mustafa kemal ve annesinin ilişkisi

entry4 galeri0
    1.
  1. hemen saldırılmaması gereken başlık. yazar malum konuda bilgisi olanlardan kendisini aydınlarmalarını rica ediyor. hemen saldırı pozisyonu almak yerine, kendinizce bildiğiniz doğruları güzel bir dille anlatmaya çalışırsanız, inceliğiniz ve anlayışınız ile karşınızdaki insana atatürk sevgisi aşılayabilirsiniz. atatürk'ü yeren en ufak bir konuda açıklama yapmadan saldırarak değil.
    son olarak net bir bilgim olmayan konu.
    13 ...
  2. 2.
  3. ''laiklik fransa'nın etkisi olabilir. en azından insan haklarında fransa dünyada ilk beştedir. dinimizde arap etkisi. herhangi bir arap ülkesine git, internetten araştır bunların hiçbirini yapamıyorsan tv'den herhangi bir haber kanalını aç bak bakayım arap dünyasında insan hakları diye bir fikir, görüş, eylem'' var mı.

    başlık ve yazı dediğin gibi ilkokul seviyesinde.

    not ; fransızları hiç sevmem. ama bu onların haklarına tecavüz değil galiba.
    3 ...
  4. 3.
  5. ilk önce bilinmesi gereken: laiklik sadece fransizlarin buldugu bir şey degildir. eski yunanlilar, dünyadaki ilk demokrasiyi inşa ederken yine laik ve sekulär bir devlet kurdular..

    diger tarfatan atatürk ile anesinin resimlerine bakarken ne kadar mutlu olduklari gözlemleniyor (bir insan yalandan mutlu olmayi gösterebilmesi icin en az bir hollywood artisti olmasi lazim). yani genel olarak iyi bir iliskiydi..
    10 ...
  6. 4.
  7. çocuk yaştaki birinin senin yukarıda belirttiğin, ülkemizde yıllardır tartışılan ve ne hikmetse bir türlü içinden çıkılamayan konuya dair herhangi bir fikri olamaz. kişisel olarak düşün sen ilkokul çağında ne düşünüyorsan atatürk te onu düşünmüyordur muhtemelen. eğitimiyle ilgili bilgi;

    ilkokul öğrenimini Selanik’teki Şemsi Efendi iptidai Mektebi’nde yapmıştır. Bu okul, tam Batı kafalı bir eğitimci olan Şemsi Efendi’nin kurup yönettiği bir “özel okuldur.”1.2 Selanik’teki bu okulda Şemsi Efendi, öğrenci sırası, öğretmen kürsüsü, harita, kara tahta ve tebeşir, saat ba­şı teneffüs, bahçede oyun ve jimnastik, dayak cezası uygulamamak gibi pedagojik yöntemlerle Batı eğitim esaslarını ülkede ilk kez kullanmıştır. Ne yazık ki öğrenciye dayağı lâyık görmeyen bu eğitimci, bağnaz çevrenin saldırılarına uğramış, okulu tahrip edilmişti. Buna rağmen mücadelesine devam eden Şemsi Efendi’nin yetiştirdiği öğrenciler arasına 1887’de katılan küçük Mustafa da yalnız iyi bir eğitim görmemiş; çocuk kafasıyla bu mücadele havasının etkisinde de kalmıştır.

    ilkokuldan sonra Mustafa, Selanik’teki Mülkiye Rüştiyesine (sivil ortaokul) girer. Bu okulun, onu rahatsız eden eğitimi ve ders öğretmeni ile uyuşamaz ve bir gün bir öğretmenden yediği sert dayaktan sonra iyice kopar. Selanik Askerî Rüştiyesine sınav vererek girer. ilköğretiminin kuvvetli olması nedeni ile de giriş sınavında iki sınıf atlamayı başarmıştır. Bu okul ciddî, disiplinli ve uzman (branş) öğretmen subayların ders verdiği bir okuldu. “Kemal” ismini matematikteki başarısından ötürü, bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Bey vermiştir. Fransızca öğrenimine bu okulda başladı. Öğretmenin teşviki ile yaz aylarında da Fransız Frerler Okulunda geliştirdi.

    Mustafa Kemal’in lise öğrenimi ise, Manastır Askerî idadisindedir. Bu askerî okullar, Türk Ordusunun 19. yüzyıl ortalarında açtığı, bugünkü fen liselerimizin benzerleri ve seçkin çocukların eğitim gördüğü fen ağırlıklı ilk liselerimizdir. 3

    Millî Eğitim Bakanlığımız bu tip bir okulu Ford Foundation’ın desteği ile ilk kez 1960’lı yıllarda açabilmiştir. Edebiyata, güzel yazmaya merakı Manastır Askerî idadisindeki kitabet öğretmeni Yüzbaşı Mehmet Asım Efendiden, tarih öğretiminde Türk tarihine ağırlık vermek gereğini tarih öğretmeni Kolağası Tevfık Bey’den öğrendiği anlaşılıyor.4

    Atatürk’ün yüksek öğreniminin ilk safhası (bugünkü anlamı ile lisans düzeyi) istanbul Harbiyesinden geçmiştir. Lisans üstü düzeyde tahsili ise, Erkân-ı Harbiye (bugünkü Harp Akademisi) bölümündedir. Mustafa Kemal’in Harbiye’ye girişi 1902, Erkân-ı Harbiye öğrenimini bitirişi 1905’tir.

    Askerî meslek eğitimi ve öğrenimi veren bu okullar hakkında çok kısa da olsa bazı bilgileri aktarmakta yarar görüyorum.

    Memleketini Batıya yöneltmeye karar veren Sultan 2. Mahmut’un birbiri peşine kurulmasını sağladığı yüksek okullardan Askerî Tıbbiye 1827, Harbiye 1834, Mülkiye 1852’de açılırlar.

    Doktorlarımızın ve subaylarımızın daha sonraki dönemde memleketin genel yönetiminde ve siyasî hayatında çokça rol oynamalarının ve etkili olmalarının nedenini yetiştirildikleri okulların özelliklerinde araştırmak gerekir.

    Bakınız, 1960’lı yıllarda bütün öğrenimi ingilizce olan ve mühendisle­rimizi Batı tekniğiyle yetiştiren bir Ortadoğu Üniversitesi ve 1980’li yıllarda da Hacettepe Üniversitemiz bünyesinde tüm dersleri ingilizce okutan bir Tıp Fakültesi açma ihtiyacını duyduk. Askerî Tıbbiyemiz de 1927’de açıldığında tüm dersler Fransızca olarak yapılmakta idi.

    Harbiye’de Fransızca’ya ağırlık verilmişti. Fakat, Avrupa’da daha ileri öğretim için bu sistem yeterli bulunmayınca 1276 (1860)’da Paris’te Harbiye’mizin bir şubesi açılmıştır.

    Mirat-ı Mekteb-i Harbiye (Harp Okulunun Aynası) isimli 1892 basımlı eski bir kitapta, eğitim tarihimizde önemli yeri olan ve pek bilinmeyen bu okulun adresini, öğretmenlerini, programlarını ve mezuniyetlerini; imtihanlarına Acâdemie Française üyelerinin “mümey­yiz” olarak katıldıklarını görür ve mezunların isimlerini bulabilirsiniz. 5 1878 yılına ait salname’ye6 baktığımızda o dönemdeki büyük elçilerimizin toplamının 10 olduğunu görüyoruz. Bunun 4’ü ancak Türk asıllıdır. Bu ilginç ve tehlikeli sonucun sebebi, Türk eğitim sisteminde, Türk çocuğuna Farsça ve Arapça öğretilirken, azınlık okullarımızda Batı dili öğretilmesidir. Ancak Harp Okulu ve Askerî Tıbbiye’de yetişenlerin Batı dili öğrenmeleriyle yavaş yavaş iç ve dış politika alanlarında Türk’ün görev alabilmesi mümkün olabilmiştir.

    Atatürk kuşağının yetiştiği Harbiye ve Erkân-ı Harbiye Mekteplerini o zamanın sivil eğitim sistemiyle değil, bugünün aynı düzeydeki okullarıyla kıyasladığımızda çok şaşırtıcı neticelere varırız.

    Bugünkü Harp Okulu, 1976’da kurulan Mühendishane’nin devamı olarak muharip subaylara ayrı ihtisas vermek için 1834’te kurulur.

    Harbiye o sırada daha alt düzeylerdeki kırk askerî okulumuza yüksek öğretim vermektedir.

    Ders programlarının ağırlığı, matematik ve fen üzerinedir. Bu dersler, bugünkü isimleriyle “geometri, cebir, analitik geometri, tasarı geometri, konikler jeometrisi, diferansiyel ve integral hesap, kimya, mekanik, astronomi, fizik, Fransızca, resim, (sanat), köprücülük, yüzme” gibi konulardır.

    Bu program XX. yüzyıla daha fen ağırlıklı olarak girer.

    Resim sanatı dersleri, ülkemizde ilk defa bu okulda verilir ve Avrupa’da zamanın şöhreti olan ispanyol ressamı M. Chirense hocalık yapar. Okul komutanları genellikle Avrupa’da ileri mühendislik tahsili görmüş kimselerdir. Bunlardan Derviş Paşa, Türkiye’deki ilk fizik ve kimya kitaplarının yazarıdır. Okul, bir nevi bilimsel özerkliğe sahiptir.

    O devirde Harbiye’nin Zadegan sınıfında halk çocuklarından ayrı ve subay rütbesiyle okuyan öğrencilere de okul yönetiminin verdiği ceza hatta -okuldan çıkarma bile olsa- Abdülhamit II. döneminde dahi hiç geri çevrilmemiştir.

    Okulun komutanlarına “Nazır” denir. (Bugünkü West Point Amerikan Harp Okulunun komutanlarına da benzer bir deyim olan “Superintendent” denilmektedir.) Nazırların özel ve büyük yetkileri vardır.

    Erkân-ı Harbiye sınıflarında askerî derslere ilaveten “yüksek matematik, mimarî, istihkâm, şose ve demiryolu inşaatı, harita yapma, fen ve makine, fizik, silâh fenni, yabancı diller” dersleri okutulmaktadır. Birer fen lisesi olduğunu söylediğim Askerî idadilerde fen ve kültür derslerine ilâveten ülkemizde ilk kez resim, jimnastik, Fransızca ve yüzme dersleri okutulur. Bu okullara öğretmen yetiştirmek üzere (kaynak olacak bir üniversite bulunmadığından) Harbiye içinde 1884’te bir fakülte gibi öğretmen sınıfı açılır. Bu bölümün Türk edebiyatı, tarih, coğrafya, temel matematikle biyoloji ve resim şubelerinde bugünkü anlamıyla yüksek öğretmen okulu kurulmuş olur.

    işte Atatürk böylesine kuvvetli eğitim kurumlarından yetişmiştir. Temel ve meslek eğitimi bugünkü manada kuvvetli ve ileriye dönüktür.

    Atatürk, bu kuvvetli tahsilin üzerine çok şeyler katmayı da bilmiştir. Dış ülkelerde öğrenimi yoktur. Fakat kısa birkaç tetkik gezisinden, kavrayış üstünlüğü ile aynı şeyi görebilenlerden çok daha fazla şeyler zaptetmiştir.

    Okuduğu kitaplara gelince, bugün kısmen Anıtkabir’de sergilediğimiz kitaplarının tümü 3.000’in üzerindedir. Okuma biçimi ise çok değişiktir. Satırlar, kelimeler üzerinde bile işaretlerini görüyoruz. Cephenin en ağır şartlarında dahi bu âdetini bozmaz. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığında (ATASE) arşivler üzerinde çalışan arkadaşlarımızın tespitlerine göre bazı örnekler verilebilir: Arap, îran, Fenike ve Türk tarihleri, Le Dram Oriental, Jen Jores’in “Fransız ihtilâlinin Sosyalist Tarihi”, JJ. Rousseau’nun “Delicat Parmis Les Homme”, Mecmua-i Ebuzziya (4 cilt), Tarih-i Murat Bey (5 cilt), La Vie American Education et Societe (Amerika’da Eğitim Hayatı ve Toplum), Tarih-i Ebulfaruk, Ziya Gökalp’ten “Türkleşmek, islâmlaşmak, Muasırlaşmak”, Victor Bever’in “La Revolte De L’Assie”, Filibeli Ahmet Hilmi’den “Allah-ı inkâr Mümkün mü?”, H.C. Wals’ın “Dünya Tarihinin Ana Hatları” vb.

    Prof. Dr. ismail Hakkı Baltacıoğlu “Atatürk” isimli kitabında Atatürk’ün J.J. Rousseau’nun eğitim ve terbiye felsefesinin etkisinde kaldığını söyler.7 Atatürk’ün her konuda okuduklarını bir araya getirebilsek birkaç üniversite bitirmeye yeteceği kanısına varırız. Bu suretle Atatürk’ün yetişmesindeki zayıflığı ve bundan gelen kültür kifayetsizliği yolundaki görüşlerin tam aksine, çağımız anlamında bile kuvvetli bir eğitim ve öğretim gördüğünü; üstün zekâ ve dehasının kendisine verdiği yeteneklerini daima okuma ve incelemelerle geliştirdiğini, dolayısıyla da yaptığı inkılâbın her yönüyle güçlü olduğunu iddia etmekte isabet vardır. O’nu bundan dolayı çok yönlü bir menşura (prizma) benzetirler. 8 Her konuda derinlemesine bilgisi ve kuvvetli görüşleri vardır. 1980’lerin Türkiye’sinde ülkemizde kurulmuş eğitim, askerlik eğitimi, sanat, endüstri, ekonomi, ulaştırma, tarım vb. alanlardaki her kurumun girişine onur veren heykellerine veya kitabelerdeki, o müessesenin özelliğine uygun konularda özdeyişleri bugün bile taptazedir. Bugün bile o sanat, meslek dalında bize ışık tutmaktadır.

    http://atam.gov.tr'alıntıdır.
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük