türkiye' nin şu anki hali. tüketim toplumu yaratan, serbest piyasacı adalet ve kalkınma partisi aynı zamanda muhafazakardır. amerika' da neo conservative lerin hakimiyetiyle türkiye' yi de etkileyen bu dava; bir yandan başı açık olan insan sayısının hızla artmasına sebep olurken diğer yandan toplumun önemli kesim kadın nüfusunun da başının kapanmasına sebebiyet veriyor. aynı anda hem alışkanlıklarımız değişiyor,
ve toplumun o zamana kadar yerleştirdiği ahlaki değerler hızlı bir dekadans sürecine giriyor hem de bu dışa açılma ve küreselleşme durumuna bir alternatif gibi ortaya çıkan yalnız alternatif olmaktan ziyade, küreselleşmeye hizmet edici bir role sahip oluyor gibi görünen muhafazakarlık toplumda yayılıyor.
yüzlerce yıldır muhafazakar olan türkiye toplumu, bu çelişkili durum karşısında ekonomik muhafazakarlığı değil, yıllardır sürdürmekte olduğu 'yaşam tarzı' üzerine muhafazakarlığı sürdürüyor. o yüzden dünyanın en büyük 17. ülkesi olan türkiye' de çoğu tartışma skindirik siyaset malzemesi olan 'türban' üzerinden yürütülüyor.
reel sosyalizmin ardından savaş baltalarını çıkaran sermaye düzeninin son 20 yıldaki genel görüntüsü. türkiye bunun özelinde çok öneme sahip bir ülkedir ve bu iki kavramın somutlanmasında, göz önüne getirilmesinde önemli bir örnektir.
iktidara gelen her mülk sahibi sınıf daha önce yerle yeksan ettiği, aşalaıdığı eskinin önemli sömürü araçalarını kendine göre yıkar, değiştirir ve meşruluğunu kullanır. fakat günümüzde bunun çok daha önemli bir anlamı var. meşruluğunu önemli ölçüde yitirmiş fakat siyasal denklemde önemli bir alan bulan toplumsal sistem, bugünün dünyasında daha fazla tüketimi ve var olanı korumayı, gericiliği bir araya getiriyor. böylece kazandığı siysal mevzileri pekiştirmek ve ölesiye korktuğu sosyalizmin tarihten adını silmeye çalışıyor.
bugünün türkiyesi bu toplumun en önemli örneklerindendir, demiştik. ve yineliyoruz, çelişkilerin yoğunlaştığı, krizlerden krize koşan bu ülkede, ideolojik hegemonyayı koruyacak yegana iki silah budur. yeni toplumsal yaşam ise, geçtiğimiz elli senenin aksine ortaçağ'a, 19. yy 'ın vahşi kapitalizmine daha çok benziyor. her şey, daha fazla sömürü, daha fazla üretim, daha fazla tüketim, daha az sosyal güvenlik ve sınıfsal egemenlik kurmak için.
Sermaye birdir ve tektir , tüketmeyenin hakkı kötektir motivasyonu ile sermayenin hizmetindeki herhangi bir emek düşmanı sınıfın ya da oligarşinin rengi , ırkı , dili , dini ne olursa olsun ortak bir amaç için - emek sömürü yoluyla artı-değere el koymak ve kar elde etmek - çalıştıklarını açıklayan ve birbirlerine yakışan iki kavram. Sermaye yapısı gereği dünyanın her yerine zaten muhafazakardır. Muhafazakarlık illa ki dini referans almaz. Tekelleşme süreci , sınıflı toplumların ortaya çıkması , devlet olgusu dahil sermaye odaklı her kurulum , örgütlenme biçimi ve sınıfsal öge zorunlu olarak muhafazakar olacaktır.
ithalat ve ihracat değerlerinin arasındaki fark, dış ticaret dengesini gösterir. bir ülkede dış ticaret bilançosunun açık vermesi de toplumsal yapıyla ilgilidir. örneğin sadece tarımın geliştiği bir toplumda ithalat sanayi ürünleri üzerinden yapılır. ithalat ve ihracat değerleri arasındaki fark arttıkça da ödemeler bilançosunda açık meydana gelir. bu açığı gidermenin çeşitli yöntemleri vardır.
bugün yüzde yetmişi yabancıların elinde olan menkul kıymetler borsası'ndan döviz girişi yapmak, elde bulunan doğal kaynakları kullanmak, ihracata ağırlık vermek gibi.
elde bulunan doğal kaynakları kullanmak kısa süre için sonuç verebilir ancak uzun dönemde kaynakların da sonu geleceğinden bir yarar sağlanmamış olur. döviz girişinin gerçekleşmesi ve ihracatın artması ise üretimle ilgilidir. aslında uzun dönem dengeleri düşünüldüğünde bu seçenekler arasında en önemlisi ihracattır. ihracatın artması içinse, toplumun tükettiğinden daha fazla üretmesi gerekir. ancak rekabetçi alanda bu üretimin gerçekleşebilmesi için piyasaya sunulacak malın kaliteleşmiş olması gerekir. her şeyden önce de bu malı meydana getirecek olanların emeğinin kaliteleştirilmiş olması gerekir. bu enflasyonist ortamda paranın aşırı değerlenmesi ihracatı da pahalılaştırır. buna bağlı olarak tüketim maddelerine olan bağımlılık artar. en azından bugün türkiye kullandığı -ihtiyacı olan- petrolün sadece yüzde dokuzunu kendisini üretebiliyor. varilinin 122 dolarlardan 130 dolarlara çıktığını ve petrol ihtiyacımızın her geçen gün arttığını düşünecek olursak bağımlılığın ne boyutlara ulaştığını da görebiliriz. bu bağımlılığın önüne geçebilmek için de en önemli yöntem hem kısa vadede hem de uzun vadede işe yarayacak olan eğitim.
kişiye yapılan yatırımın hiçbir zaman boşa gitmeyeceğini düşünürsek, eğitimin rolü de ortaya çıkar. bu eğitimde ve üretime katılma sürecinde kadının rolü de asla yadırganamaz. üniversite mezunu kadın oranının yüzde 7'den yüzde 10'a çıkmasıyla erkek ömrünün ''21'' sene artması arasındaki doğru orantı şüphesiz bu konuda verilebilecek en çarpıcı örneklerden. kadının eve kapatıldığı, toplumdan dışlandığı, yerini erkeğe devrettiği yerde gelişim ne olursa olsun eksik kalacaktır. bu da ailelerin cebine yansıyacaktır.
enflasyonun yüzde 9'larda seyrettiği dönemlerde sokaktaki vatandaşın bunu sanki yüzde 30'lardaymış gibi hissetmesinin nedeni de budur. dünya'da önüne geçilemeyen bir gelir adaletsizliği mevcuttur. sınırlı kazancıyla kendi ihtiyaçlarını en yüksek düzeyde en uygun şekilde karşılamaya çalışması onun fiyat artışlarını daha farklı hissetmesine neden olmaktadır.
evet türkiye dünya'nın en büyük 17. ekonomisine sahiptir ancak gelir adaletsizliğinin gittikçe büyümesi, hızlı nüfus artışı (en az 3 çocuk!) ve bir türlü kayıt altına alınamayan ekonomisi yüzünden bu büyüklükten yurttaşlar nasibini alamıyor. 37 milyar olarak belirlenen cari açığın sene sonunda 50 milyara çıkacak olması, doğmamış çocukların babalarının (ve annelerinin tabi) maaşlarından daha fazla borçlarının olacağının acı bir ifadesi.
ekonomik anlamda bilinçlenme ve emeğin kaliteleştirmesinin önemi kavranmadıkça kişinin başka şeylere kapılıp, tüketim çılgınlığına başvurması da -üstelik hiçbir şey üretmeden, ürettiğinin de kullanılamaz halde olmasından- daha devam edecek gibi görünüyor. (malesef ki)