kadınları şu topluluklardan oluşuyordu: Bunların 1.367'si Hristiyan ve Musevi, 804'ü Müslümandı. Beyoğlu'nda 770, Galata'da 643, istanbul'un Eminönü cihetinde 135, Kadıköy ve Üsküdar'da 177 vesikalı hayat kadını vardı. Ayrıca istanbul'da mıntıkası belirsiz 446 vesikalı hayat kadını bulunmaktaydı. Heyetin raporlarına göre istanbul'da fahişe sayısı her geçen gün artmaktaydı.

    Ve Belirttiğim gibi maalesef müslüman kadınlar başta geliyordu.

    Dersaadet Polis Mektebi Müdürü Mustafa Galib Bey'in tutuğu rapora göre, mezhebi ve tabiiyeti ''Müslim'' olan 774 fahişe vardı. Gayrimüslim Osmanlı kadınları arasında 691 Rum, 194 Ermeni ve 124 Musevi vesikayla çalışıyordu. Mustafa Galib, işgal yıllarında geçim için fuhuştan başka çözüm bulamayan Müslüman kadının ''düşüşünü'' şu satırlarla yansıtıyordu:

    ''Kelimenin bütün kudret-i manasıyla Payitaht birçok servetlerini menâbi-i gayr-i meşruaya [gayrimeşru kaynaklara] tahsis edip sarf ederken diğer taraftan zaruret-i hayatın kurbanları nazar-ı dikkati Calib bir surette tekessür ve tezayüd ediyor. Ve bu netice-i vehmeden memleketin mukadderat-ı emn [güvenliği] ve asayişi suret-i münifede [büyük ölçüde] müteessir olmakla beraber bilhassa istanbul ahali-i müslimesi bir gayyâ-i müsibete [müsibet kuyusuna] doğru yuvarlanıp gidiyor. Bittabii bunun esbâb-ı muhtelifesi vardır. Zaruret ve ihtiyaç akla vârid olan delâil-i kaviyyeden olmakla beraber memleket muhitinin ahlâken tefessuh-ı tamme uğraması da en esaslı müessirlerden biridir. Emrâz-ı ahlâkiyyenin memleketin bünye-i içtimaiyyesi üzerinde ika ettiği muhrib [harab eden] tesirleri düşünürken evvela vârid-i hâtır olacak keyfiyyet fuhuş mesele-i müzminesidir ''

    bilindiği üzere osmanlı'da yabancılara fuhuş dahil her türlü meslek serbesti ve ''ecnebi fahişe''ler kapitülasyonlarla güvence altındaydı. Yabancılarda ise başı deli petro'nun torunları çekiyordu. Rusları ise Yunan, Avusturyalı, Romen ve italyan kadınları izliyordu. Bunların adedi sırasıyla 90, 23, 21 ve 12'ydi. Ayrıca istanbul umumhanelerinde 5 Fransız, 5 Sırp, 5 Bulgar, 3 Alman, 2 Polonyalı ya da Leh, 2 Arap, 1 Yugoslav, 1 Amerikan ve 1 iranlı fahişe çalışıyordu. aralarında 12-13 yaşında küçük çocuklarıda vardı. Bu kız çocuklarında ise zührevi hastalıklar görülmüş yayılmasında da başrol olmuşlardır.

    Bu durumla ilgili en etkili kitabı ahmed rasim yazmıştır. Onun deyişiyle yakın zamanda ''fuhş-i atîk'' ya da ''eski fuhuş'' çökmüş, yerini ''fuhş-i cedid'', yani ''yeni fuhuş''a bırakmıştı.yani Eskiden birkaç mahalleye sıkışıp kalmış olan bu ''içtimai rezillik'' bulaşıcı bir hastalık gibi hanelere bulaşmış, yeni rezalet yuvaaları açmış ve yaygınlaştırmıştı. Kısaca islam ''içtimaî terbiyesi'' sarsılmıştı.

    Fuhş-i Atik adlı anı kitabında Meşrutiyet öncesi Osmanlı toplumsal yaşamından ilginç kesitler sunan Ahmed Rasim, fuhşun yayılmasını, ''fuhş-i cedid''iin ortaya çıkışını Cihan Harbi'ne bağlıyordu. Bu büyük hercümerç sırasında aile erkeği cepheye sevk edilmişti; sefalet, yoksulluk, açlık, kimsesizlik aile bağlarını çözmüştü. Geçim derdi, Osmanlı kadınını günlük rızkını sokakta aramaya sevk etmişti. Fuhuş aile yuvasına girmiş, dört bir yana saldırmıştı. Ahmed Rasim'in deyişiyle fuhuş birkaç yılda ''görenek'' olup çıkmıştı.

    Cumhuriyetin ilanıyla birlikte fahişe sayısında düşüş görülmüştür. 1925 yılında zabıta kayıtlarına göre, fahişe sayısı 2.153'di. Bunlardan 250'si Rum, 150'si Musevi, 100'ü Müslümandı. 410'u şehirli, 90'ı köylüydü. 101'inin okuma yazması vardı. 146'sı kimsesizdi ve iğfal edilerek fuhşa düşürülmüştü. Yine aynı kayıtlara göre 196'sı zaruret ve sefalet nedeniyle, 158'i kendi arzusuyla fahişeliğe başlamıştı. 346'sının ebeveyninin her ikisi, 93'ünün ebeveyninden biri fuhşa başladığı sırada ölmüştü. 61'inin ebeveyni sağdı. 313'ü evlilikten önce, 45'i boşandıktan sonra, 137'si kocası öldükten sonra fahişe olmuştu. 7'si hâlen evliydi. 261'inin çocuğu vardı. 176'sının evlilikle, 295'inin kendi rızasıyla, 30'unun ise cebren bikri izale olunmuştu. 160'ı mesleğe girmeden önce hizmetçi, besleme veya evlatlıktı.

    bu konuyla alakalı olarak hüseyin rahim'i de önemli bir kaynaktır. Türk insanının içine düştüğü sıkıntıyı namusla açlık meselesi romanında en iyi o anlatır.

    Ayşe Sünbüle'nin validesi, hanenin gelini Dürriye Hanım bir gün ortadan kaybolmuştu. Birkaç ay sonra Dürriye otomobiller, ipekler, samurlar içinde çıkıp gelecekti. Dürriye, bir bulgurcuya metres olmuştu. Savaş yıllarında spekülatörlerin bir adı da bulgurcuydu. Zira bulgur o yıllarda bulunmaz metaydı. Hüseyin Rahmi'nin öyküsünde Dürriye Hanım, Cihan Harbi yıllarında sefalete düşen namuslu bir ailenin geliniydi. Kayınpeder dilenmek zorunda kalmış, en sonunda gelin kötü yola düşerek aileye kol kanat germişti. Hüseyin Rahmi'nin kara mizahı savaş yıllarını tüm gerçekçiliği ile yansıtıyordu. Hasta kayınpeder önüne konan kocaman tepsiye ve yiyecek dolu kaplara hayretle bakarken gözleri yaşarıyordu. Öyle ya, bu kaptaki yemekler gelininin iş tutması sayesinde pişiyordu. Kısaca ailede satacak bir tek gelin Dürriye'nin bedeni kalmıştı. Öyküde kayınvalide, kocasına şöyle sesleniyordu:

    ''Ağlama... Ağlama kimsede merhamet kalmadı. Üç dört saat dilendin, eline yetmiş para koydular. Bir tiyatro şanosu üstünde göbek atsaydın yedi yüz kuruş kazanırdın. Halkı eğlendirmeli, aldatmalı, ziyana, günaha sokmalı ki ceplerin dolsun. Efendi âhir zaman oldu, âhir zaman... Şimdi günah işlemeden kimsenin karnı doymuyor.. Gazetecisi, bakkalı, çakkalı, tüccarı, bulgurcusu hep öyle yapmadılar mı? Neler vaat ettiler, bak sonra bizi ne hâle getirdiler.. Onlar alyon oldular biz dilenci.. Herkes nesi para ederse onu satıyor''

    bu alıntının üstüne fazla bir şey yazılmaz. insanın boğazı kuruyor.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük