mustafa kemal atatürk 2 saatte ne kadar anlatılabilirse o kadar anlatan bir belgesel. izlerken bile yorulmamak, duygulanmamak elde değil.
sinemadan çıkınca etkisinden kurtulamayıp, etrafa daha farklı gözlerle bakmaya başlıyorsun. sonra aklına daha çükünün yerini bile bulamadan burada at koşturanlar, götünde sıcak minderle atatürk'e tabu diyenler geliyor. iğreniyorsun, yazacak bir şey bulamıyorsun.
neticesinde bu vatanın ne kadar zor şartlar altında kurulduğunu en iyi anlatan belgesel. yakacak mum bile bulunamadığı günlerden bu günlere.
mustafa belgeselini en anlamlı mekanda, dolmabahçe sarayı'nda izlemek büyük keyifti. ama yazının en başında söylemeliyim ki; hayalimde canlandırdığım o görkemli belgeseli bulamadım. oysa can dündar, sabancı grubu, goran bregoviç ve ntv isimlerinin bir araya gelmesi beni çok heyecanlandırmıştı. ama bu giriş cümlelerini okuyup da sakın mustafa'yı izlememezlik etmeyin. zira benim müşkülpesentliğim, can dündar'ın bugüne dek yaptığı işlere duyduğum muazzam saygıdan ve beklentimin yüksekliğinden kaynaklanıyor olabilir. ama kendi adıma söylemeliyim ki, "sarı zeybek"in bende yarattığı etki bambaşkaydı. yine de can dündar ve ekibi bugüne kadar atatürk'le ilgili film ve belgesellerde eksik bıraktığımız "insan" kesitini tamamlamak için olağanüstü çaba harcamış. biz bugüne kadar mustafa kemal atatürk'ü, üzerine giydirdiğimiz zırhlarla hantallaştırdık. onu böylece yücelteceğimizi sanırken, sadece "büstten" ibaret hale getirdik. can dündar ise onu olabildiğince sadeleştirip, "mustafa" düzeyinde saflaştırmış, durulaştırmış, arındırmış. kuşkusuz, bugüne kadar bize dikte ettirilen atatürk'le ilgili "büst-seller" eserlerin yanında mustafa çok daha sıcak, çok daha gerçekçi bir etki bırakıyor. bu haliyle "mustafa"nın da "atatürk" kadar görkemli ve etkileyici bir kişilik olduğunu fark ediyor, mustafa kemal atatürk'e daha çok saygı duyuyorsunuz... mustafa belgeseli, atatürk'ün derinlerde sakladığı gizli kaygılarını da gün ışığına çıkardı. büyük önder, sevdiklerine yazdığı mektupların tümünü "beni unutmayınız" sözüyle sonlandırırmış. ankara'daki istasyon binasında mum alacak paraları kalmayıp da karanlıklara gömüldükleri bir gecede, yaveri ali çavuş'a adeta yalvarmış: "ben karanlıkla uyuyamam be çocuk... çabuk bir hal çaresi bul..." ali çavuş, bir gaz lambası bulup, mustafa kemal'in başucuna asmış. belli ki atatürk'ümüzün hayatta iki büyük korkusu varmış: karanlıkta uyumak ve unutulmak... bugün karanlıklar içinde onu unutturmaya niyetlenenlere inat, bir kez daha haykırıyorum: paşam, bu kalp seni unutur mu?..
--spoiler--
Kesinlikle eleştirilmemesi gereken film. Atatürk içki içiyordu sigara da içiyordu bunu zaten herkes biliyor ya da eğlenceye düşkün de olabilirdi. Neden bu kadar tepki yaratıldı. Yıllardır kurduğumuz tabular yüzünden Atatürk'ü putlaştırdık, ona insanüstü güçleri olan, mükemmel insan muamelesi yaptık ama yok böyle birşey evet Atatürk sıfırdan bir devlet kurdu, çok iyi bir askerdi ve siyasetçiydi ama mükemmel bir insan değildi. Hangimiz mükemmeliz, hangi türk genci içki içmiyor ki ya da hangi türk gencinin sevgilisi yok. Atatürk'ün cepheden sevgilisine gönderdiği mektup mu gözümüze batıyor. Her şeye tek taraflı baktığımız için böyleyiz, zamanında bize Atatürk'ü doğaüstü bir insan gibi öğrettikleri için hazmedemiyoruz bunları. Zaten Can Dündar'da filmin kendisinde çok güzel anlatıyor olayı şu sözleriyle Atatürk'ün eğlenceye ve zevke olan düşkünlüğü ne bağımsız bir Türk devleti kurmasına ne de savaşı kazanmasına engel olmuştur!
Bizi ilgilendiren kısmı da budur zaten gerisi boş...
**mustafa kemal'in annesi zübeyde hanım vefat ediyor. şatafatlı bir mezar yapılıyor ama mustafa kemal bunu istemeyip bir mezar taşına sade bir şekilde "atatürk'ün annesi zübeyde burada yatıyor" yazdırıyor. oysaki kendisine henüz atatürk soyadı verilmemişken!
**bok yeme ise şu şekilde: sakarya meydan savaşındaki bildiğin "hilal taktiği", kartaca kralı hanibal'in romalıları yendiği taktik şeklinde lanse ediliyor. ne hanibali ne roması ya! malazgir'te mohaç'ta haçova'da kullanılan hilal taktiği desene can!
çoğu haksız olmak üzere, eleştiri bombardımanına tutulan film.
zaten bizim ülkemizde herkes sinema eleştirmeni, herkes yorumcu, herkes her şeyin profesörü, hal böyle olunca; hiçbir şey, güzel, kaliteli ve başarılı olamıyor, illaki her şey, eksik, her şey yarım, her şey başarısız.
birincisi: can dündar bu filmi yaparken defalarca dedi ki; 'ben atatürk'ü anlatmayacağım, mustafa'yı anlatacağım, filme ona göre gelin, ona göre bakın' dedi ama bizim yüce halkımız ve özellikle zekaları nevi şahsına münhasır gençlerimiz, bunu idrak edemediler.
vay efendim, atatürk'ün alkolik, ayyaşın teki olduğu anlatılmış
atatürk'ün dinci olduğu anlatılmış ( dincilerin hoşuna gitmiş miş )
vay efendim, atatürk'ün her yere kendi heykellerini diktiren bir diktatör olduğu anlatılmış
filmde atatürk'ün çocuk sevgisinden bahsedilmemiş
cephede bile, kadınlarla yazışmaktan kendini alamayan bir kadın düşkünü olduğu anlatılmış
yok efendim, atatürk'ün dinsiz olduğu ( inançsız olduğu ) anlatılmış
vs vs ... daha buna benzer bir yığın zırva, bu eleştirilerin hepsi sözlüğümüz dahil, tüm platformlarda yapıldı...
( üstelik bu eleştirileri yapanlar arasında filmi izlemeyenler azımsanmayacak kadar çok ! )
'vay a.q yaaa' diyesi geliyor insanın, ulan herkes aynı filmden mi bahsediyor acaba? diye sormaktan da kendini alamıyor.
şimdi birazcık geriye saralım ve baştan alalım, bir:
filmden, atatürk'ün alkolik, ayyaş birisi olduğu mesajını çıkaranlar; yahu atatürk'ün sirozdan öldüğünü, daha ilkokul 2. ya da 3. sınıfta öğrenmedik mi zaten? siroz nedir? neden siroz olur insan? (bkz: siroz) önce buna bir göz atın.
kaldı ki; atatürk'ün rakıyı seven birisi olduğu da herkesçe bilinir, izmir kurtulduğunda ilk işi ; denize nazır rakı içmek olmuş ( gayet insancıl bir şey bence ) onun yerinde kim olsa ( rakıyı seven ) aynı şeyi yapmayacak mıydı?
ve filmde de zaten anlatılmış 'bu beden bu başı kaldırmıyor artık, o yüzden çok içiyorum' demiş, kıçıyla izlemeyenler hatırlayacaktır.
gelelim filmden, atatürk'ün dinci olduğu mesajını çıkaranlara; bunu söyleyenlerin %90 ı, meclis açılışında, cuma namazına gittiği, açılış sırasında hatim indirttiği ve kurban kestirdiği için bu kanıya varmışlardır ki; yine filmi kıçıyla izleyenler bu güruhtandır.
hilafet, atatürk'ün ölüm fermanını imzalamıştır, halife ' kesinlikle atatürk'ün ortadan kaldırılmasını' istemiştir, bu durumda, ülkeyi kurtarmak için yıllardır kafasında canlandırdığı senaryoyu hayata geçirmek isteyen atatürk, halkın desteğini almak ve bu ölüm fermanından kendisini sıyırmak için ( yine gayet insancıl ve her zeki insanın yapacağı gibi ) meclis açılışını cuma namazına denk getirir, hatim indirtir ve kurban kestirir.
filmde de, can dündar, bu durumu gayet güzel ve insancıl bir dille anlatmıştır, sonunda da demiştir ki; 'hilafetten, intikamını daha sonra alacaktı' ( ya da buna benzer bir şey )
filmden, atatürk'ün çocuk sevgisi yoktu mesajını çıkaran aziz kardeşlerime gelince: özellikle 6 kasım 2008 genç bakış programında aşırı zeki bir hanımefendi * 'caaan beeeey, atatürk çocukları çok severdi, o tam anlamıyla bir çocuk hayranıydı ama siz ne 23 nisandan ne de çocuk sevgisinden bahsetmemişsiniz, bu durumu nasıl açıklıyciyaaak ciyaaak sınız?' diye çemkirdi ki; bence bunu savunanlar, beyaz perdeye kıçlarıyla bile bakamamış, büyük ihtimalle uyuyakalmış aptallardır.
yahu bu adam, atatürk'ün cepheye giderken ( yanılmıyorsam trablusgarp ) yoldaki, insan ve hayvan ölülerine, yine gayet insancıl bir endişe ve üzüntüyle baktığını, not defterine; savaşın nasıl bir yıkım olduğuna dair yazılarını yazarken, yolda karşılaştıkları onlarca,anasız babasız kalmış çocuktan birini evlat edindiğini, diğerlerine ise ancak o durumda para vermekle yetindiğini ( yetinmek zorunda kaldığını ) anlatmamış mı filmde?
bundan âlâ çocuk sevgisi mi olur? diyelim ki; atatürk'ün çocuk sevgisini, yoğun istek üzerine, özellikle 23 nisana vurgu yaparak anlatsaydı can dündar, o zaman da ;
'yaaa zaten ilkokuldan beri bildiğimiz, klasik şeyleri anlatmışsınız ama can bheeeeyyy, ı ıhh olmamış benceaaa' demiyecek miydiniz lan? bence diyecektiniz.
atatürk'ün kendi heykellerini zorla diktiren bir diktatör olduğunu düşünen traktörlere gelince: lütfen bir kere olsun mantıklı düşünün, kendinizi atatürk'ün yerine koyun,
savaştan henüz çıkmış bir ülke, büyük bir zafer kazanılmış lakin yorgun ve bitap düşmüş bir millet var, yoksulluk ve cahillik had safhada, tam anlamıyla boşlukta ve her an her şeyi yanlış anlayacak, yanlış tepkiler verebilecek bir millet, onun yanında halihazırda bu milleti yeniden dağıtmak isteyen, atatürk'ün bu büyük başarısını kıskanıp, onu yerinden etmek isteyen, halkın gözünde küçültmek isteyen bir yığın bedbahtla dolu bir ülkede,
siz de takdir edersiniz ki; onca emeğin boşa gitmemesi için, türlü zorluklarla kazanılmış bağımsızlığı, iradeyi ve ülke genelindeki tam hakimiyeti kaybetmemek için, atatürk'ün yaptığını hepiniz yapar ve bir şekilde elinizi masaya vurup 'lider benim, ona göre' derdiniz ve o zamanın şartları gereği, heykel diktirmek bunu yapmanın yollarından biri ve bence en güçlü olanıydı. ( yine filmi kıçıyla izlememiş olan herkes aynen bu yazdıklarımı görmüşlerdir )
ve atatürk, 'kadınlarla yazışan, gördüğüne mujukks yapan, kadın düşkünü biriydi' diyenler, daha doğrusu filmden bunu anlayanlar, size hiçbir şey demek istemiyorum aslında ama başladık, bitirelim;
şimdi bir erkek düşünün, yakışıklı, zeki, eğitimli ve genç ! sizce bu erkekğin ( kim olursa olsun ) kadınlardan uzak durması mümkün mü? lütfen bu soruya objektif ve yalansız cevap verin...
bence mümkün değil,
zaten filmde; 'atatürk işi gücü bıraktı, karıyla kızla o çadır senin bu çadır benim, gönül eğlendirdi ey aziz millet, uyanın' diye bir şey yok, az önce bahsettiğim her erkeğin yaşayabileceği karşı cins münasebetleri yaşamış ( çoğunluğu istanbul'da askeri mektepteyken olmak üzere ) onun dışında, ilerleyen yaşlarında, zaten cepheden cepheye gezip dolaştığı ve bir ülke kurtarıp yeni bir ülke kurmak hevesiyle yanıp tutuştuğu için karşı cinsle olan münasebetini sadece maktuplaşmaya indirgemiştir, onu da çok görüyorsanız, siz hayvansınız demektir.
can dündar da, aynen bu yazdıklarımı, gayet güzel bir şekilde, sağlam belge ve kanıtlarla ( mustafa kemal imzası taşıyan, kendi el yazısı mektuplarıyla ) filmde bize sunmuştur.
izlemesini ve anlamasını bilen herkes, bugüne kadar bize anlatılan atatürk'ten çok farklı birini ( mustafa'yı ) filmde görebilmiştir, sadece bir tek örnek vereceğim, daha önce de yazmıştım.
hani bir fikriye hanım vardı, atatürk'ün ilk göz ağrısı, ankara'ya gelip kendi elleriyle, çok sevdiği mustafa'ya, çankaya köşkü nü hazırlamıştı, akşamları büyük bir merakla onu pencerede bekler, yemek hazırlar, yemekten sonra da yine kendi elleriyle, ona en çok özlediği, rumeli türkülerini piyanoda çalardı vs vs vs... yani onu seviyordu, mustafa'da fikriye'yi seviyordu, lakin mustafa'nın çok işi vardı ve malesef bu işler onu sevdiği kadından bile uzaklaştıracak kadar ehemmiyet arz ediyordu.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev.. *
işte bu hikayedeki kadın, yıllar sonra sevdiği adamın yanına geri dönüyor, geri döndüğü yerse, zaten kendi elleriyle hazırladığı, bütün zahmetine, meşakkatine katlandığı kendi evi... yıllar sonra buraya büyük bir hevesle geri döndüğünde, evde başka bir kadın görüyor..
latife hanım... çok sevdiği mustafa, başka bir kadınla, üstelik birlikte çok güzel ve özel günlerin paylaşıldığı o evde...
mustafa'yı çok seven bir diğer kadın; latife hanım için ise durum hemen hemen aynı; kocasının eski aşkı ! henüz bulunmuş bir huzuru bozmak için fazlasıyla geçerli bir sebep...
şimdi bir de, bu iki kadın arasında kalmış bir mustafa !... bugüne kadar atatürk'ü hiç bu şekilde hayal etmiş miydiniz? sanırım etmemiştiniz.
bir yanda;
'mustafa bu kadın neden geldi? ne zaman gidecek?' diyen bir kadın, öte yanda;
sevdiği adamı, başka bir kadına kaptırmış ( evet kaptırmış ) bir başka kadın...
ve bu ikisiyle, aynı çatı altında kalmak ve bir yandan da koskoca bir ülkeyle uğraşmak zorunda kalan bir adam...
( ki, bu kadınlardan birisi, kapı yüzüne kapatıldığı için, geri dönüş yolunda kafasına bir kurşun sıkıp hayatına son veriyor ve bu durumun psikolojik ağırlığını taşıyamayan mustafa, eşi latife hanımdan ayrılıyor, yani bir yuva yıkılıyor ey ahali, onca işin gücün, onca kargaşanın arasında... bir düşünün )
can dündar, yapmış olduğu 'mustafa' filminde, bana bunu hayal ettirebildi, yani, atatürk'ün de bir insan olduğunu, onun da gayet insancıl acılar ve sevinçler yaşadığını bana anlattı.
filmi kıçıyla izlemiş ve hatta izlememiş olduğu halde, anlamsız ve gereksiz yorumlar yapan onca insana karşın, efendiliğini, naifliğini ve terbiyesini bozmayan, güzel insan, sabrına ve anlayışına hayran olduğum, can abime, canı gönülden teşekkürlerimi iletiyorum, emeğine sağlık...
saygı sevgi ve bu yazıyı yazarak, konuya ilişkin kavuşmuş bulunduğum en derin huzur ve dinginliğimle...
nedense muhafazakar kesimin pek beğendiği film. şahsım adına yorum yaparsam:
yapım: 7/10
müzik: 6/10 (özellikle final sahnesinde çalan müzik iğrençti. o sona daha iyi bir müzik yapılabilirdi)
çekim tekniği: 8/10
grafik-animasyon: 9/10
kurgu: 10/10
konuyu işleyiş: 3/10
genel: 6/10
peki neden?
"atatürk'ün insani boyutu" diye lanse edilen bu filmde gizli gizli yapılan siyasi göndermeler özellikle filmin ikinci yarısında beni oldukça rahatsız etti. filmin ilk yarısı kesinlikle mükemmel. ancak ikinci yarısında "mesaj verme kaygısı" mı desem; filme ön yargıyla gelip gardı düşen seyirciye ard arda kendi bakış açısını enjekte etmek mi desem, öyle bir şey yapmış ki can dündar bu kadar tartışmanın tüm doneleri 2. yarıda yatıyor.
atatürk'ü kadın düşkünü olarak yansıtmakla başlıyor enjekte süreci. şahsen pek takmadım bunu, çünkü her erkeğin, her normal insanın içinde karşı cinse arzu vardır. yıllarca askeri lisede okuyan bir gencin istanbul gibi bir şehre gelip bir tane bile kadınla tanışmadan gitmesi abes olurdu bence. fikriye hanım'la evlenmemesi de örnek bir lider görüntüsü verme gerekliliğinden başka bir şey değildir.
alkol hadisesi elbette olacaktı. sonuçta kimse içki içmediğini iddia etmiyor. ancak abartıldığını veya filmde fazla yer verildiğini söylemek mümkün. rakı masası muhabbetini yarım saat göstereceğine kadim dostu ali fuat bey'le neden yollarının ayrıldığından, suikastle ilgili yargılamalarda dostlarını nasıl kurtardığından veya bursa'ya ziyareti'nden bahsedilebilirdi. hele ki bursa nutku gibi önemli bir hadiseye hiç değinmemesinde art niyet arıyorum.
filme dair en hoşuma gitmeyen hadise ise atatürk'ün hilafeti kaldırmasıyla vaktizamanında hocasının atmış olduğu tokadın intikamını aldığı ironisi. can dündar'ı zeki bi insan zannederdim. böyle bayağı bir ironi hiç yakışmadı.
filmde insanlara verilmeye çalışılan bir başka mesaj da halkın durumu kötüyken atatürk'ün balolarda partilerde gezdiği. atatürk'ün anadolu gezisine değinilmiş, halkın kendisine şikayetleri iletmesi ve etrafındaki dalkavuklar yüzünden hadiseleri görememesi gayet iyi işlenmiş. ancak filmin devam eden bölümünde atatürk önce ankara'ya, ordan istanbul'a geçiyor ve küt diye savarona mevzusu açılıyor. algı kişiye göre değişen bir olay elbette. art niyetle bakıldığında gayet yanlış düşünceler çıkabilir bu işleyişten. oysa ordan oraya atlayacağına atatürk'ün tren yolculukları boyunca ve hasta olmasına rağmen 5 yıllık kalkınma planını tasarladığından bahsedilebilirdi. ama can dündar bahsetmemiş ve "meclisin aldığı savarona", "ata'nın yeni oyuncağı" sözlerini güzel yerlere serpiştirmiş. öyle bir serpiştirmiş ki zannedersin atatürk o yatı kendi mal varlığına geçirdi, yatla gezilere çıktı falan. oysa 54 gün kaldı sadece yatta. ve 1milyon250bin dolara alınan geminin asıl maliyeti hiç söylenmiyor. merak eden araştırsın, bulsun. peki maliyetini söylemeden sadece gemiye verilen paranın söylenmesi ne kadar etik? çok değil.
filmin 2. bölümünde çaktırmadan verilen bir başka mesaj da atatürk'ün daima din düşmanı olduğu, can dündar'a göre bambaşka olan emellerine ulaşmak için dini kullandığı. bunu özellikle atatürk'ün türklük-islamiyetle ilgili yazdığı notlarla ilgili olan bölümde görebiliyoruz. ata'nın kastettiği "islamiyetten önce de türktün ve güçlüydün, gücünü islamiyetten değil kanından alıyorsun. farket bunu" iken can dündar "islamiyetten önce de türktün, salla olm islamiyeti ne gerenk var" benzeri bir bakış açısı vermiş.
son olarak beni rahatsız eden bölüm can dündar'ın bastıra bastıra, defalarca söylediği "muhalefetin temizlenmesi" bölümü. oysa çok partili seçim sistemini de isteyen atatürk. oysa bu partiyi kurmasını istediği kişi de kadim dostu ali fuat bey. oysa TERAKKiPERVER CUMHURiYET FIRKASI'nın amacından sapması nedeniyle kapatilmasını talep eden kişi de ali fuat bey. idamlardan dem vuruyor can dündar ama dünyada bu kadar kısa sürede böyle başarıya ulaşmış bir devrimi karşılaştırabileceği bir benzeri olmadığından yapıyor bence bu hatayı. netekim az buçuk benzerlerinde bile isyanlar çok daha sert bastırılmıştır. izmir suikastinden bahsediliyor ancak suikast nedeniyle yargılananların şeyh saite üstü kapalı destek de verdiğinden bahsetmiyor.
filmde genel olarak siyasete girdiği konularda tamamen can dündar'ın sçtığı kanaatindeyim. oysa filmin ilk bölümü gayet iyiydi. hatta film arasında "neyini eleştiriyo lan bu insan bu filmin?" dedim yanımdakilere. gizli mesajlar 2. bölümdeymiş ve bazılarının(!) neden bu filme bu kadar sahip çıktığı 2. bölümde gizliymiş.
yeni nesillere tanıtmak istedikleri kadın düşkünü, alkolik, halkı sürünürken zevk sefa peşinde koşan, en yakın arkadaşlarını astıran, din düşmanı, hasbel kader vatan kurtaran hatta o fikri bile vahdettin den alan bir atatürk filmin 2. bölümündeki.
son sözüm de genç bakış programını sürekli özel üniversitelerde yapan abbas güçlü'ye. kendisi herhalde konuklarının sorular karşısında pek zorlanmasını istemiyor ya da can dündar yakın bir arkadaşı ki odtü gibi, yıldız teknik gibi, itü gibi "devlet" üniversiteleri yerine böyle bir konuyu özel üniversitelerde tartışmak istemiş. "her konuda olduğu gibi". dışarıdan öğrenci de bildiğim kadarıyla alınmıyor bu tür durumlarda. şimdi özelde okuyan arkadaşlar alınmasın ama devlet üniversitesinde okuyan öğrenciler o salondakilerden kat kat daha zekidir. haybeye özelde okumuyorlar yani. sıkıyorsa yukarıda yazdığım okullarda yap. hadi onları geçtim yaw gel afyon kocatepe üniversitesi'ne de soru gör. 5 dk önce sorulmuş soruyu tekrar sorabilen öğrencilerin bulunduğu bi salonda yaptığın programla övünüyor musun merak ediyorum.