mümtaz idil

entry4 galeri0
    4.
  1. 3.
  2. Sol gazetesinde muharrem incenin neden aday olduğu sorusuna kendince cevap vermiş yazar. Muharrem inceyi destekliyorum çünkü kk dan kurtulmamız şart ama yinede bu düşündürücü yazıyı okumalı. Buyrun;

    Muharrem ince neden aday oldu?

    CHP Yalova Milletvekili Muharrem ince’nin adaylığını açıklaması, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan’ın önünü kesmek için yapılmış bir hamledir.

    Muharrem ince, içine sindiremediğini ima ettiği Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin ihsanoğlu için Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra ikinci imzayı atan milletvekilidir ve bunu “parti disiplini” adına yaptığını duyurmuştur. Aynı parti disiplininin adaylık konusunda çalışmadığı da görülüyor. Ne dendi Muharrem ince’nin adaylığı için, anımsıyor musunuz?

    iki eski düşman Önder Sav ve Deniz Baykal, Ekmeleddin ihsanoğlu hezimetinden sonra kerhen de olsa barıştılar. Sanırsınız ki hem CHP’yi hem de ülkeyi kurtaracak, Kılıçdaroğlu’nu devirip, yerine halkta tabanı olan Muharrem ince’yi getirecekler.

    Çok değil, Muharrem ince genel başkanlığa aday olduğunu açıklamadan birkaç gün önce CHP’nin genel başkanlığını yapmış isimleri sayarak, sonuna da Baykal’ı eklemiş ve beklemeye başlamıştı. Baykal ise ertesi gün yaptığı açıklamada, Muharrem ince’nin kendi içinden geçenleri söylediğini belirterek kapıyı kapatmış, Emine Ülker Tarhan için ise kapıyı aralık bırakmıştı.

    Baykal ve Sav’a yakın çevrelerden edindiğim bilgiye göre ise, her iki eski “kurt”, tabanda karşılığı olan iki isim olduğunu ve bunlardan birinin tercih edileceğini söylemişlerdi: Tarhan ve ince.

    Ne oldu, nasıl oldu da birtakım şeyler hızla değişti ve Muharrem ince birdenbire CHP genel başkanlığına aday olduğunu açıkladı?

    Mesele Kılıçdaroğlu’nun koltuğunda kalması meselesiydi. Erdoğan kerhen Çankaya’ya çıkacak, bir çeşit oda hapsine girecek, aşağıda yeniden bir hükümet kurulup, ABD’nin isteklerine boyun eğecek. Yapılan budur.

    Tabanı milyonlarla ölçülen, Baykal ve Sav’ın ortak adayı Muharrem ince bilmiyor mu ki kazanma şansı sıfır bile değil. O halde CHP’nin genel başkanlığı macerasına niye atıldı? 81 ilin 78’i Kılıçdaroğlu diyor, bunu bilmiyor muydu Muharrem ince?

    Türkiye üzerine oynanan oyunlar, diğer ülkelerden çok da farklı değil. Bize dediler ki, adayımız Ekmeleddin. Eşeğin yavrusu sıpanın annesinin arkasından gittiği gibi, biz de tıpış tıpış sandığa gidip oy verecektik. Olmadı.

    Cumhuriyet tarihinin son kırk yıl içerisindeki en düşük katılım oranı diye yazdı gazeteler, ama şunu yazmadı: Seçim sandığına gitmeyen insan sayısı 15,5 milyon, bu ne son kırk yıl ne daha öncesi, ilk kez oluyor.

    Bir anlamda Haziran Direnişi sandıkta vücut buluyor. Sahilde olanlar, güneşi ve denizi bırakmayanlar diye istediği kadar yırtınsın Kılıçdaroğlu, asla ciddiye alınmaz. Sahildeki insanlar koşa koşa geldiler ve Ekmeleddin ihsanoğlu’na oy da verdiler. Bunun için küçük bir istatistik yapmak bile yeterliydi. Ama mesele o değildi, mesele son on iki yıldır, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geldiği son 4 yıldır yaşanan hezimetlerdi. Bunların Türkiye’nin sol seçmenine, aklı başında olan insanlarına yaptığı ezeli düşmanlığın son perdesiydi yaşadığımız seçim. Ekmeleddin ihsanoğlu “suni” yaratılmış bir adaydı, mesele Erdoğan’dan kurtulmak meselesiydi ABD ve ortakları için, baktılar ki tabanda yüzde 40-45 oyu olan bir adamı silmek o kadar kolay değil, Köşk’e itiverdiler. Daha önceleri olsa, küçük bir askeri darbe ile işlerini hallederlerdi, ama istikrarsız bir Türkiye de işlerine gelmediği için, Erdoğan’ı Köşk hapsine mahkum ettiler. Üstelik de, “senin bütün müritlerinin toplamı yüzde 52 bile değil” diyerek.

    New York Times’ta bundan üç-dört ay önce önemli bir makale yayınlanmıştı. Bizim malum basın bunu hiç görmedi, doğal olarak günlük gazete alan ve televizyondaki saat başı haberleri izleyen insanlarımız da bu makaleden haberdar olmadı.

    Dedi ki New York Times’da yazan yazar: ABD Erdoğan’dan kurtulmak istiyor ve bunun planlarını yapıyor. Nasıl kurtulacağı konusunda bir karara varmış değil, ama kurtulacak.

    Kurtuldu.

    Artık Erdoğan, Anayasa’yı değiştirecek güçte bir oy ve milletvekil potansiyeline ulaşamadığı sürece, Köşk’te oturmak zorunda ve her yaptığı müdahale Anayasa’yı ihlale yol açmakta. Partili cumhurbaşkanı olamaz yürürlükteki Anayasa gereği, devlet başkanı da olamaz, Abdullah Gül’den farklı bir tablo çizemez. Davutoğlu’nu Başbakan atayacak, telefonla her akşam hükümeti idare etmeye kalkışacak, ama telefonla bu iş olmaz.

    Zor bir dönemece girdi Erdoğan ve Köşk’e hapsedildi.

    imralı’dan farklı değil artık.

    Sonuçta Türkiye, kifayetsiz muhalefete rağmen bir başka raya geçti, makası değiştiren ise muhalefet ya da bizler değildik.

    Haziran Direnişi de değildi.

    Yeni bir okyanusa yelken açıyoruz, ama kaptan dümeninde yokuz.
    1 ...
  3. 2.
  4. harika bir yazı kaleme almış savaş ile ilgili malum gündem suriye...

    Savaş, insanlık suçlarının en aşağılık olanıdır. Çünkü savaş, yoksul
    insanları vurur; zengini daha zengin yapar, savaş zenginleri üretir,
    siyasi iktidarları tüm yolsuzluklarından korur.
    Savaş bunun için istenir.

    Savaşı isteyenler asla savaşa katılmayanlardır.

    Savaşlarda ön saflarda bulunanlar asla ne için savaştığını bilmeyen
    zavallılardır ve önce onlar ölür. Nereye götürüldüklerini ve niçin
    götürüldüklerini bilmeden bir kavganın ortasına bırakılırlar ve onları
    savaşa götüren egemen güçler oldukça uzaklardan bir yerden olanı
    biteni seyreder.

    Sonra "kahraman" diye sırtını sıvazlarlar.
    Böylesine aşağılık bir iştir savaş.

    Siz hiç savaşlarda "patronların" öldüğünü gördünüz mü?

    Savaş; kredi kartı borcunuzu ortadan kaldırmaz, kira borçlarınızı da,
    banka kredilerini de... Yaratılan kaos dindiğinde, eğer sağ kalmayı
    başarırsanız, tüm sorunlarınız eskisinden daha da ağır olarak yine
    önünüze konacaktır.

    Savaş bizim gibi sıradan insanlar için asla çözüm değil, tam tersi bir yıkımdır.
    Size ateş etmeyi öğretirler, bunun anlamı insan öldürmektir. Bir
    insanı öldürmenin ne büyük bir işkence olduğunu bildiğiniz halde,
    savaş psikolojisi altında karşınızdakini düşman gördüğünüzden, bunun
    bir "sevap" olduğu size anlatılır.

    Dinsel savaşlarda bu "gavur" öldürmek olarak önünüze konur, diğer
    savaşlarda ise ülkenin gururu diye yutturulur.
    Savaş öyle bir ikilemdir ki, elinize tutuşturulan silahı
    ateşlemediğiniz anda öleceğinizi de bilmektesiniz. Karşınızda, sizin
    gibi başka bir ülkenin yoksul insanları ellerinde silahla
    beklemektedir. Ya o sizi vuracaktır, ya da siz onu. Her iki durumda da
    felaket kapıdadır.

    Suriye ile yaratılan gerginlik, iki Müslüman toplumun birbiriyle
    kapışmasıdır. Karşı karşıya geldiğinizde silahınızı aşağı indirip,
    "biz birbirimizi neden öldürüyoruz," sorusunu bile soramayacak kadar
    öldürmeye kurgulanmış insanlar haline getirileceksiniz, bu doğru mu?
    Kutsal kitaplarda öldürme yasaklanmasına rağmen, savaşta düşmanı
    öldüren kişinin günah işlemiş sayılmayacağı belirtilmiştir.
    Lev Nikolayeviç Tolstoy, "Savaş Üzerine" adlı kitabında, her kışlada
    asılı olan şu cümleye yer verir: "Üç kişi sana saldırdığında,
    birincisinin hançerle, ikincisinin tüfekle, üçüncüsünün ise süngüyle
    canını al... Süngün kırılmışsa dipçikle vur. Dipçik de kırılmışsa
    yumruklarınla vur. Yumrukların iş göremiyorsa dişlerini geçir."

    Vahşetin boyutları...

    Üstelik bunu kendi insiyatifinizle yapmıyorsunuz, size emir verildiği
    için yapıyorsunuz. Sözde sorumluluk onlardaymış gibi görülüyor; ama
    insan öldürüyorsunuz. Oysa, komutanlar, siyasiler ve patronlar dahil
    hiçbir güç insanı canı istediği için ölü bedene dönüştürmemelidir.
    Müslümanlığın vicdanı, hangi mertebede olursa olsun bir başkasının
    diğerine "öldür" emri veremeyeceği üzerine kuruludur.
    Peki bu Ortadoğu'da oynanan oyunlar ne?

    Müslümanlığın gereğini yerine getirecekseniz ve Tanrı'nın buyruklarına
    göre davranmanız gerekiyorsa, biran önce savaş sloganından
    vazgeçeceksiniz. Öldürme üzerine kurulu bu zenginler mücadelesine
    ortak olmamaya yemin edeceksiniz.

    Askerin Tanrı'nın savaşçısı olduğunu söyleyen sahte Müslümanlara
    aldırmayacaksınız. Onların dini bilgilerinden kuşku duymanız gerek.
    Ölümle biten her "oyun" dağarcığınızın en derinlerindeki vicdanı bile
    sorgulayacak ve sizi kendi inançlarınız karşısında mahkum edecektir.
    Yalnızca korkan kişi yenilir safsatalarına yüz vermeyeceksiniz.
    Cesaretin savaşmak olduğunu anlatanlara sırtınızı döneceksiniz.
    insanca yaşamın herkesin hakkı olduğunu tekrarlamak zorundasınız.
    Gerçek inanç bu düşüncenin altında yatmaktadır.

    Her savaş bir ölüm makinasıdır ve milyonlarca kadın ve çocuğun yalnız
    kalmasına neden olacaktır. Tek bir soru önem kazanmaktadır burada: Ne
    için?

    Kurtuluş Savaşı sırasında bu ülkenin devamını sağlayabilmek adına
    binlerce şehit verildiğini aklınıza getirin ve bugün o şehitlerin ne
    adına öldüklerini bir düşünün? istenen koşulların yerine getirilip
    getirilmediği, insanların bu ülkenin milli gelirinden eşit pay alıp
    almadığı, yaşam koşullarının arzu edilen düzeyde olup olmadığı vs...
    Cesur insanı Tanrı korur yalanına da yüz vermeyiniz. Savaşta cesurlar
    ilk ölen aptallardır. Kimsenin de koruduğu yoktur.

    http://www.odatv.com/n.ph...ilmayanlardir--2306121200
    2 ...
  5. 1.
  6. devrinin en derin entellektüellerinden biri. edebiyatçı yazar. tenkit ustası. odatv ankara temsilcisi.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük