Zamanında malum partiyi çok pohpohlamış, fetöcüler ve kürtçüler tarafından oyuncak gibi oynanan bir cihangir entelidir. Bu cihangir s*lcularının başı da denebilirdir.
"Bunun tek-taraflı bir siyasi dönüş olduğu kanısında değilim. “Hendek politikası” diye bir olgu var ve bu olguyu görmezden gelerek ne olduğunu anlamak mümkün değil. Tam olarak neydi bu siyaset, neyi hedefliyordu? PKK’nın TC devletine karşı dayatması mıydı yoksa Kürt direniş hareketinin kimin önderliği altında yürüyeceği çekişmesi miydi (ya da ikisi bir arada)? Ama girişim olmayacak talepler içeriyordu ve işleri yokuşa sürmeyi amaçladığı da belliydi.
Bunu iktidarını güven altına almak için yaptığından fazla şüphem yok, başkalarının da farklı düşündüğünü sanmıyorum. Ancak bu “hendek politikası” Erdoğan’ın yaptığı dönüşü meşrulaştırdı. Böylece Kemalist milliyetçilerle barışma (ne kadar olabilirse) ve MHP ile yakınlaşma imkânı da doğdu.
HDP’nin bilmecemsi bir tarafı yok mu? Var. Bu yalnız HDP değil, bu gailenin başından beri kurulagelmiş “Kürt” partilerinin özelliği. PKK’nın büyük ölçüde belirleyici olduğu bir siyasi ortamda “sivil siyaset” yapmak üzere kuruluyorlar ve PKK’yı eleştirmek gibi bir işlev üstlenmek istemiyorlar. Sürecin daha erken aşamalarında “siyasi örgüt”ün PKK’nın sivil uzantısı olduğu izlenimi daha belirgindi ve bu partiler kendileri de bu görünümden rahatsız değillerdi.
Zaman geçtikçe, koşullar bir ölçüde değiştikçe, biri kapatıldıkça yenisi kurulan bu örgütler daha fazla özerklik kazanmaya başladılar. Parlamentoya girmenin yolu olduğunu görmek bu özerkliğe güç kattı.
Canalıcı bir tartışmaya bu yazıda girmek istemiyorum: Kürt taleplerini başından beri PKK gibi bir silahlı örgüt değil de bir “Sivil Haklar” hareketinin üstlenmesi sorunun çözümünü kolaylaştırır mıydı? Bence öyle olurdu ama tarih bu yoldan yürümedi. Böyle bir yola yönelmesini PKK eylemleri belirledi ama PKK’nın kendisini de büyük ölçüde TC devlet politikası belirledi. Bunları geri alma imkânı olmadığı gibi “olmamış gibi yapmak” da mümkün değil.
Yani sonuçta PKK var, onun yanısıra bir dizi Kürt siyasi partisi kuruldu ve bunların sonuncusu da HDP. Önceki bütün Kürt partilerinde olduğu gibi HDP’de de PKK’yı Kürt siyasetinin asıl sahibi kabul edenler var; ancak HDP böyle düşünmeyenlerin şimdiye kadar en güçlü olduğu Kürt partisi.
Bu demektir ki, Kürt sorununun silahsız bir zeminde çözümünü (en azından “seyri”ni) isteyen bir partinin HDP’ye destek vermesi gerekir. Olmakta olan bu mu? Hayır, tam tersi. AKP ve Reis’i bütün güçleriyle HDP’ye yükleniyor, silmeye çalışıyorlar. Son günler bu olayın haberleriyle dolu geçtiği için bütün bu kayyumlardan, tutuklamalardan yeniden söz etmeme, döküm vermeme gerek yok. Bunun amacı ve varacağı yer de belli: Kürt siyasi hareketini parlamentodan ve sivil siyaset alanından silmek. Yani, uzun lafın kısası, Kürtler’e “Sizi konuşturmayacağız” diyoruz. “Parti marti açtırmayacağız. Bizim onaylamadığımız kişileri belediye başkanı falan niyetine seçmenize izin vermeyeceğiz. Şimdi oturun, bizimle barışın.”
Ve bu, yukarıda da söylediğim gibi, Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalma politikasının gereği olarak yapılıyor.
Buraya kadar HDP’ye iktidar açısından baktım: iktidarın görmesi gereken ama görmeyi reddettiği Kürt siyasi partisi olarak. Ancak HDP’ye kendi gözümle baktığımda bundan daha fazlasını görüyorum. “Görüyorum” demek belki çok doğru değil çünkü aslında “görünür” bir şeyden çok bir potansiyelden söz ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz devletin topraklarında yaşayan Kürt halkı bu devletin ve onun egemen çevrelerinin demokratik olmayı benimsemesinin önündeki başlıca engel. Bu sorunu medeni ölçüler içinde çözmeyi kabul etmedikçe, Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasının imkânı da yok.
Yani soruna bugünkü veriler çerçevesinde baktığımızda, HDP son derece önemli bir varlık olarak duruyor. Şimdiye kadar “Türkiye partisi” olma bağlamında söyledikleriyle bir demokratik cephenin en önemli kurucu ögesi olabilir. Öyle bir cephenin “onsuz edilmez” parçası olduğu ise kesindir.
Olmakta olan bu mu? Değil. Olmaması da AKP politikasının sonucu olamaz. AKP’den ve Reis’inden —bu saatten sonra— demokrasiyle ilgili bir şey beklemek zaten fuzuli. Ama şu anda AKP’ye ve Reis’ine muhalefet etmekte olanlara bakıyorum. “Milliyetçilik” ideolojisinin rol oynadığı konularda, örneğin Suriye tezkeresinde, ve HDP ile ilgili davranışlarda, örneğin Demirtaş’ı hapse göndermeye ortak oluşlarında, bir demokrasi umudu göremiyorum."
Bu yazıdan anladığımızdan kadarıyla, kendisi hendek politikasını bayağı bayağı kürt siyasetinin bir parçası olarak görmekte. O hendeklerde şehit Türk askerleri için ne düşünüyor acaba? Hdp'yi yere göğe sığdıramamış, elbette bir tükürdüğümün cihangir s*lcusu olarak.
Asıl bomba cümlesi şudur:
"Bu sorunu Kürtler ve Türkler, bir arada çözmeliyiz. Ama şu anda sorunun iki tarafı da buna yeterince hazır değil. Türkler, “egemen etnisite” olmanın kendilerine kazandırdığını düşündükleri avantajlardan sonuna kadar yararlanmaya kararlı. Kürtler demokrasi için savaşırken kendileri yeterince demokratik olamama gibi bir çelişkiyi yaşıyorlar. Daha da birçok etken sayılabilir ama kısa kesiyorum."
Türkler egemen etnisite murat Belge. Bu doğru zaten. Egemen etnisitenin olmanın avantajlarına bakamıyorlar çünkü sizin gibi moskof çomarları yüzünden, pkk ve Kürt gücü buraya kadar geldi. Ezilmişlik edebiyatını hep siz yaydınız. Madem türkler egemen etnisite, kürtler de buna hemen isyan etmeli değil mi? Faşist kemalist devlete boyun eğmemeliler değil mi? Siz cihangir solcularının bilinçaltındaki düşünce tamamiyle bu zaten.. Atatürkçü Cumhuriyetin yegane koruyucusu, türk ordusuna da bu yüzden düşmansınız.. Kemalist devlet yıkılacak, sizin istediğiniz, proleterya diktatörlüğü kurulacak. Bu pislik cihangir engelleri ortadan temizlenmedikçe, pkk da bitmeyecektir..
"ahmet hamdi başar'ın kitabı dolayısıyla 27 mayıs üzerine düşünceler" adında bir makalesi var.
biraz şımarıkça ve kendimi övüyormuş gibi olacak ama bir noktaya değinmem gerekiyor. ahmet hamdi başar diye bir türkiye entelektüeli var ki mümaileyh bu toprakların gördüğü en sıradışı entelektüellerden biridir nazarımda. kendisini tamamen kendi kendime, arkeolojik çalışmalarımla keşfettim. ve bununla da epey iftihar ettim. zira ahmet hamdi'yi türkiye'de tanıyan pek az kişi olduğundan eminim. zaten murat belge de yazdığı yukarıda adı geçen makalede ahmet hamdi'nin yeterince tanınmadığını söyleyerek söze başlamış. bu noktada murat belge ile farklı zamanlarda ve mekanlarda aynı nefesi üfleyebildiğimize sevindim. yani murat belge adına sevindim. ehe. neyse devam edeyim.
başar'ın çoğu zaman içinde yaşadığı zamanın ötesinde bir figür ile karşılaşıyoruz. türkiye'nin uzun 1950'li yıllarında -hatta 1930'lardan beri belki de- siyasi tartışmaların hemen her büyük başlığınun öncülü, atası sayılabilecek kadar iyi koku alabilen kesin bir gözlemci. bu düşüncemi murat belge olayı bir adım daha ileri götürmüş. ahmet hamdi için ilk atütçülerimizden biridir, demiş. bunu not ettikten sonra belge'den bir alıntı ile devam edelim.
"burada ahmet hamdi'nin kitabında anlattığı şeylerin yanısıra, coğu kitapta hiç de ilginç olmayan birinci sayfa, yani yayıncının, yayınlanma tarihinin yazıldığı sayfa çok önemlidir. tamamladığı kitaba yazdığı ilk önsözü 27 mayıs 1960'dan birkaç gün önce bitirmiş, ama bazı nedenlerle kitabın yayınlanmasının biraz ertelenmiştir. kitap aynı yılın haziran ayında, arada geçen mutlu olaya ahmet hamdi'nin şükranını dile getiren ikinci bir önsözle yayınlanır. yayımcı daha da ilginçtir: amerkan bord neşriyat heyeti!"
devamla
"27 mayıs'dan bu kadar kısa bir zaman önce amerikan bord neşriyat heyeti gibi bir kuruluşun amerikan hükümetinin onayı olmadan böyle bir kitabı basması mümkün değildir. bu ise ancak tek bir şeyi gösterebilir. amerika 27 mayıs arefesinde, en azından iki alternatifli oynuyordu. yani 27 mayıs darbesini hayırhah bir tutumla karşılamaya hazırdı. 27 mayıs'a birkaç gün kala kitabın baskısının durdurulması -ama nisan'da başlayan üniversite olayları sırasında baskı devam ediyordu herhalde- başlıca hedefi menderes'i yıpratmak olan bu kitabın bu işlevinin artık geçersiz olduğu bilgisine dayanmış olmalıdır. aynı kitabın haziran'daki işlevi ister istemez biraz değişiktir. bu sefer, düşen menderes iktidarının düşürülmesini meşrulaştırmaya, yeni gelenlere kucak açmaya yarayacaktı."
açıkçası ahmet hamdi'nin hatıratını -hem 1960'taki hem de yakınlarda kitaplaştırılan- satır satır okumuş ve hatta elli sayfa kadar da not tutmuş biriyim. ama bu ayrıntıyı görememiştim. murat belge çok ilginç şekilde altını çizmiş. öte yandan,
"ahmet hamdi'nin çeşitli çelişkileri arasında bir tanesi de "kapitalist teorisyen" deyimiyle özetlenebilir belki. teorisyenin sosyalistine alışığızdır, dünya tarihinde kapitalizmin öyle çok sayıda terisyenine yani başarılı teorisyenine pek rastlanmaz. rostow gibileri, gerçek bir teorisyen olmaktan çok dünya ekonomisinde söz sahibi bir emperyalist ülkenin dünyaya empoze etmek istediği ekonomik tedbirlerin sözcüsü, formül yazıcısıdır. yani teorisyen gibi saygıdeğer bir sıfatı pek haketmez öyleleri."
çok hoşuma gitti bu alıntı.
"aslında servet yapma bir ülkü olduktan sonra, hiçbir türlüsünün arasında fazla fark yoktur. çünkü bu servet eninde sonunda bir yerden yapılacaktır. fakat sadece kültüreldir, serveti yapanla mülksüzleşen arasındaki ilişki ne kadar dolaylı olursa sonuç da o kadar uygar görünür."
"bazı uzak görüşlü adamların talihsizliği, biraz fazla uzağı görmek, o fazla uzakla bugün arasındaki mesafede olup bitecekleri yanındakilere anlatamayacaktır."
yıldırım türker, ahmet altan, mehmet altan, engin ardıç, can dündar, mehmet ali birand gibi cihangir solunu medyada teslim eden ve akabenin bu kadar güçlenme döneminde değirmenine su taşıyıp ortalıktan çekilen isimlerden bir tanesi..
mevsim kış, hava kasvetli. siyasi hava ise kış gelmeden önce de kasvetliydi. şu günlerde anayasa mahkemesi ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlıklar ve hukuk düzeninin açık açık çiğnenmesi kasveti katmerledi. onunla birlikte de afrin başladı.
bu soğuk ve karanlık ocak sabahında sabah gazetesine bakıyorum. yavuz donat yazısına şöyle başlamış:
şimdi birlik ve beraberlik zamanı. iç çekişmeleri askıya alalım. söz konusu vatan ise gerisi teferruattır.
birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz bu günler den başka günlerde yaşadığımı ben hatırlamıyorum. gene böyle günlerde olduğumuza göre elbette iç çekişmeleri askıya almamız gerek. örneğin yerli ve milli”anayasal düzenimiz, anayasa mahkemesi nin kararını hiçe sayan ağır ceza mahkemesi kararı (ve arkadaki hükümet ve bakanlık tutumu) ile daha da yerli ve milli bir aşamaya geçmiş olabilir, ama şimdi bunu tartışmanın zamanı değil. cumhurbaşkanı politikasıyla çatmadığımız pek fazla ülke olmadığına göre, afrin, menbiç, müziç, derken yerli ve milli sorunların da ardı arkası gelmeyeceğini tahmin edebiliriz. bunların her biri iç çekişmeleri askıya almayı gerektirecek ciddiyete sahip olacaktır. dolayısıyla faşizmin ilânı anlamını taşıyan daha birçok khk v.b. uygulama karşısında itiraz, eleştiri, uyarı gibi iktidardan ayrı baş çeken yollara sapmamalı, askıya ala ala yolumuza devam etmeliyiz.
zaten “zeytin dalı harekâtı nın üçüncü gününde iktidar iç denilen tarafa da bir zeytin dalı uzattı: başbakan, destek olan hedef olur” dedi; cumhurbaşkanı güvenlik gücü boynunuzda” ve meydana çıkan bedelini öder dedi. iktidar açısından bu atmosferin devamlı kılınmasının bir hedef olduğu anlaşılıyor. türkiye nin ideolojik ortamında, hdp dışında kalan muhalefet zaten alınması gereken mesajı aldı ve verilmesi gereken desteği de vermeye başladı.
birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla muhtaç olmadığımız bir gün yaşamadık. ama bu kadar kavga, gürültü içinde geçen günler de yaşamamıştık. cumhurbaşkanı’nın iktidarın sürekliliği gerilimin kalıcılığına bağlıdır politikası sonucunda içeride ve dışarıda kavgalı olmadığımız birini bulmamız hayli güç. üstelik, bu zorlayıcı koşullardan kurtulmak için aldığımız tedbirler de uzun vadede ferahlık sağlayacak nitelikte şeyler değil. örneğin şu şimdiki durum: cumhurbaşkanı nın kullandığı terminolojiye göre ezip geçeceğiz. peki, nereye geçmiş olacağız? afrin’den pyd güçleri çekilebilir elbette. o zaman bu sorun bitmiş mi oluyor?
ezip geçme türünden terminolojilerle tanımlanan çözümler hiçbir zaman uzun vadeli, kalıcı çözümler olmaz. bir kere bu terimlerin açtığı yola girdiniz mi, durumu düzeltmek üzere yaptığımız her şey geleceğin belâlarının tohumları ekmek olur.
hasılı, mevsim kış, hava soğuk, ama siyasetin havası daha da kasvetli. çok eski bir hikmet bu; roma da bir atasözüydü: Inter arma enim silent legas. yani, silahlar arasında kalınca yasa susar ya da sessizlik egemen olur.
iktidara da zaten bunun için gerekli afrin harekâtı türünden olaylar, gerilimler. gazeteler yazacak, rakam verecek, şu kadar tank sınırı geçti diyecek, şu kadar uçak kalktı diyecek. bunlar bir düzeyde maddi somut düzeyde afrin e gidecek; ama manevi-soyut düzeyde türkiye’de var olan siyasi iktidarın performansını eleştirenlere yönelecek.
bu durum da bize demokrasiyle ilgili bir ölçüt veriyor. abraham lincoln demokrasi için çırpınmış bir başkandı. ama iç savaş yıllarında bir temel hakkın (habeas corpus) geçici olarak askıya alınmasını talep etti. o zaman amerika nın yüksek mahkemesi savaşta da bunu yapamayacağına karar verdi. askıya alınmadı.
bizim anayasa mahkemesi benzer karar verse, hükümet uygulamaz, uygulatmaz. demokrasi yolunda nerede olduğumuzu da gösterir bu durum, gösteriyor.
Bu ve benzerleri hakkındaki en yerinde saptamayı dönmeyenler şiiriyle can yücel yapmıştır.
Dönmeyenler
öyle keyifli yazıyorum ki
bu adamlar hem üniversitede var
hem gastede yazar
hem de bozarlar
asaf savaş sakat
ve belgeli murat
bu murat belgeli murat
çok ingilizce bilir
ama hel'sinkiyle güvey girer
bu özel üniversite randevucuları
aydın doğan solcuları
dünyaya birşey öğreteceklerini
sanırlar
ekonomi ekonomi diye
kendilerini unuttukları gibi
bizleri de unuturlar
bu adamların listesi
asaf savaş sakat
belgeli murat
ekonomist mete tuncer
turker alkan, fisun özbilgen
başlangıç celal
laçiner'i sayıyorum
Okuduğunu aktarabilen,konuşma becerisi, terminoloji bilgisi oldukça iyi olan, muhakeme yetisini kullanmayan, kimi neyi savunduğu belli olmayan bir isimdir.
murat belge denen hırt liberalizmin semtinden geçse liberalizm hamile kalır.
özalist, ortadoğulu düşünsel kayganlıkla soslanmış amerikancılık liberalizm değildir.
siyaseten liberalizm tüm ideolojilere referanslar vermiş saygın bir düşünce disiplinidir. bülent ersoy ne kadar erkekse murat belge de o kadar liberaldir.