harika bir yazı kaleme almış savaş ile ilgili malum gündem suriye...
Savaş, insanlık suçlarının en aşağılık olanıdır. Çünkü savaş, yoksul
insanları vurur; zengini daha zengin yapar, savaş zenginleri üretir,
siyasi iktidarları tüm yolsuzluklarından korur.
Savaş bunun için istenir.
Savaşı isteyenler asla savaşa katılmayanlardır.
Savaşlarda ön saflarda bulunanlar asla ne için savaştığını bilmeyen
zavallılardır ve önce onlar ölür. Nereye götürüldüklerini ve niçin
götürüldüklerini bilmeden bir kavganın ortasına bırakılırlar ve onları
savaşa götüren egemen güçler oldukça uzaklardan bir yerden olanı
biteni seyreder.
Sonra "kahraman" diye sırtını sıvazlarlar.
Böylesine aşağılık bir iştir savaş.
Siz hiç savaşlarda "patronların" öldüğünü gördünüz mü?
Savaş; kredi kartı borcunuzu ortadan kaldırmaz, kira borçlarınızı da,
banka kredilerini de... Yaratılan kaos dindiğinde, eğer sağ kalmayı
başarırsanız, tüm sorunlarınız eskisinden daha da ağır olarak yine
önünüze konacaktır.
Savaş bizim gibi sıradan insanlar için asla çözüm değil, tam tersi bir yıkımdır.
Size ateş etmeyi öğretirler, bunun anlamı insan öldürmektir. Bir
insanı öldürmenin ne büyük bir işkence olduğunu bildiğiniz halde,
savaş psikolojisi altında karşınızdakini düşman gördüğünüzden, bunun
bir "sevap" olduğu size anlatılır.
Dinsel savaşlarda bu "gavur" öldürmek olarak önünüze konur, diğer
savaşlarda ise ülkenin gururu diye yutturulur.
Savaş öyle bir ikilemdir ki, elinize tutuşturulan silahı
ateşlemediğiniz anda öleceğinizi de bilmektesiniz. Karşınızda, sizin
gibi başka bir ülkenin yoksul insanları ellerinde silahla
beklemektedir. Ya o sizi vuracaktır, ya da siz onu. Her iki durumda da
felaket kapıdadır.
Suriye ile yaratılan gerginlik, iki Müslüman toplumun birbiriyle
kapışmasıdır. Karşı karşıya geldiğinizde silahınızı aşağı indirip,
"biz birbirimizi neden öldürüyoruz," sorusunu bile soramayacak kadar
öldürmeye kurgulanmış insanlar haline getirileceksiniz, bu doğru mu?
Kutsal kitaplarda öldürme yasaklanmasına rağmen, savaşta düşmanı
öldüren kişinin günah işlemiş sayılmayacağı belirtilmiştir.
Lev Nikolayeviç Tolstoy, "Savaş Üzerine" adlı kitabında, her kışlada
asılı olan şu cümleye yer verir: "Üç kişi sana saldırdığında,
birincisinin hançerle, ikincisinin tüfekle, üçüncüsünün ise süngüyle
canını al... Süngün kırılmışsa dipçikle vur. Dipçik de kırılmışsa
yumruklarınla vur. Yumrukların iş göremiyorsa dişlerini geçir."
Vahşetin boyutları...
Üstelik bunu kendi insiyatifinizle yapmıyorsunuz, size emir verildiği
için yapıyorsunuz. Sözde sorumluluk onlardaymış gibi görülüyor; ama
insan öldürüyorsunuz. Oysa, komutanlar, siyasiler ve patronlar dahil
hiçbir güç insanı canı istediği için ölü bedene dönüştürmemelidir.
Müslümanlığın vicdanı, hangi mertebede olursa olsun bir başkasının
diğerine "öldür" emri veremeyeceği üzerine kuruludur.
Peki bu Ortadoğu'da oynanan oyunlar ne?
Müslümanlığın gereğini yerine getirecekseniz ve Tanrı'nın buyruklarına
göre davranmanız gerekiyorsa, biran önce savaş sloganından
vazgeçeceksiniz. Öldürme üzerine kurulu bu zenginler mücadelesine
ortak olmamaya yemin edeceksiniz.
Askerin Tanrı'nın savaşçısı olduğunu söyleyen sahte Müslümanlara
aldırmayacaksınız. Onların dini bilgilerinden kuşku duymanız gerek.
Ölümle biten her "oyun" dağarcığınızın en derinlerindeki vicdanı bile
sorgulayacak ve sizi kendi inançlarınız karşısında mahkum edecektir.
Yalnızca korkan kişi yenilir safsatalarına yüz vermeyeceksiniz.
Cesaretin savaşmak olduğunu anlatanlara sırtınızı döneceksiniz.
insanca yaşamın herkesin hakkı olduğunu tekrarlamak zorundasınız.
Gerçek inanç bu düşüncenin altında yatmaktadır.
Her savaş bir ölüm makinasıdır ve milyonlarca kadın ve çocuğun yalnız
kalmasına neden olacaktır. Tek bir soru önem kazanmaktadır burada: Ne
için?
Kurtuluş Savaşı sırasında bu ülkenin devamını sağlayabilmek adına
binlerce şehit verildiğini aklınıza getirin ve bugün o şehitlerin ne
adına öldüklerini bir düşünün? istenen koşulların yerine getirilip
getirilmediği, insanların bu ülkenin milli gelirinden eşit pay alıp
almadığı, yaşam koşullarının arzu edilen düzeyde olup olmadığı vs...
Cesur insanı Tanrı korur yalanına da yüz vermeyiniz. Savaşta cesurlar
ilk ölen aptallardır. Kimsenin de koruduğu yoktur.
Sol gazetesinde muharrem incenin neden aday olduğu sorusuna kendince cevap vermiş yazar. Muharrem inceyi destekliyorum çünkü kk dan kurtulmamız şart ama yinede bu düşündürücü yazıyı okumalı. Buyrun;
Muharrem ince neden aday oldu?
CHP Yalova Milletvekili Muharrem incenin adaylığını açıklaması, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhanın önünü kesmek için yapılmış bir hamledir.
Muharrem ince, içine sindiremediğini ima ettiği Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin ihsanoğlu için Kemal Kılıçdaroğlundan sonra ikinci imzayı atan milletvekilidir ve bunu parti disiplini adına yaptığını duyurmuştur. Aynı parti disiplininin adaylık konusunda çalışmadığı da görülüyor. Ne dendi Muharrem incenin adaylığı için, anımsıyor musunuz?
iki eski düşman Önder Sav ve Deniz Baykal, Ekmeleddin ihsanoğlu hezimetinden sonra kerhen de olsa barıştılar. Sanırsınız ki hem CHPyi hem de ülkeyi kurtaracak, Kılıçdaroğlunu devirip, yerine halkta tabanı olan Muharrem inceyi getirecekler.
Çok değil, Muharrem ince genel başkanlığa aday olduğunu açıklamadan birkaç gün önce CHPnin genel başkanlığını yapmış isimleri sayarak, sonuna da Baykalı eklemiş ve beklemeye başlamıştı. Baykal ise ertesi gün yaptığı açıklamada, Muharrem incenin kendi içinden geçenleri söylediğini belirterek kapıyı kapatmış, Emine Ülker Tarhan için ise kapıyı aralık bırakmıştı.
Baykal ve Sava yakın çevrelerden edindiğim bilgiye göre ise, her iki eski kurt, tabanda karşılığı olan iki isim olduğunu ve bunlardan birinin tercih edileceğini söylemişlerdi: Tarhan ve ince.
Ne oldu, nasıl oldu da birtakım şeyler hızla değişti ve Muharrem ince birdenbire CHP genel başkanlığına aday olduğunu açıkladı?
Mesele Kılıçdaroğlunun koltuğunda kalması meselesiydi. Erdoğan kerhen Çankayaya çıkacak, bir çeşit oda hapsine girecek, aşağıda yeniden bir hükümet kurulup, ABDnin isteklerine boyun eğecek. Yapılan budur.
Tabanı milyonlarla ölçülen, Baykal ve Savın ortak adayı Muharrem ince bilmiyor mu ki kazanma şansı sıfır bile değil. O halde CHPnin genel başkanlığı macerasına niye atıldı? 81 ilin 78i Kılıçdaroğlu diyor, bunu bilmiyor muydu Muharrem ince?
Türkiye üzerine oynanan oyunlar, diğer ülkelerden çok da farklı değil. Bize dediler ki, adayımız Ekmeleddin. Eşeğin yavrusu sıpanın annesinin arkasından gittiği gibi, biz de tıpış tıpış sandığa gidip oy verecektik. Olmadı.
Cumhuriyet tarihinin son kırk yıl içerisindeki en düşük katılım oranı diye yazdı gazeteler, ama şunu yazmadı: Seçim sandığına gitmeyen insan sayısı 15,5 milyon, bu ne son kırk yıl ne daha öncesi, ilk kez oluyor.
Bir anlamda Haziran Direnişi sandıkta vücut buluyor. Sahilde olanlar, güneşi ve denizi bırakmayanlar diye istediği kadar yırtınsın Kılıçdaroğlu, asla ciddiye alınmaz. Sahildeki insanlar koşa koşa geldiler ve Ekmeleddin ihsanoğluna oy da verdiler. Bunun için küçük bir istatistik yapmak bile yeterliydi. Ama mesele o değildi, mesele son on iki yıldır, Kılıçdaroğlunun CHPnin başına geldiği son 4 yıldır yaşanan hezimetlerdi. Bunların Türkiyenin sol seçmenine, aklı başında olan insanlarına yaptığı ezeli düşmanlığın son perdesiydi yaşadığımız seçim. Ekmeleddin ihsanoğlu suni yaratılmış bir adaydı, mesele Erdoğandan kurtulmak meselesiydi ABD ve ortakları için, baktılar ki tabanda yüzde 40-45 oyu olan bir adamı silmek o kadar kolay değil, Köşke itiverdiler. Daha önceleri olsa, küçük bir askeri darbe ile işlerini hallederlerdi, ama istikrarsız bir Türkiye de işlerine gelmediği için, Erdoğanı Köşk hapsine mahkum ettiler. Üstelik de, senin bütün müritlerinin toplamı yüzde 52 bile değil diyerek.
New York Timesta bundan üç-dört ay önce önemli bir makale yayınlanmıştı. Bizim malum basın bunu hiç görmedi, doğal olarak günlük gazete alan ve televizyondaki saat başı haberleri izleyen insanlarımız da bu makaleden haberdar olmadı.
Dedi ki New York Timesda yazan yazar: ABD Erdoğandan kurtulmak istiyor ve bunun planlarını yapıyor. Nasıl kurtulacağı konusunda bir karara varmış değil, ama kurtulacak.
Kurtuldu.
Artık Erdoğan, Anayasayı değiştirecek güçte bir oy ve milletvekil potansiyeline ulaşamadığı sürece, Köşkte oturmak zorunda ve her yaptığı müdahale Anayasayı ihlale yol açmakta. Partili cumhurbaşkanı olamaz yürürlükteki Anayasa gereği, devlet başkanı da olamaz, Abdullah Gülden farklı bir tablo çizemez. Davutoğlunu Başbakan atayacak, telefonla her akşam hükümeti idare etmeye kalkışacak, ama telefonla bu iş olmaz.
Zor bir dönemece girdi Erdoğan ve Köşke hapsedildi.
imralıdan farklı değil artık.
Sonuçta Türkiye, kifayetsiz muhalefete rağmen bir başka raya geçti, makası değiştiren ise muhalefet ya da bizler değildik.
Haziran Direnişi de değildi.
Yeni bir okyanusa yelken açıyoruz, ama kaptan dümeninde yokuz.