dokuz yaşındayken yazdığı bir şiiriyle dudağımı uçuklatan küçük şair.
"kemiklerim
güneş sen yok musun sen
sana oturmaya geldim
sense beni yaktın
kemiklerim birer yağmur damlası gibi
düşüyordu
hatta düştükçe sel oluyordu
güneş yüzünden köpeğim boğuluyordu
çırpınıyordu kirli suyun içinde
onu ben değil ruhum görüyordu
çünkü ben ölmekle meşguldüm"
şimdilerde on üç yaşındadır.
öyküyle uğraşır. zira aşağıdaki satırlar yeni öyküsünün ilk sözcüklerindendir.
"sersemler gibi gece hayatına akıyordum. bir adamın yaralanınca kanının oluk oluk akması gibi. akarken atomlara çarpıp delen bir bıçak gibi.
kanının oluk oluk akmasından içki içermişçesine zevk alıyordu. sessizce bir köşeye oturmuş; gizemli adamlar gibi gülüyordu. biliyor musunuz gizemli adamların içinde büyük bir acı yatar. aynı güçlenmiş aslanlara benzeyen bir acı. bu acıyla etrafa dehşet saçarlar, saçtıktan sonra kafeslerine geri dönerler. bu olaylar gece olur. sonra iyi bir adammış gibi hayatlarına devam ederler. moleküllerden her biri ayrı bir acıyı gösteriyor:savaş, ölüm gibi .savaş molekülünü elime aldığımda hapishanenin gardiyanı asılmıştı. çocuklar gardiyana tutunup salıncakta sallanıyormuşçasına eğleniyorlardı.ölen bir çocuğun endişesi kemiklerinde yazıyordu .çünkü topu patlamış ve kanıyordu."