islam kaynaklarından adeta hiç yaşanmamışcasına silinen, ancak kafir tarihçilerden kalan yazmalarda bahsedilen talihsiz hadisenin kahramanları.
arabistanı kasıp kavuran muhammed fırtınası bir çok düşünür, merak sahibi ve yetenekli insanı adeta bir mıknatıs gibi mekke'ye çekmeye başlamıştır. bunların arasında değişik coğrafyalardan gelip islam'ın devrimci ruhuna kapılmış üç arkadaş, yeni katıldıkları bu dinden aldıkları ilhamla, o dönem için inanılmaz sayılabilecek araştırmalarla uğraşmaktadırlar. ancak ulaştıkları noktada yeni kurulan devletin desteğine ihtiyaç duymaya başlar ve muhammed'in huzuruna çıkarlar:
- "ey islam peygamberi, bizler bu getirdiğin mesajdan fevkalade feyz aldık. bu kutsal mekana gelmeden önce yaşadığımız diyarlardan büyücü zannedilip kovulmuştuk. oysa kaç senedir buradayız, bir allah'ın kulu çıkıpta bize engel olmadı, ufkumuzu genişlettik. isteriz ki bu bilgi ve birikimlerimizden islam devletimiz de faydalansın."
muhammed önce şaşırır, yanındakilerin kulağına eğilip "ne karıştırıyor bunlar" gibi birşeyler mırıldanır ama bozuntuya vermez: "söyleyin bakalım mümin kardeşlerim, ne istersiniz, size nasıl yardımcı olabiliriz" diye sorar.
- "ey allah'ın resulü, bizlerin temel dileği ümmetini doyurmak, yiyecek sıkıntısına bir son vermektir. malum burada güneş bol, su az. biz isteriz ki, öyle besinler üretelim, hem bu bol güneş enerjisini değerlendirilsin, hem de mümkün olan en az su ile üreyecek hayvan ve bitkiler ortaya çıksın. bu doğrultuda iki aşamalı bir planımız var: bir yanda üretimi hızlandıracak ve çeşitlendirecek sistemler kuracağız. öte yanda, biz bütün bu canlıların ortak bir noktası olduğundan şüpheleniriz, bu doğrultuda yaptığımız araştırmalar da yavaş yavaş meyvalarını vermeye başladı -bu arada benzetmeye dikkatinizi çekerim."
muhammed ikinci kez şaşırır ve çevresindekilere dönerek bu kez daha yüksek sesle ama sükunetini bozmadan hesap sorar: "anlaşılan burnumuzun dibinde feci şirk faaliyetleri dönmekte, ancak sizler uyumaktasınız sayın sahabe. demek ben yarın ölsem burası panayır yerine dönecek..."
üç arkadaş paniğe kapılır:
- "aman sayın peygamberim, şirk falan yok; tıpkı zaten yaptığımız ekme besleme işlerinin aynısını yapmaktır dileğimiz: tek farkı, biraz daha bilinçli ve verimli olacak, hepsi bu. siz bize bir imkan verin, sonuçlarını beğenmezseniz zaten buyurursunuz herşey hemen duruverir..."
ne olduğunu bile anlamadan azar yemişliğin üzüntüsüyle perişan sahabeden ses çıkmadığı için muhammed yine kendiyle başbaşa kalır. "hani yapıcı eleştiri..." der ve gerisini getirmez. bir müddet sessiz kaldıktan sonra bu üç dava insanına onayı verir: "peki, ne isterseniz yazın ve bana iletin, size ben kefilim; ama bir şartla: ürettiklerinizi önce siz yiyeceksiniz..."
elemanlar gayet mutlu bir biçimde muhammed'in ellerini öper ve şükranlarını bildirerek huzurdan ayrılırlar. üç gün sonra zaten hazır olan listelerini gözden geçirip muhammed'e iletirler ve bir hafta geçmeden çalışmalar süratle başlar. muhammed elbette bu yatırımın başına güvendiği adamlarından birini dikmiştir. gel zaman git zaman laboratuvardan ilginç mahsuller ve mahlukatlar belirmeye başlar. bu haber muhammed'in kulağına erişince soluğu bu alim kişilerin mekanında alır. gidişattan gayet mutlu olan kafadarlar başlarlar muhammed'e hangi yaratığın ne kadar suya ihtiyaç duyduğundan, nelere faydası olabileceğinden, ne kadar hızlı üretilebileceğinden ve daha bir ton teknik detaydan bahsetmeye. muhammed gördükleri karşısında bayağı bir etkilenmiş olarak elini havaya kaldırarak heyecan tantanasını durdurur: "peki ama sırrınız ne?" der. aralarından bir tanesi bir adım öne çıkar, bu sorunun geleceğini önceden kestirdikleri bellidir:
- "buyrun allah'ın resulü, size bu işin mutfağını gösterelim" diyerek muhammed'i bir geçide davet eder. muhammed yanındakilere "siz kalın" anlamında bir hareket yapar ve yavaşca alim'in peşine takılır. birkaç metrelik labirent gibi bükümlü bir koridordan geçtikten sonra demir bir kapının önüne gelirler. alim cebinden bir anahtar çıkarır ve kapıyı usulce açar. muhammed'in peşi sıra içeri girmesinden sonra kapıyı örter. tavandaki bir kaç delikten sızan güneş ışığı, zekice ayarlanmış aynalar yardımıyla yansıtılarak aydınlatılmış, penceresiz ve oldukça temiz bir ortamda tezgahların üzerine sıralanmış cam kaseler, irili ufaklı dolap ve çekmecelerle dolu garip bir yerdir burası. alim cam kaseleri göstererek: "hepsi halis çöl kumundan" diye belirtir. daha sonra muhammed'i yüksek bir tabureye oturtur ve dar ve kısa bir borudan içeri bakmasını rica eder. boru masaya sabitlenmiş, diğer tarafında ise aydınlatılmış ufak bir cam kase içinde renksiz bir sıvı durmaktadır. muhammed gözünü yaslar yaslamaz birbirinden garip boyut ve biçimlerde hareket eden mikro alem ile karşılaşır.
- "efendim, bütün canlıların özünde hepsinin ne olacağını, nasıl yetişeceğini, neye benzeyeceğini anlatan bir defter vardır. bu sır şu an bakmakta olduğunuz ufak hayvancıklardan da daha küçük bir alemdedir. bizim aygıtlarımız henüz o derece ufağı göremez. ancak işin sırrı bu defteri bir canlının özünden çekip almakta ve sonra bu özü bir başka canlının özü ile karıştırmakta. ortaya çıkan yeni özü bazen bir bitkinin tohumuna veririz, bazen bir hayvanın dölüne karıştırırız. henüz bu defter hangi lisanı konuşur bilmeyiz, ancak aldığımız sonuçları biraz önce kendiniz de gördünüz, doğru yolda olduğumuzu burdan biliriz.
muhammed tam anlamıyla karmakarışık olmuştur. ne diyeceğini, ne düşüneceğini tam bilememekte, bir alime bir de dönüp cam perdeli borudan içeri bakmaktadır. dinler, düşünür, dinler ve tekrar düşünür. nihayetinde kendisini toparlar: "peki bu özü nasıl çıkarıp alıyorsunuz?" alim bir dolabı açarak renksiz bir sıvı çıkarır:
- "bu özü en kolay bir canlının sıvısından alırız. mesela şu cam kaseye tükürünüz bir zahmet..." muhammed denileni yapar. alim dolaptan aldığı renksiz sıvıdan birazını muhammed'in tükürüğünün bulunduğu kasenin içine boşaltır ve bir çubukla karıştırmaya başlar. biraz sonra saç teli kadar ince sıvı ipleri çubuğukla tutup yukarı kaldırır: "işte sizin özünüz budur..." muhammed şaşkınlığına hayranlık eklenmiş bir biçimde sormaya devam eder:
+ "peki bu tükürüğüme döktüğün su nedir?"
alim gülerek: "su değil efendim, özel bir karışım; ama içerisinde yüksek oranda mayalanmış şarap özü var, bir de..." bu noktada muhammed'in rengi atar. sandalyeden kalkar ve bir adım geri çekilerek en heybetli duruşuyla alime haykırır:
+ "sen şimdi bana islam peygamberinin tükürüğünü şarapla çalkaladığını mı söylüyorsun?"
bu noktadan sonra alimin dili tutulur. muhammed derhal mekanı terkeder. bir saat içerisinde ne laboratuvardan ne de üç alimden eser yoktur. adeta buhar olmuşlar ve adeta bu hadiseler hiç yaşanmamıştır. bir daha kimse islam aleminde canlıların kökeni diyememiştir. "ol" denmiştir ve olmuştur. bu kadar basit...
Bilimin siyaset ve iktidar kavgasının bir parçası haline dönüşmesi, ikinci sınıf muhteris ve kifayetsiz entelektüellerin eliyle gerçekleşmiştir. Toplumun çeşitli katmanlarına nüfuz edenler de bunlardır. Bilim ve düşüncenin topluma ulaşmasında asıl işlevi bunlar görür. Bilim adamı ve entelektüel, toplumla ilişki (ütopik beklentilerin haricinde) kuramaz, zira bilimsel çalışmalara ayrılan mesai buna izin vermez. Bu nedenle entelektüel ve toplum arasında, bilginin paylaşılması ve karşılıklı iletişimin oluşabilmesi için araçlara ihtiyaç vardır. Bunlar toplumun kanaat önderleri olan vaizler, din adamları, gazeteciler, öğretmenler gibi ikinci sınıf entelektüeller ve tabiki en önemlisi bürokrasinin organize ettiği eğitim kurumlarıdır.
Bu yapılanmalar daha çok merkezi otoritenin kontrolünde organize olmuş paralel yapılanmalardır ve bunların amacı devletin (iktidarın) hâkim kılmak istediği sisteme, yönetim biçimine uygun bireylerin yetişmesini sağlamaktır. Sonuçta “medeniyet” yani ideal ütopya, reel-politik düzene mahkûm olur ve medeniyet tasavvuru dahi kavga ve dövüşlerin asıl nedeni haline gelir. Özellikle bizim gibi bilimsel düşünceyi hazmedememiş ve modern dünya ile Batılılaşan aklın epistomolojik bir tartışmasını dahi yapamamış toplumların, literatürü ezberlemeye mahkûm kalmış ve bunun sonucunda donuklaşmış, hatta ifsat olmuş beyinlerinden bir şeyler beklemek sanırım büyük hata olacaktır.
Bu makalenin amacı bir epistomoloji tartışmasına girmek değil. Yalnızca tartışmak istediğimiz konunun içeriği böyle bir girişi zorunlu kılıyor. Zira konu “evrim teorisi” olunca ideolojilerin, siyasetin, ikinci sınıf entelektüellerin zihin dünyamızı bozan yaklaşımları sonucunda teorinin dinsizlikle aynı minvalde değerlendirilmesi; sadra şifa ve anlamlı bir epistemoloji tartışması yapmayı gerekli kılmıştır.
Öncelikle evrim teorisi Darwin’le başlayan bir tartışma değildir. Evrim, yani canlıların zamanla değişerek başka türlere dönüşmesi; Spiritüalistlerin reenkarnasyon, Janistlerin tenasüh, Ehli-Kitab dinlerin öldükten sonra yeniden dirilme olarak anlattıkları metafiziksel değişim ve dönüşümün ilk biçimi olan fiziksel yaratılışın nasıl başladığı tartışmasıdır. Paradoksal bir bakışla insanlık ahiret (ölümden sonraki hayat) için evrimi kabul etmişse de ilk yaratılışın başlangıcı olan Dünya’da evrimi kabul etmek istememiştir. Özellikle de Ehli-Kitap...
Ancak islam coğrafyasında evrim, Abbasilerden itibaren tartışılmaya başlanmıştır. Evrim teorisi; belirtmeliyiz ki, statik değil, dinamik bir teoridir ve kendi içerisinde daima gelişen bir yapıya sahiptir. Zaten bilimsellik de bu demektir.
ilk tartışma, Abbasiler döneminde kurulan Daru’l-Hikme’de modern kimyanın öncüsü kabul edilen Cabir bin Hayyan (öl:M.815) tarafından başlatılır. Cabir, insanın ve diğer canlıların kendiliğinden vücut bulduğunu belirtir. Allah’ın sadece dört temel unsuru yarattığını ve canlıların bu dört temel unsurdan neş’et ettiklerini savunur. Hayyan’a göre minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların sûni olarak laboratuvar ortamında üretilebilmesi mümkündür.
Cahz (öl: M.869) ise Allah’ın emriyle bütün yaratıkların, buna insan da dahildir, tek bir çekirdek varlıktan yaratıldığını iddia eder. Cahz, Kitabu’l-Hayavan adlı eserinde biyolojik evrimi açıkça savunmuştur. Ona göre evrenin yaratılışını başlatan Allah, aynı zamanda onu evrimleşme yoluyla teşekkül edici; hem de türleri devamlı evrimleştirici kılmıştır.
Aynı düşünce ve araştırmaları Biruni, ibn Miskeveyh’, ibn Tüfeyl, ibni Nefis, ibn Sina, ibn Haldun’da da okuyabiliriz. Ardı ardına sıraladığımız islam alimi ve entelektüelleri elbette modern anlamda bir evrim teorisini dillendirmemişlerdir. Bunu beklemek zaten anlamsızdır. Zira bilgi zamanla gelişir ve dayandırılan kaynaklar değişir. Ama neticede ana fikir aynıdır, o da evrim teorisidir.
islam düşünce tarihinde tartışıldığını hatırlatmak için kısaca örneklediğimiz evrim teorisi, Darwin’le yeniden düşünce dünyamızın merkezine oturmuştur. Ve bu defa daha güçlü tezlerle gelmiştir. Ayrıca tartışmada siyasal bir aklın desteğini, yani Marksizmin desteğini alarak gelmiştir. Bizde evrim teorisinin tartışıldığı çerçeve tam da burasıdır.
Oysa Evrim teorisi, canlıların kökeninin tek bir canlı organizma olduğunu; bu organizmanın çoğalarak ve doğal seleksiyon (seçilimle) sonucunda değişimlerin ortaya çıktığını anlatır. işin özü budur ve evrim teorisi ontolojik bir tartışmaya girmez. Sadece var oluşun nasıl başladığını anlamaya çalışır. Müslümanlar buna modern dönemde “yaratılış teorisi” diyebilselerdi bizler konuyu ontolojinin, özellikle ilk dönem Kelam ilminin yaratılış teorisini yeniden tartışma fırsatı da bulabilecektik.
Evrim, modern dönemde, Vatikan’ın kabulü doğrultusunda “Yaratılış teorisi çökerse Hristiyanlık da çöker.” yaklaşımıyla inkar edilmiştir. Zira isa, Tanrı’nın oğludur ve Tanrı’nın oğlu öyle “Homo Erectus” adlı (bizde maymundan gelen insan olarak magazinleştirilen) yaratıktan gelemez, gelmemelidir savunusudur.
islam coğrafyasında ise Vatikan’ın parasal katkılarda bulunduğu dernekler ve örgütler tarafından “Allah’ı inkar ediyorlar, yaratılışı inkar ediyorlar” gibi militarist saldırılarla, evrim tartışılamaz bir hale getirilmiştir. Elbette bu tepkinin oluşmasında, batıcı ve materyalist grupların sırf dini aşağılamak, siyasi ve ideolojik düşüncelerini doğrulamak için teoriyi kullanmaları etkili olmuştur. Butün bunlara rağmen bizim evrim teorisini tartışmamız, modern dönem islam düşüncesinin sağlıklı ve verimli bir mecraya çekilmesinin imkanını sağlayacaktır…
Friedrich Engels ile Evrim Teorisini Okumak
Genel olarak islam ülkelerinde ve tabiki Türkiye’de evrim teorisi Friedrich Engels’in materyalist yaklaşımıyla okunur. Çünkü evrim teorisi Engels’e göre Marksist-diyalektik düşünceyi destekleyen en önemli bilimsel teoridir. (Diyalektik kavramı kısaca, evrendeki tüm gelişmelerin çatışma sayesinde elde edildiği tezidir.)
Marks, insanlık tarihinin bir çekişme ve savaş tarihi olduğunu, modern dönemde yaşanacak sınıf savaşının, proleterya ve kapitalist burjuva arasında yaşanacağını savunur. Kapitalist düzenin yıkılması gerektiğini söyler, çünkü ona göre toplumlar, ekonomik etkenler doğrultusunda bir gelişim süreci izlemiştir. Köleci toplum feodal topluma, feodal toplum kapitalist topluma dönüşmüştür. Sonunda bir devrim ile sosyalist toplum kurulacak ve tarihin en ileri seviyesine varılacaktır.
Darwin de tüm canlıların yaşam mücadelesi sonucunda evrimleşerek bugünkü haline geldiğinin araştırmasını yapıyordu. Evrimsel mücadele insanlar arasında sınıf mücadelesinin makro düzeyde bir örneğiydi. "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor." (Marks Engels Mektuplar, cilt 2, s.126)
Engels, diyalektiğin bilimsel destekleyicisi olarak gördüğünden evrim teorisinin felsefi içeriğini savundu ve bunu materyalist bir yaklaşımla ele aldı.
Neo-Nazi faşizminin de evrim teorisini benimsediğini, teorinin sadece Marksistler tarafından kullanılmadığını hatırlatarak evrim tartışmasını materyalist düşüncenin eteğinde sürdürmek istemem.
islam Düşüncesinde Evrimi Kabul Etmek…
islam coğrafyasının halen en önemli sıkıntısı; her konuyu iman ve inkar gibi dini literatürle düşünmek, aynı zamanda aklı bununla meşgul etmektir. Oysa modern bilim iman değil, araştırmanın, tecrübi (deneme-yanılma, yani deney) birikimin bir sonucudur. Evrim iman edilmesi gereken bir konu değildir. Reddedilmesi gereken bir inanç sistemi de değildir. Sadece bilimsel bir tartışma ve araştırmanın konusudur. Zira Abbasi döneminde alimlerin evrim üzerine yaptıkları tartışmanın bir akide sorunu olarak ele alındığını göremeyiz.
Ancak evrim sanılanın aksine islam düşüncesinin modern dönemde karşı karşıya kaldığı entelektüel yetersizliğin ve ikinci sınıf bir medeniyet düşüncesinin değişmesine pozitif katkılar sağlayacak bilimsel bir çalışmanın konusu olmalıdır.
daha ilk cumlesi ile yanlis olan baslik entry (buna nasil yorum getirilecek modlar size soyluyorum kicim dinliyor,silin bu tur basliklari), neyse bilinenin aksine muhammedin yasadigi donemde arabistabinin komsu ulkelerinde islama dair bir yazit,not,yada hatirat yoktur, bu kaynaklar oylesine kuru ve fakirdir ki sanki islam ve muhammed yok gibidir kaldi ki mekkeye bilim adamlari muhammed icin toplasssin